ÂDEM BABAMIZLA (as) başladı ilk aldanışımız. Niyetimiz kötü değildi aslında. Fakat yalan nedir bilmiyorduk. Fıtratımıza zıttı çünkü yalan. Biz de bir iblisin yalanına kanıp aldandık.
Neden böyle oldu? Nasıl böyle olabilir? Nasıl Cennetten uzak yaşayabiliriz? Bunlar gibi birçok soru ve sorgulama kuşattı aklımızı. Binlerce yıldır sorduk, hâlâ soruyoruz:
Hazret-i Âdem aleyhisselamın Cennetten ihracı ve bir kısım benîâdem’in Cehenneme idhâli ne hikmete mebnîdir?
Hikmetini anlayamadık ilk. Dehşete düşüren bir durum söz konusuydu gerçekten de. O’nun (iltifâtının) uzaklığı cehennem gibi bir hâletti insâniyetimiz için. Fakat olayları O’nun taht-ı emrinde okumak, O’nun da sonsuz hikmet ve rahmet sahibi olduğunu düşünmek gene rahatlattı bizi. Dehşetimizin hararetini aldı bir nebze.
Aynı kardeşi gibi bir acip vaziyet gördü. Bu dahi tedehhüş etti fakat kardeşinin dehşetinden bin derece hafif. Çünkü güzel ahlâkı ona güzel fikir vermiş ve güzel fikir ise ona her şeyin güzel cihetini gösteriyor.
Zaten daha sonra anlaşıldı ki büyük bir hikmete mebnî imiş bu yaşananlar:
Hikmeti tavziftir. Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki bütün terakkiyât-ı maneviye-i beşeriyenin ve bütün istidadât-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve mahiyet-i insaniyenin bütün esma-i İlahiyeye bir ayine-i câmia olması o vazifenin netâicindendir.
Böyle küllî bir hayrın ortaya çıkmasını sağlayacak olan şer, neticede hayır hükmüne geçeceğinden dolayı o şerre müsaade edildi ve olanlar oldu. Evet fatura bizim nefsimize kesildi, cüz’i ihtiyarideki meyelan bize verildi. Ancak kusurunu gören ve itiraf edip istiğfar edenler o yükten de kurtuldu. Öyle insanlar şeytanın ümitlerini kuruttu.
Nefsini ittiham eden kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden istiğfar eder. İstiğfar eden istiaze eder. İstiaze eden şeytanın şerrinden kurtulur.
Böylece cüz’i iradelerine hapsolmayıp küllî iradeyle bütünleştiler. Yani O’nun iradesine tam muvafık bir hâl kesbettiler.
O çare ise şudur ki: O cüz-i ihtiyarîden dahi vazgeçip, irade-i ilahiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenab-ı Hakkın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır.
Sonuç olarak Allah’ı vekil kılanların kazandığı, nefsini vekil kılanların kaybettiği bir yaman imtihan alanı oldu bu dâr-ı dünya. O halde bu kelamı edelim vekîl:
حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
- Tefekkür nedir? - 6 Kasım 2023
- Risale-i Nur mealci zihniyeti ifşa ediyor mu? - 22 Ağustos 2023
- Fıtratın uyumu ve LGBT’nin sapkınlığı - 21 Temmuz 2023