Aklın insaf abdesti

Aklın insaf abdesti

Şahsi olsun, beraberce olsun Risale okumalarımızda sık sık şöyle bir durumla yüz yüze geliriz. Üstadın Risalelerde içtimai hayata dair tespit ettiği o kuşatıcı düsturları okuduğumuzda akıl, kalp ve ruhumuzda bir tasdik uyanır da, bugünkü toplum hayatının bu düsturlardan ne derece uzak düştüğünü düşünürüz. Ardından bir ümitsizliğin husule gelme tehlikesi doğar. Nasıl olacak da bu hakikatli düsturlar uygulamaya geçecektir. Yani teoriden çıkıp pratik hayata uygulanabilir olması mümkün müdür? Mümkünse ne derece gerçekleşecektir?

İşte Risale-i Nurlara muhatap olurken bu haleti belki de en yoğun hissettiğimiz düsturlardan birisi insaf düsturu olsa gerektir. 20. Lem’a’da ortaya konan insaf düsturu çok nettir:

Eğer bir meselenin tartışılmasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa insafsızdır.

Dar bir nazarın meyvesi olmaktan fersah fersah uzak, hakkın ve hakikatin önemini tam olarak idrak etmiş bir mü’minin sözüdür bu. Ama gelin görün ki nefsimden başlayarak gerek yakın çevreme,  gerek mensubu olduğum topluma ve gerekse küresel ölçekteki halete kısa bir göz gezdirme seansı, bu düstura çoktan elveda dediğimizi düşündürtüyor insana. Zaten televizyon izlerken tanık olduğumuz, katılımcılarının adeta birbirini ezmek için yarıştıkları tartışma programlarının bu derece revaçta olması hangi noktada olduğumuzu gösteren bir ibre sayılabilir.

Sadede gelirsek nefsimin ortaya koyduğu ölçü ile Üstadın nazarımıza verdiği ölçü arasındaki bu büyük uçurum hayli uzun zaman düşündürmüştü beni. Şimdi yavaş yavaş idrak ediyorum ki özelde insaf düsturu örneğinin, genelde ise Risale-i Nurdaki bu şümullü ölçülerden uzak düşmemizde modernite çağının kavramlarını merkezimize almak suretiyle düşünmemizin hissesi epey büyük. İtiraf etmeliyiz ki Risale-i Nura hakkıyla muhatap olamadığımızda -ki genel olarak bunu tam manasıyla başardığımızı söylemek biraz zor- kelimelerden tutun hayata yüklediğimiz anlama kadar modernitenin bakış açısını merkeze alıyoruz. Daha doğrusu çağımızın medeni engizisyonu tarafından öyle kuşatılmışız ki merkeze almak durumunda bırakılıyoruz. Böylelikle mesela bir münazarada tartışırken fikir alışverişi suretiyle hakkı ortaya çıkarmak değil, nefsimizin temiz ve aklımızın keskin olduğunu kabul ettirmeyi, o münazara ortamındaki asıl görevimiz sanma gibi bir hataya düşebiliyoruz.

O halde şu neticeye varıyorum: Nasıl bedenimiz abdestsiz iken Kur’an okumayı hoş karşılamıyoruz, öyle de zihnimize manevi bir abdest aldırmadan Kur’an’a hakkıyla muhatap olabileceğimizi sanmayı da o kadar hoş karşılamamamız gerekir. Senai Demirci’nin çok güzel ifade ettiği gibi “Risale-i Nur gibi eserler akla abdest aldırır. Orta çağda bedenlere eziyet eden ilkel engizisyonlara mukabil, bugünün zihin ve kalplere eziyet eden medeni engizisyonundan kurtulabilmemiz, Risale-i Nurlara tam ve hakkıyla muhatap olabilmekten geçiyor. Böylelikle okuduklarımız ile yaşadıklarımız arasındaki derin uçurum kapanacaktır. Ve yine böylelikle Risalelerin Kur’anî bir duyarlılıkla çözümleyip bize aktardığı o şümullü düsturlar bilkuvve halinden çıkıp bilfiil yaşanmaya başlayacaktır.

Share

One thought on “Aklın insaf abdesti

  1. Allah razı olsun Abdülhamit kardeşim. Çok güzel bi konuya parmak basmışsın. Rabbim hakiki manada “insaf”lı olabilmeyi nasip etsin inşallah.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.