Ahlak sorunsallarına İslam ahlakı nasıl cevap verir? – Reşat Nuri “Acımak” örneği

Ahlak sorunsallarına İslam ahlakı nasıl cevap verir? – Reşat Nuri “Acımak” örneği

Ahlak nedir? Ahlaki olan nedir? Ahlaklı olan kimdir? Yapılan bir fiil (x) ahlaklı mı yahut ahlaksız bir fiil midir? Bir şeyin ahlaklı olması için sağlanması gereken şartlar nedir? gibi sorular ahlak felsefesi itibariyle sorulan ve birbirinden farklı binlerce cevapları olan sorulardır.

Peki, bu sorulara İslam ahlak felsefesi ne cevaplar vermektedir? İslam’da ahlak felsefesi de mi olurmuş dediğinizi duyar gibiyim. Dediğiniz gibi ortak kanaat olmayacağı yönünde. Zira İslam’da ahlak ve Kur’an birbirinden ayrılamaz bir mahiyet arz ediyor. Dolayısıyla tamamen arzi bir ahlak sistemi oluşturmak mümkün değil. Ama zaten dert de bu değil. Yani semavi hitaptan bağımsız bir ahlak sistemi oluşturmaya çalışmak değil maksat. Ama ortada ahlaki problemlerin varolduğu aşikar iken, İslam ahlak felsefesi olmaz, deyip işin içinden çıkmaya çalışmak olmaz. Kur’anın ahlaki sisteminin temellerini belirleyip, sistematik bir mekanizma mı oluşturmak mıdır, acaba doğru olan?

Öyleyse soruları şöyle değiştirmek lazım belki de. Kur’an nasıl bir ahlak sistemi oluşturmaktadır? Kur’an’a göre ahlaki nedir, ahlaklı kimdir? Kadim ahlak problemlerine veya modern ahlak sorunsallarına Kur’an’dan nasıl cevaplar istihrac edilebilir? Peygamber Efendimiz’in (ASM) uygulamalarında ahlaki problemler nasıl çözülmüştür? Mesela, yaratıcı, bir insanın uygulamalarında –faydacı ahlakta olduğu gibi- faydayı takip etmesini mi ister? Veya aynı erdem ahlakında olduğu gibi model bir insanın takip edilmesini ve insanın hareketlerinden ziyade karakterinin terbiye edilmesini mi öngörürür? Yoksa görev ahlakı sistematiğinde olduğu gibi bir Müslümanın takip etmesi gereken bazı kaideler mi vardır? Şayet böyle kaideler varsa, bu kaidelerin sınırları nelerdir? Yani iki kaide birbiriyle çeliştiğinde ve ahlaki ikilemler ortaya çıktığında, nebevi ahlak hangisini tercih etmeyi öğütler? Kur’an’ın ortaya koyduğu ahlaki sistem, merkezine neyi alır? Görev mi, erdem mi, fayda mı? Yoksa bunların karışımı bir sistem midir? Yoksa bunlardan tamamen ayrı, kendine has bir sistemi mi vardır?

Sorular arttırılabilir muhakkak. Ancak ben burada kesip, Reşat Nuri Güntekin’in birçok ahlaki soruları işlediği “Acımak” isimli eserinden çıkardığım bazı maddeleri sizinle paylaşacağım. Bu maddelerin bazıları yorumlarımı da içerirken, bazıları salt alıntıdan ibaret olacak. Bu maddeleri okurken her okuyucudan beklentim, zihinlerindeki İslam ahlakı yapısının, bu sorulara nasıl cevaplar verdiğini ve bu cevapların temellerini nereden aldığını düşünmeleridir. Şayet ahlaki kodlarımızın sorgulanması, temellerinin keşfedilmesi yolunda bir adım dahi atılabilirse, bu yazının maksadı tahakkuk etmiş olacaktır.

1- “Doğruluk, temizlik, fedakarlık hastalığı, onda insanlığın en kıymetli bir kabiliyetini öldürmüştü: Acımak kabiliyeti… (s. 11)” Bir bireyin fiilleri düzgün olsa, ama duygusal bağlamda en insani hislerden mahrumsa, bu kabul edilebilir midir?

2- “Bütün bir insan topluluğunun tamamı bir kalıba sokulabilir mi ve sokulmalı mıdır? Kalıba girmeyen uç fıtratları – farz-ı muhal olarak çok zekiyse ya da farklı bir yaratılışa sahipse (disleksi hastaları gibi)- kalıba sokmaya çalışmak onlara yapılan bir zulüm olmaz mı? Onların kabiliyetlerini, zekalarını köreltmek olmaz mı? Umumun faydası namı altında kalıba sokulamayan kabiliyetli bireyleri gözden kaçırma tehlikesi oluşmaz mı? (s. 18)

3- “Fena ana babalardan doğmuş fena muhitlerde büyümüş daha aklımızın ermediği sebeplerle beden ve ruh maluliyetlerine uğramış biçareler… (s. 18)” bu ifadenin de işaret ettiği üzere çocukların manevi şekli ve karakterleri, okul yaşlarına kadar ailenin yanında şekillenmektedir. Kötü bir aile terbiyesi aldığından ötürü kötü fiiller irtikab eden çocukların suçlanması ve dışlanması ne kadar doğrudur? Bu tarz bir dışlama ile bunların eğitimi ve topluma kazandırılması nasıl sağlanabilecektir? Her ortamda aynı muameleyi gören bu bireylerin vatana ve millete zararlı bireyler olmaması nasıl sağlanabilecektir?

4- “En ziyade yüreğimi yakan nedir bilir misiniz?… Bunların içinde haşin bir ahlakçı olan Zehranın yanlış anladığı çocuklar da var… Öyle çocuklar ki, mesela ince, oynak bir zekaya malik… Hali vakti yerinde bir ailenin sevilmiş çocukları olsalardı buluşlarıyla zarafetleriyle pırıl pırıl parlayacaklardı…(s. 19)” İdareci olarak tanımlanan kurum ve kuruluşların yanlış anladığı ve dolayısıyla yanlış yargıladığı çocukların kaybedilen hayatlarının sorumlusu kim olacak? Mesela Kant ahlakına göre kuralların vazgeçilmezliği ve aşılmazlığı böyle çocuklara uygulanırsa bu çocukların kaybedileceği aşikar olarak görülüyor. Oysa yine aynı ahlaki anlayışa göre bir bireyin kabiliyetlerini israf edilmesi de ahlaksız bir hareket. Ahlaklı bir hareket neticeleri itibariyle ahlaksız bir neticeye sebep oluyorsa, ilk adımdaki ahlaklı hareketin hükmü ne olacak?

5- “-Pardon, pardon hoca hanım. ‘hırsızları ele vermedi’ diyorsunuz. ‘Müttefiklerini, arkadaşlarını satmaktan çekindi’ deseniz daha doğru olmaz mı? (s. 22)” Gerçekleştirilen fiilin tanımının farklı açıdan yapılması fiilinin ahlaki olup olmadığını etkilemeli midir? Hırsızlara kılavuzluk eden çocuğun aldığı 75 kuruşluk ücret karşısında yaptığı mukaveleyi, polisler karşısında devam ettirmesi, polislerin onca teklif ve te’diblerine rağmen sözünü tutması mı ahlaki bir davranıştır? Yoksa bu teklifleri kabul etmek yanında, dayak yememek, daha fazla para kazanmak karşılığında hırsız ortaklarını satması mı ahlakidir? Bir insanın şerde de olsa sözünü tutması mı, yoksa hayır için sözlerini satması mı daha ahlakidir?

6- “Fakat ne de olsa bu ölüm döşeğine yatmış bir baba idi. Böyle bir saatte bütün kinler unutulur buna mukabil uzak zamanların velev ki pek mahdut bir iki müşfik hatırası uyanırdı. ‘Madem ki öleceği varmış bir köşeye çekilip kendi kendine ölebilirdi.’ İnsan bu sözü sevmediği, zararını gördüğü bir insan hatta bir baba için sarf edebilirdi. Fakat onun öldüğü yahut ölmek üzere olduğu dakikada değil. (s. 31)” Bir baba her zaman sevilmeli midir? Yahut yaptığı hatalar onu bazen bu makamdan düşürebilir mi? Babalık, evlatlık yalnız kan bağı mıdır? Gönül bağı kalmamış bir ilişkide kan bağının manası var mıdır?

7- “Şu halde ben umdelerimden birini tatbik ederken ötekini çiğneyip geçmiştim. (s. 80)” Mürşid efendi vicdanın sesini dinleyerek, “susuzluktan ölen çocuklara her şeye rağmen su vereceksin” emr-i vicdaniyi dinlemek uğruna yine başka bir umdesi olan “kanuna riayet edeceksin” umdesini es geçmişti. İlk umdeyi ikincisine tercih etmişti. Demek ki bazen umdeler birbiriyle çelişiyor. Her hal ve şart altında iki umdeyi takip etmek mümkün olmayabiliyor. Böyle durumlarda hangi umde öncelenmeli? Ya da bütün kurallar aşılamaz bir şekilde her daim uygulanmalı mı? Ahlaklı olmak için terkib edilen kurallar, gerçekleştiğinde ahlaksız bir netice veriyorsa, kanun hâlâ ahlaki midir? Yoksa faydalı olan insana göre neyse o mu tercih edilmelidir? Ya da fiilleri belirlerken sadece “pragma”ya mı odaklanılmalıdır?

8- “Programdaki iki madde çatışıyordu. Öyle işler çıkacaktı ki vicdan ‘yap’ derken kanun ‘yapma’ diyecekti. Keza kanunun istediği bazı şeyler vicdana dokunacaktı. Bu vaziyet karşısında ne yapmak lazımdı?!… (s. 80)” Vicdan ve kanun çatıştığında ne yapmak gerekir? Doğru olan vicdanın sesini dinleyip kanuna aykırı hareket etme midir? Yoksa kanuna uyup vicdanın sesini susturmaya çalışmak mıdır?

9- “Umumun menfaati için ferdi ihmal etmeye taraftarım. Hele zayıf ahlaklı insanların bir vazife başında tutulmaları caiz değildir. (s. 81)” Faydacı ahlakın mottosu olan bu ilk cümle ne kadar doğrudur? Ferd umuma, cüz’i külliye feda edilir mi? Ferdin feda edilmemesi durumunda ortaya çıkacak zarar mı, yoksa ferdin fedasıyla oluşacak zarar mı daha kötüdür?

10- “Çocuklarım için deli oluyordum. Hırsızlığı bu kadar isyansız kabul edişimin sebebi biraz da onlardı. (s. 119)” Bir insan sevdiklerinin mutlu etmek gibi ahlaki bir işi gerçekleştirmek için gayri ahlaki fiilleri yapabilir mi? Güzel bir neticeye ulaşmak için kötü bir fiil yapılabilir mi? Bir işin ahlaki olup olmadığını anlamak için sadece sonuçlara bakarsak, fiilin kendi mahiyeti kötü olduğu halde kötü sonuçlara sebep olan bir fiil ise ortada ahlakilik kalır mı? Böyle bir çelişki içerisinde kalındığında ahlaki olana ulaşamamak mı evladır, ahlaksız olanla güya ahlaki neticeye ulaşmak mı?

11- “Bana ‘onları bu kadar iyi anladığın halde niçin ve nasıl tahammül ettin?’ diye bir sual sorsalar cevabım şu olur:
– Sersemlemiştim. İradem bir nevi felce uğramıştı…. Daha mühim bir sebep vardı. Çocuklarım… Feriha ile Zehra… (s. 122)
Bir insan çocukları gibi dünyadaki en değerli varlıkları için ahlaksızlığa katlanmalı mıdır? İki kaide çatıştığında, mesela “daima çocuklarını memnun et!” ve “asla hırsızlık yapma” kaideleri çatıştığında, hangi kaide tercih edilmelidir? Hangisi ağır basmalıdır? Çocukların bir anne bir baba için dünyanın en değerli varlıkları olduğu doğru. Ama bu değer için ne kadar ileri gidilmeli, nerede durulmalıdır?

12- “Hırsızlığımı itiraf ettikten sonra kendime ‘iyi adam’ diyemem. Fakat adamın, mesela hırsız memur olması kalbsiz bir baba olmasını icap ettirmiyor. Eskiden masum bir fikrim vardı. Sanırdım ki herhangi bir fenalık ruhumuzu baştan başa kirletir, ondan hiçbir temiz nokta bırakmaz. Halbuki hakikatte her zaman böyle olmuyor. Maddi sukutların manevi sukutlardan bir farkı var. Mesela bir uçurumdan düşen bir insan paramparça olup ölüyor. Fakat manen düşen insanın bazen yalnız bir tarafı zedeleniyor, öte tarafları tamamen salim kalabiliyor. Fahişeler görüyorsunuz ki aile muhabbetini hiç kaybetmemiş. Katiller görüyorsunuz ki samimi bir surette seviyor acıyor, yardım ediyor… (s. 122)” Bir insan yaptığı kötü bir fiilden dolayı ahlaksız olarak isimlendirilir mi? Mesela başka hiçbir kusuru olmayan, ama kasten adam öldürmüş bir insan ahlaksız mıdır? Veyahut her şeyiyle mükemmel, ama başı sıkıştığında yalan söyleyen bir insan? Kusursuz insan olmadığına göre her insan ahlaksızdır denebilir mi öyleyse? Yahut ahlaksız sıfatının kazanılma sınırı ne olmalıdır? Hangi özellikler, ne ölçüde bulunduğunda ahlaklı ya da ahlaksız olunabilir? Başka bir soru daha: Bir ahlaksız özellik diğer ahlaklı özellikleri imha eder mi? Ya da on ahlaki vasıf bir ahlaksız olanı temizler mi?

13- “Ancak bütün bu fenalıklar hep kendi kusurum neticesi mi? (s. 124)” Dış sebepler insanın ahlaki oluşunu nasıl etkiler? Amiyane tabirle kaderi ve talihi kötü olan bir insanın ahlaksız oluşunda bütün suç kendisinin midir? Ahlaksızlık denen mefhum tamamen ve yalnızca içsel değerlere, karaktere, erdemlere mi bağlıdır? Yoksa ahlaklı oluşun başkaca şartları var mıdır?

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.