GÜNEŞ GİBİ hakikat-i imâniye ve Kur’âniye yerdeki muvakkat ışıkların cazibesine tâbi ve âlet olmadığı gibi, o hakikati cidden tanıyan değil küre-i arzdaki hâdisata belki kâinata da âlet edemez.
Sikke-i Tasdîk-i Gaybî
15 Temmuz’un ardından genel itibarıyla üç farklı “soğuyanlar” grubu oluştu.
- Dinden soğuyanlar
- Dinî gruplardan soğuyanlar
- Risale-i Nur ve cemaatlerinden soğuyanlar
Birinci grup dinle zaten epey bir mesafesi olan kişilerden oluşuyor. 15 Temmuz’daki dehşetli olayların ardından “İşte din insanları böyle yapıyor!” gibi kaba bir bakışla dinle aralarına tamamen mesafe koymayı tercih ettiler. Belki de gizli peşin hükümlerini bu vesileyle açığa vurmuş oldular.
İkinci grup ise namaz, oruç gibi temel dinî vecibelerini yerine getirmekle beraber herhangi bir dinî grupla (tarikat, cemaat ya da dernek vb.) uzaktan zayıf bir bağ kurmuş kişilerden oluşuyor. Akraba daveti ya da komşu tavsiyesi gibi vesilelerle bir dinî cemaatle hasbelkader ilişkisi olmuş olsa da, 15 Temmuz’la beraber “Aman, demek dinî grupların hepsinde böyle bir potansiyel var!” vehmine kapılarak onlarla ilişkisini tamamen koparan birçok kişi oldu. Elbette devletteki memuriyetinin veya toplumdaki itibarının tehlikeye düşmesi gibi riskler de bu tercihi tetikleyen baş amillerdendi.
Üçüncü ve son grup ise dinî cemaatine sıkı sıkıya bağlı kalmakla beraber 15 Temmuz’un faturasını Risale-i Nur’a ve/veya talebelerine keserek “Demek bunlarda böyle bir damar varmış, şimdi ortaya çıktı!” dediler. Dinle ve dinî gruplarıyla herhangi bir problem yaşamamakla birlikte Risale-i Nur’u ve takipçilerini kendi dünyalarında mahkûm ettiler.
Elbette her insan yanılmadan nasibini almıştır ve “yüzeysel nazar” insanoğlunun en temel problemlerin birisidir. Söz konusu üç grubun da bu yüzeysel nazara savruluşunun ardında aslında hakkıyla nasiplenemediği çok önemli bir ayet-i kerime var. Burada onu öncelikle nazara vermek isterim. Bizi en iyi bilen Rabbimiz, hangi konuda nasıl imtihanlar yaşayacağımızı da çok iyi bildiği için ayetleriyle kurtuluş yolunu lütfediyor. Söz konusu ayette şöyle buyruluyor:
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىؕ
“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.”
Zümer, 39/7.
Evet hiçbir cemaat bir başka cemaatin günahını yüklenmez. Ve cemaatin hiçbir mensubu da diğer arkadaşının günahını yüklenmez. Hatta bir kişinin işlediği bir günah onun emmare olan nefsine yüklenir, mâsum akıl ve kalbine ise yüklenmez. Dolayısıyla bu ayetle Rabbimiz bir kişinin birkaç câni sıfatı yüzünden şahsiyetinin tamamen silinmesine dahi müsaade etmemektedir. İşte gerçekten adaletli ve zulümden uzak bakış açısı da budur. Zaten herkes kendisine de bu insaflı mizan ile muamele edilmesini ister. Bir hata yaptı diye üstü tamamen çizilince bunun adaletsizlik olduğunu tüm dünyaya duyurmak ister. O halde kendisi de herkese bu nokta-i nazardan muamele etmelidir. Etmiyorsa kendisine karşı da –ne Rabbinden ne de kullarından– müsamaha ve af beklemeye hakkı kalmadığını unutmamalıdır.
Çözüm önerisi: empati
Mezkur üç gruba da takındıkları tavrın yüzeysel ve yanlış olduğunu anlatmak için “empati” kurma usûlünün doğru olacağı kanaatindeyim. O grupta yer alan kişiyle hangi üst çatıda birleşiyorsak, o çatı üzerinden giderek sorgulama yaptırmak, onun insaf hissini ve adalet duygusunu –eğer varsa– muhakkak harekete geçirecektir.
Mesela birinci grupta yer alan ve kemalist olan bir şahıs farz edelim. Onunla en üst çatı olan adalet ve insaf gibi insanî değerler üzerinde birleşiyoruz. Eğer ona “Bir kemalist yüz kızartıcı bir suç işlediğinde bunun faturasının bütün kemalistlere ve hatta Mustafa Kemal’e kesilmesi mi doğrudur, yoksa suçun şahsîliği prensibince sadece o şahsa mı?” diye sorarsak tabii ki ikinci seçeneği seçecektir. “Peki, aynı bakış açısını burada da uygulamak gerekmez mi? Bir Müslümanın ya da İslami değerleri savunma iddiasındaki bir grubun dehşetli bir hatası üzerinden ezelî bir dini ve onun mensuplarını tamamen silmek insafsızlık ve zulüm değil midir?” sorusunun o şahsın –nefsine karışmayız– vicdanında tesir uyandıracağı ümit edilebilir.
İkinci gruptaki Müslüman kardeşlerimize İslamiyet üst çatısı üzerinden bir sorgulama daveti yaptırmak gayet yerinde olacaktır. Burada da misal olarak şu söylenebilir: Müslüman imajlı DEAŞ terör örgütü yüzünden dünyadaki bütün Müslümanların potansiyel terörist ilan edilmesi nasıl insafsızlıksa ve bu durum İslâmî hamiyet taşıyan herkesi nasıl yaralıyorsa, dinî cemaat imajlı FETÖ yüzünden bütün hakiki dinî cemaatlerin itham altında bırakılması da aynı şekilde büyük bir insafsızlıktır. Bu nokta-i nazarı ehl-i insaf ve vicdan olan din kardeşlerimizin takdir edeceği kanaatindeyim. Hakka ve insafa meyli olmayanlar içinse söylenecek fazla bir şey olmadığı mâlum. Allah basîret versin…
Son grupta yer alan ve bir şahs-ı manevîye dâhil olan din kardeşlerimizle anlaşmanın ise daha kolay olduğunu düşünüyorum. Zira onlar da benzer “cemaatî tecrübeler” geçirmişler. Sırf Allah rızası için başlayan sâfi bir hizmetin daha sonra dışarıdaki kötü niyetli casuslar ve içerideki iyi niyetli safderunlar yüzünden ne hallere düştüğünü/düşebileceğini az-çok biliyorlar. Burada FETÖ yapılanmasının Risale-i Nur’un amacıyla ve yöntemiyle nasıl ters düştüğü bizzat Risale metinlerinden ve Bediüzzaman’ın hayat pratiklerinden faydalanarak rahatça ortaya konabilir. Delilimiz gerçekten çok bol. Yeter ki bilelim ve doğru bir üslupla yaklaşalım. Sahadaki vazifemiz bundan ibaret.
Bu noktada şöyle bir misal de verilebilir: Güzel ve hakikatli derslerin anlatıldığı bir sınıf ortamı düşünelim. Öğretmen gayet güzel ve ustaca dersini anlatıyor, talebeler de iştiyakla dersi takip ediyorlar hatta sorular sorup katkılar yaparak dersin olgunlaşmasına yardım da ediyorlar. Bir süre sonra bu sınıfa bazı başka öğrenciler dahil oluyor ve arka sıralara geçip dersi dinlemeye başlıyorlar. Ders herkese açık olduğundan onlara ses eden olmuyor. Daha sonra bu öğrencilerin sayısı artmaya başlıyor, sınıfın çoğunluğu hâline geliyorlar. Sonra ön sıralara doğru gelip sınıfın asıl ve ilk talebesi olanları sıkıştırmaya başlıyorlar hatta ellerinden geleni sınıftan atıyorlar. Ardından öğretmeni de saf dışı ederek yerine kendi çıkarttıkları öğretmeni geçiriyorlar. Nihayetinde o sınıf okulun en problemli sınıfı oluyor ve diğer bütün sınıfların şerrinden çekindiği bir yapı haline geliyor. Şimdi böyle bir durumda sınıfın asıl öğretmeni ve gerçek talebeleri savunulmalı ve temize mi çıkarılmalıdır, yoksa sınıfın son halinden onların mes’ul olduğu iddia edilerek yaftalanmalı mıdır? Cevabı elbette çok açık.
Son olarak
Said Nursî’nin 15 Temmuz gibi vahim neticeler veren teşekküller hakkında ne düşündüğü, aslında eserlerindeki tek bir paragrafından dahi net olarak anlaşılabilir:
Risale-i Nur’un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan, bizleri şiddetle siyasetten ve idareye ilişmekten men etmiş. Çünkü tokada ve belâya müstehak ve küfr-i mutlaka düşmüş bir iki dinsize müteallik, yedi sekiz çoluk çocuk, hasta, ihtiyar, mâsumlar bulunur. Musibet ve belâ gelse o bîçareler dahi yanarlar. Bunun için neticenin de husûlü meşkûk olduğu halde, siyaset yoluyla idare ve asayişin zararına hayat-ı içtimaiyeye karışmaktan şiddetle men edilmişiz.
Şualar
O bu ve bunun gibi yüzlerce ikazıyla, daha da önemlisi bizzat yaşantısıyla talebeleri başta olmak üzere bütün ehl-i imanı uyarmıştır. Dolayısıyla vazifesini hakkıyla yaparak ahirete göç etmiştir. Bu nedenle ona, eserlerine veya samimi takipçilerine faturayı kesmenin hakikat ve vicdan açısından hiçbir karşılığı yoktur. İnsaftan nasibini alamamış insanlar ne derse desin, Risale-i Nur ve talebelerinin de dâhil olduğu ehl-i hak kafilesi istikametli yoluna kıyamete kadar devam edecektir. Zira ezelî takdir de böyledir:
يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Onlar Allah’ın nurunu üfleyerek söndürmek istiyorlar. Allah ise nurunu tamamlamayı murâd eder –kâfirler isterse hoşlanmasınlar.
Tevbe, 9/32.
- Tefekkür nedir? - 6 Kasım 2023
- Risale-i Nur mealci zihniyeti ifşa ediyor mu? - 22 Ağustos 2023
- Fıtratın uyumu ve LGBT’nin sapkınlığı - 21 Temmuz 2023