شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِمًا بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ
Allah şehadet eyledi şu gerçeğe ki, başka tanrı yok, ancak O vardır. Bütün melekler ve ilim uluları da dosdoğru olarak buna şahittir ki, başka tanrı yok, ancak O çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Âl-i İmran 3/18 (Elmalılı Hamdi Yazır’ın meâli)
Risale-i Nur’a baktığımızda bu âyet-i kerimenin ilim sahiplerine dair olan kısmının iki şekilde dikkatlere sunulduğunu görüyoruz.
İlk olarak bu ayete Hâfız Ali ağabeyin Kastamonu Lâhikası’nda yer alan bir mektubunda[1] rastlarız. Mektubun baş kısmındaki takdiminden anladığımız kadarıyla, bu âyet Bediüzzaman Said Nursi tarafından Risale-i Nur’a işaret eden otuz üçüncü âyet olarak kabul ediliyor. Söz konusu mektupta Hâfız Ali ağabey bir akşam namazında bu ayeti tilavet ederken birden bire ruhunun penceresine bu ayetin Risale-i Nur’a ve müellifine işaret ettiğinin gösterildiğini ifade eder. Namazdan sonra kendisine açılan bu manayı düşündükten sonra hakikaten bu ayetin Risale-i Nur ve müellifiyle manevi bir münasebetinin olduğuna kanaat getirir. Hafız Ali ağabeye göre bu asırda Kur’ân-ı Kerim’den sonra, vahdaniyeti tam bir adalet ve sağlam hüccetlerle ispat eden eserlerden birisi Risale-i Nur’dur. Ona göre bu eserlerin avamdan havassa kadar insanlığın bütün tabakalarına tevhidi ders vermesi mezkur ayet-i kerimenin bu asırdaki bir masadakı olduklarını gösterir. Daha sonra Hafız Ali ağabey bu kanaatini cifir hesaplamalarına dayanarak da temellendirir.
İkinci olarak bu ayetin Bediüzzaman’ın kullandığı ve daha önce bir yazıda ele almaya çalıştığım[2] bir imanî ispat metodunun Kur’ânî temelini oluşturduğunu söyleyebilirim. Nitekim Âyetü’l Kübra risalesinin Birinci Makamının On Dokuzuncu Mertebesinde bu ayete doğrudan atıf vardır:[3] “(…) âyet-i muazzamanın envârı ve esrarı bizim bu yolcuya kâfi ve vâfi gelmiş ki, daha ileri gidememiş”. Başta peygamberler olmak üzere farklı meslek ve meşrebe mensup zatların tevhide ve diğer iman esaslarına şehadetleri, Bediüzzaman’ın başvurduğu imanî delillerden birisidir. Eserlerinin muhtelif yerlerinde iman hakikatlerini izah ederken Hazret-i Ali (ra), Şeyh-i Geylanî (ra), İmam-ı Gazalî (ra), Muhyiddin-i Arabî (ra), Şah-ı Nakşibend (ra), İmam-ı Rabbanî (ra) gibi “beşerin güneşleri” olan zatların şehadetlerini kuvvetli bir delil olarak nazarlara sunar. Bediüzzaman’ın ifadesiyle bu ehl-i ihtisas zatlar “o hakikati görmüşler, gösteriyorlar”. Bir taraftan derin tetkikleriyle ulema, asfiya ve sıddikînlerden müteşekkil yüksek ehl-i tahkik grubu diğer taraftan da keşif, keramet ve müşahedeleriyle kudsî mürşidler grubu başta tevhid olmak üzere iman hakikatlerinin önemli şahitlerindendir.
Sonuç olarak Âl-i İmran suresinin on sekizinci âyet-i kerimesi bir taraftan Risale-i Nur’a işaret olarak değerlendirilirken diğer taraftan Risale-i Nur’da kullanılan bir ispat metodunun Kur’ânî temelini oluşturduğunu söylemek mümkündür.
Âyetü’l-Kübra risalesinden mülhem bir tablo: İnsanlar âleminde tevhidin şahitleri
Şahitler | Özellikleri | Sayıları | Yöntemleri | Netice |
Enbiya |
|
|
|
|
Asfiya |
|
|
|
|
Evliya |
|
|
|
|
___________________
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, http://www.erisale.com/#content.tr.9.88
[2] Fatih Çınar, “Bir imanî ispat metodu olarak icma”, Vukufiyet, 19 Kasım 2018, http://vukufiyet.com/bir-imani-ispat-metodu-olarak-icma.html
[3] Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, http://www.erisale.com/#content.tr.14.463
- Âl-i İmrân suresinin 18. ayetine dair bir not - 9 Mayıs 2022
- Siyasetin gölgesindeki dualar - 5 Mayıs 2022
- Gıptaya dair düşünceler - 28 Mart 2022