Ben Ömer’in kulağıyım

Ben Ömer’in kulağıyım

Ben onun başının iki yanında yer alan dış, orta ve iç olmak üzere üç bölümden meydana gelen denge ve işitme organıyım. Evet ben Ömer’in kulağıyım. Ömer bir süre önce çalıştığı şirketin yeni aldığı kompüterden hayli etkilenmiş. Belki bu kompüter harika işler yapabilir, ama benim yanımda bir beton karıştırıcısı kadar basit ve kabadır. Belki ben bir minyatürizasyon harikası olarak yaratıldığım için onu küçük görüyorum. Sanılmasın ki Ömer’in vücudunda her hangi bir organ derlenip toparlanıp benim gibi küçük bir yere sığabilsin. Ben büyük bir şehrin telefon şebekelerini çalıştıracak bir elektrik devresine sahibim. Ben aynı zamanda bir çeşit otomatik koruyucu gibi Ömer’i tepetaklak düşmekten korurum. Ömer bunu benim düşünüp yapamayacağımı anlasa kendisinin Rabbi tarafından nasıl hıfzedildiğini anlar.

Ben Ömer’in sağ kulağıyım. Bütün bunları cevizden daha büyük olmayan bir yerde yaparım. Hâlbuki eşimle ben bir hizmetçi olarak yaratılmasaydık o zaman Ömer kendisini sessiz bir dünyada hissederdi. Demek biz onun ruhundan sesler dünyasına açılan pencereleriz. Ömer bizi sadece başının iki tarafında kanatçığa benzer bir organ olarak kabul eder. Hakikaten benim bu görülen dış kulak kısmım ses toplayan bir huni gibidir. Buradan 2,5 cm uzunluğunda bir kanal meyilli olarak kulak zarına gider. Bu kanal iç bölümleri korumak ve içeri giren havayı ısıtmak, sesin daha tatlı duyulmasını sağlamak için kıvrımlı şekilde yapılmıştır. Bu kanalda bir hayli tüy ve 4000 kadar kulak yağ bezi vardır. Bu tüyler ve yağlar adeta sinek kâğıdı görevini yaparlar. Toz ve benzeri tahriş edici maddelerin iç kulağa girmesine engel olurlar. Ayrıca kulak kiri temiz olmayan sulara karşı koruyucudur. Ömer göze çirkin görünen bu kulak kirlerini temizlemede ileri giderse kulak zarına zarar verebilir. Esasen o ne kadar temizlese ben hemen eksilen kadar tamamlarım. Gergin ve dayanıklı bir zar dokusundan yapılan kulak zarının çapı bir santimden biraz fazla olup burası çok karışık olan duyma işinin yeridir. İzn-i ilahi ile ses taşıyan hava dalgaları tıpkı bir davulun tokmağı gibi bu zara çarpar, bir fısıltının dalgaları bile çok az hatta 1 santimin 1 milyonda biri kadar olsa bu zarı içeriye iter. Kulak zarının bu çok küçük hareketi, bugün tamamen anlaşılmayan olaylar zincirini başlatır. Ve insan için bir mana taşıyan ses halini alır.

Şimdi de kulak zarına çarpan hafif ses dalgasının Ömer’in bir fasulye büyüklüğündeki orta kulağında nasıl yükseldiğini görelim. Orta kulakta üç tane küçük kemik bir arada asılı bulunmaktadır. Bunlar belli belirsiz örs, çekiç, üzengiye benzedikleri için bu isimleri almışlardır. Bunların görevi kulak zarının çok küçük hareketlerini yükseltmek ve bunları 22 defa ampfiye ederek üzengi kemiğinde bulunan oval bir pencere yoluyla iç kulağa iletmektir. İşitmenin asıl organları iç kulağın, vücudun en sert kemiklerinden yapılmış ve sulu bir sıvı ile dolu kale gibi bir kavuk içinde bulunur. İç kulaktaki en önemli yer salyangoz korteladır. Onun kıvrımlı olan iç kısmı mikroskobik saç kılına benzer sinir hücreleriyle doldurulmuş olup her birisi ayrı titreşimde ses verir. Orta kulağın üzengi kemiği iç kulağa giden oval pencereye vurduğu vakit iç kulaktaki sıvı da bir titreşim başlar. Kılcal hücrelerde med-cezir’in dalgalarının etkisiyle deniz yosunlarının hareketine benzer bir şekilde dalgalanmaya başlar. Bu dalgalanma işitme sinirlerini besleyen bir elektrik akımı meydana getirir. Ve bu akım buradan 1,89 cm uzakta olan Ömer’in beynine gider. İşitme siniri bir kurşun kalem içindeki kurşun kalınlığında olup 30.000’den fazla devreyi kapsamaktadır. Bu iç kulak binlerce elektriksel mesajları besler.

Benim diğer arkadaşım da aynı görevleri yapar. Bu verileri düzene sokarak manalı sesler haline çevirmek beyinin görevidir. Ömer biraz dikkat etse işitme fiilinden kendi dest-i ihtiyarına verilen pek bir şeyin olmadığını anlar Şimdiye kadar yalnız hava dalgalarıyla nakledilen sesten bahsettim. Ömer kemikler aracılığıyla nakledilen sesleri de duyar. Ömer konuştuğu zaman sesin bir kısmı ağzından dışarı çıkar ve benim kulak zarıma çarpar. Fakat bir kısmı da çene kemikleri aracılığıyla doğruca iç kulak sıvıma ulaşır. İşte bunun içindir ki Ömer kendi sesini, kendisini dinleyen bir kimseninkinden başka türlü duyar. Onun ses alma cihazından dinlediği kendi sesini tanımakta zorluk çekmesinin nedeni de bu noktadadır. Ömer’in rendelenmemiş havuç yediği zaman büyük bir gürültü kopardığını sanması da bundan ileri gelmektedir.

Fakat biliyor musunuz ki işitme benim çok marifetli içkulağımın hikâyesinin ancak bir kısmıdır. İç kulağın üstünde üç tane küçük ve sıvı ile dolu yarım daire şeklinde kanal vardır. Bu kanallar Ömer’in denge organlarını teşkil ederler. Bunlardan biri aşağı ve yukarı, hareketleri, diğer biri ileri hareketleri, üçüncüsü de yanlamasına hareketleri tespit eder. Eğer Ömer düşmeye başlamışsa kanallarımdan birindeki sıvının dengesi bozulur. Burada bulunan kıl hücreleri bu bozulmayı tespit eder ve hemen Ömer’in beynine haber ulaştırır. Beyin de ilgili kasları sıkmak suretiyle Ömer’in dik bir şekilde ayakta kalmasını sağlar. Ömer çocuk iken arkadaşlarıyla dön be dön oyunu oynamayı çok severdi. Başları dönünce de düşmemek için yere çömelirlerdi. Bu oyunda olan şu idi: Biraz önce söz konusu ettiğim kanallardaki sıvı hızla ve devamlı şekilde yer değiştirir. Ve bu değişiklik haberleri mütemadiyen beyne gider. Beyin ise bu haberlere göre gereken emirleri vermek için zaman bulamaz, yani beyin denge için gerekli kontrolü sağlayamaz. Bir de dalgalı bir denizde seyreden bir botta olduğu gibi bu sıvının devamlı şekilde yer değiştirdiğini kabul edersek, o zaman başka organlar da işin içine karıştırmaya başlar. Bu durumda Ömer terler. Ve arkasından da gemi tutması hastalığı kendini gösterir.

Ömer’in işitme gücü doğduğu günden başlayarak gitgide azalmıştır. Dokularım esnekliğini kaybettikçe işitme de zayıflamakta, kıl hücreleri dejenere olmakta ve önemli kısımlarda kalsiyum birikintileri toplanmaktadır. Ömer daha bebek iken 16 ila 30.000 sikl (titreşim)lik sesleri duyabilirdi. Eğer 16 sikl’den daha aşağı sesleri işitebilseydi, o zaman vücudunun titreşimlerini de duyacaktı. Hakikatte Ömer kendi vücudunun titreşimlerini de duyabilir. Kulaklarını parmaklarıyla tıkayacak olursa derinden derine kulağına gelen gürültü parmak uçlarının damar atışlarıyla kol kaslarından gelmektedir. Ömer 17-18 yaşlarına geldiği zaman işitme sahasının üst sınırı saniyede 20.000 sıkl’e düştü. Elli yaşında 8.000 sikl, 80 yaşına gelirse 4.000 sikl düşecektir. O zaman o sessiz bir odadaki sesleri duyabilecektir. Fakat gürültülü bir yerde duymakta güçlük çekecektir. Ve alçak tondaki sesleri yüksek tondakilerden daha iyi işitebilecektir.

Onun desibel kayıpları da vardır. Desibel sesin belirli bir frekanstaki şiddetini tayin eder. Sessiz bir odada 120 cm uzaklıktan duyulan fısıltının şiddeti yaklaşık 30 desibel, Normal konuşma şiddeti 60 desibel, orkestra ise 120 desibel, tüfek sesi 140 desibeldir. Desibel de 10 puanlık bir yükselme ses şiddetinin 100 misli bir artışı demektir.

Benim gibi kompleks bir yapının bozulma ihtimali de çoktur. Kulak zarı delinmesi sık olur. Bereket versin ki bu delinmeler vücudun kendini yenilemesiyle kapanır. Veya bir ameliyatla bunun tamiri mümkün olur. Kulak çınlaması veya kulak içindeki çınlamaya benzer sesler başka bir sıkıntı kaynağıdır. Bu çınlamalar antibiyotikler, ateş, kan dolaşımı değişikliği, ses sinirinin üzerindeki tümörler gibi birçok şeylerden ileri gelebilir. Çınlamaya sebep olan faktör izlenip yok edildikten sonra ben de çoğu kez gürültüyü keserim.

Orta kulak enfeksiyonları da başka sıkıntı kaynağımı teşkil ederler Antibiyotikler keşfedilmeden evvel bunlar işitme yeteneğinin tamamıyla kaybına kadar varırdı. Ömer nezle olduğu zaman akıllı hareket edip sert şekilde burun temizliğine kalkmamalı, aksi halde beni tahriş etmiş olur. Ömer’in bu gün endişe etmesi gereken en büyük tehlike ses kirlenmesidir. O sesli işlerde çalışan işçilerin işitme sıkıntılarıyla karşılaştıklarını ve Rock müziği yapanların birkaç yıl sonra işitme cihazı takma zorunda kalacaklarını bilmelidir. Fakat Ömer bu günün kulak tırmalayan gürültüsüne alışacağını ve bu velveleye kendisini uyduracağını sanmaktadır. Hayır bu mümkün değildir. Aşağı perdeden fakat çok şiddetli ve yüksek olan bir ses kulak zarına çarptığı zaman bu zarı sıkılaştıracak kaslarım vardır. Bunlar olmasaydı gelen bütün sesi içeri almak zorunda kalırdım. Bu iş Ömer’in cedleri için rahattı. Çünkü gök gürültüsü veya bir aslanın kükremesi o zamanın en yüksek seslerini teşkil ederdi. Şimdi öyle mi? Jetlerin tiz perdeli yırtıcı sesleri, perçin makinelerinin ta, ta, ta’ları beni mahvetmektedir. Bunun için Ömer ne yapabilir? Manasız gürültülere karşı savaş için konuşmalar yapabilir. Sessiz ev ve büro arayabilir. Avlanmaya çıktığı zaman kulaklarını tıkayabilir. Çünkü av tüfeğinin sesi beni hakikaten mahvedebilir. Sigara içmeyebilir, nikotin ve kahve benim için pek önemli olan iç kulak atardamarımı sıkar ve içkulağın beslenmesini kısıtlar. Ömer gözlerini devamlı muayene ettirmektedir. Ben de aynı dikkat ve ihtimamı isterdim. O sessizlik dünyasının ne derece yalnızlık ve acizlik olduğunu bilseydi, eşimi ve beni korumak için mümkün olan her türlü tedbiri almakta tereddüt etmeyecekti.

Ömer tecrübe neticesinde elde edilen malumat-ı kalbiyenin ekseriyetle kulak penceresinden kalbine girdiğini bilmelidir ve şu hakikatten her zaman yararlanmaya çalışmalıdır. Kulaktaki zar nur-u iman ile ışıklandığı zaman kâinattan gelen manevi nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hatta o nur-u iman sayesinde rüzgârların terennümatını, bulutların naralarını denizlerin dalgalarının nağamatını ve hakeza yağmur, kuş vesaire gibi her neviden rabbani kelamları ve ulvi tesbihatları işitir. Sanki kainat türlü türlü avazlarla çeşit çeşit terennümatla kalplere hüzünleri ve rabbani aşkları intiba ettirmekle kalpleri ruhları nurani âlemlere götürüp pek garip misali levhaları göstermekle o ruhları kalpleri lezzetlere zevklere gark eder. Evet kâinat azîm bir mûsıka-i zikriyedir; en küçük nağmeler, en yüksek gür güzel seslere karışmakla, haşmetli bir letâfet veriyor.

Ömer’in şunlara da dikkat etmesi gerekir. Kulaktaki zar küfürle tıkandığı zaman o leziz manevi yüksek seslerden mahrum kalır. O lezzetleri iras eden avazlar, matem seslerine inkılab eder. Bu sırra binaen bazı sesler helal, bazıları da haram kılınmıştır. Ulvi hüzünleri, rabbani aşkları iras eden sesler helaldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı tahrik eden sesler ise haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise Ömer’in ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır. Ömer’in kulağı sadâların envalarını, latîf nağmelerini ve sesler âleminde Cenâb-ı Hakkın rahmetinin güzellik ve inceliğini hissettiği için, dünyada kendine mahsus bir ubûdiyeti ve farklı bir lezzeti, ahirette ise ayrı da bir mükâfatı kazanacaktır.

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.