“Benim” dediklerin gerçekten senin mi?

“Benim” dediklerin gerçekten senin mi?

Her şey O’na ait.

Hani şu benim diye sahiplendiğin her şey.

Ya da bir şey, bir kimse için kendisinin diye vehmettiğin.

Bu vehmin ve onun gibi daha binlerce duygunun takılı olduğu “sen” O’na aitsin.

Duygularının yansımalarındaki lezzetler, güzellikler hep O’nun.

Bir bahar sabahında duyduğun kuş cıvıltıları, kuşların ve kulaklarının Rabb’inin hediyesi.

Bir lezzet sofrasında somuna el uzatırken içindeki iştah da O’ndan.

Ya da ekmeğin çıtır çıtır dokusu veya müthiş kokusu hep kâinat sahibinin armağanı sana.

Kazanda fokur fokur kaynayan çorba O’nun.

Çorbanın aşçısı ateş de, ateşin vesilesi odun da.

Çorbanın içindeki sevgi de O’nun, lezzet de.

Dünya kazanında senin için pişirilen milyon yemek hep O’nun.

Bir güzeldeki güzellik de O’nun.

Bir bebeğe baktığında içinde doğan huzur, masumiyet hissi.

Çocuğunu eline aldığında, bütün bedeninde hissettiğin buram buram şefkat.

Ya da kendini babanın kollarına bıraktığında içini dolduran “güven” O’nun mahluku.

Annenin kokusundaki cennet de, yanağına kondurduğu busedeki lezzet de, o hiç ayrılmamacasına sarıldığındaki huzur da hep O’ndan.

Eşinin elini tutup gözlerine baktığında o tarifi olmayan duygu, eşinin ve kalbinin sahibinin ikramı sana.

Gönülden bir sevgi, sözündeki söz de O’nun, ses de, nefes de.

Ya da “sen seviyorsun diye yaptım” diyerek hazırladığı kekin içindeki mutluluğu kalbine O koyuyor.

Bir başarı ile karşılaştığında bil ki o da O’nun.

Birisi seni övüyorsa sendeki bir hasletten dolayı, bil ki o senin değil, sana onu verenin. Sakın sahiplenme.

Başarılıyım derken kendini övdüğünde, aslında O’nun övgüsünü çalıyor, hırsızlıyorsun.

Başarılı bir şarkıcıysan hiç boşuna övünme. Çünkü sesin, ses tellerin O’nun. O et parçasını sana O verdi. Titreştiğinde sesi O yarattı. Ahengi içine O kattı. Sesine duyguyu O dâhil etti. Kalbine duyguyu O zerk etti.

Bir yazarsan eğer, sanma kendinde bir şey var. Manalar senin değil çünkü. Sen sadece istedin, dua ettin o kadar. Manaları aklına, hisleri yüreğine O koydu. Manaların zarfı kelimeler de senin değil. Kelimeleri yan yana getirme kabiliyetin yok senin. Sen istiyorsun, O ilham ediyor. O maddi, cismani, ruhsuz kafanda manevi, soyut, hayatlı kelimeleri O yaratıyor. O iki kiloluk müteaffin etten harika yazıları O çıkarıyor. Hitabı, beyanı sana O öğretiyor. Öyleyse sözler O’nun, yazılar O’nun.

İman dolu bir bakışla kâinata bakıyorsan, bu belki de en büyük ikramı yaratıcının.

Sakın övünme benim başarım, ben ulaştım diye.

Tercih senin de olsa, kalbindeki meyli yaratan [1], seni imana ısındıran da O. İmandaki mutluluğu gösteren, dalaletteki acıdan seni kurtaran da.

Çünkü eğer O rahmet etmese, elbette sen dalalette kalırdın.

Seni imana götüren yol da O’nun, vesile de. Kimsenin kendisine sahiplik verme o yüzden. Manalar hep O’ndan. İman da hep O’ndan.

Senin önüne açtığı uçsuz bucaksız esma-sıfat sofrası O’nun ikramı. Bak seni adam yerine koydu. Sen bir “şey” bile değilken sana rahmet etti. İsimlerini sana öğretti. “Hadi! Oku beni” dedi. Yalnızca oku! “Üzerinden yükleri kaldırmadık mı?” dedi. “Sana akıl vermedik mi?” dedi. “İki gözünü, iki kulağını oraya biz yerleştirmedik mi?” dedi.

Öyleyse sana gözü veren, eşyaya esmasını saklayan, kendisini tanıman için şevki yaratan, O’nu tanıdığında manevi cenneti kalbine yerleştiren de O.

Bak Güneş’e “nur”unu koydu. Havaya “emr”ini, kudretini. Toprak bas bas bağırıyor bak “Ya Hayy! Ya Muhyi!” diye. Annenin yüzüne rahmetini koydu. “Ben Rahim’im, bak!” dedi. Çocuğunun masumiyeti üzerine “Rahman” ismini yazdı. Eşinin yüzünde “cemal”i nakşetti. Bir çiçekte sana tebessüm etti. Dünyadaki bütün çiçeklerle seni seviyorum dedi. Her yere Rezzak, Rezzak diye damgasını vurdu, sırf sen oku diye. Sen mutlu ol, sevildiğini hisset diye.

Yetmedi. “Hadi, gel huzuruma!” dedi. Çağırdı seni. Allah dedikçe titretti seni. Ne müthiş bir duyguydu bu. Allah diyebilmek. Yok yok, o da O’ndandı. Sana ismini zikrettirdi.

Secdede kalbini dünyadan ayırdı. Kendi huzurunu koydu bütün benliğine. Ayrılmak istemedin hiç oradan. Ama ayrılmak zorunda kaldın. Bu dünyada yaşıyordun çünkü. Üzüldün ayrılığına. Ama O, hemen teselli etti seni kelamıyla. “Merak etme! Cennetimde cemalimi göstereceğim”  dedi. Sen üzülme istedi. Yine sana ikram etti.

Farkında mısın? Her şeyi sana O veriyor. Güzel dediğin, beğendiğin her şeyi.

Her şey O’nun güzelliği. Güzel dediğimiz her şey güzelliğini O’ndan alıyor.

O’nun kullarından birisinin dediği gibi “Bütün mevcudatta sebeb-i medih ve sena olan kemâlât O’nundur. Çünkü sebeb-i medih olan nimet ve ihsan ve kemal ve cemal; ve medar-ı hamd olan her şey O’nundur.

Öyleyse…

Öyleyse hamd dahi O’na olmalıdır. Her hâl üzere hamd olmalıdır. Her şey için ayrı hamdler bulunmalıdır.

Öyleyse  her hal üzere O Rabbe hamd olsun. Farkında olalım ya da olmayalım, verdiği bütün nimetlere, lezzetlere karşılık O’na şükürler olsun.

Bu zamana kadar şükrünü eda edemediğimiz bütün nimetler içinse, Senden af diliyor ve Senin ilmindeki varlıklar ve sözler sayısınca, Âdem’den bu güne kadar geçen her salise miktarınca hamdi Sana yolluyorum.

Kabul eyle, ey Rabbim!

 


[1] Bu ifadeye takılanlara hitaben: Bu satırların yazarı meyelandaki tasarrufu kişiye atfetmektedir. Meyelan ve meyelandaki tasarruf hakikatinin izahı için bkz: Yirmi Altıncı Söz, Kader Risalesi.

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.