Bilime “bilimsel” bir bakış

Bilime “bilimsel” bir bakış

Birçok bilim insanından şu sözleri duymuşsunuzdur: “Bilim bize metafiziğin olmadığını ispat ediyor!” (Metafizik kavramının yerine tanrı dahil bütün metafiziksel kavramları koyabilirsiniz). Bu sözleri belki onaylayıp ne kadar “bilimsel” konuştuğunu düşünmüş olabilirsiniz. Her ne kadar hangi yöntem ve deneylerle bunu ispat ettiğini sorgulamamış olsanız da. Veyahut metafizik inançlarınız sizi metafiziğin olmadığını ispat etmiş bir bilimin muhtemelen yalan söylüyor olduğunu ve yalanlar üzerine kurulu olduğunu düşünmeye itmiştir. Veya bu iki uç arasında bir yerlerde de bulunuyor olabilirsiniz. Peki hiç düşündünüz mü, bilime “bilimsel” bir bakış nasıl olmalı?

Evvela bilimin ve bilimselliğin ne olduğunu ve ne olmadığını ortaya koymak gerek. Ancak bundan sonra bilime bilimsel bir bakışla bakabiliriz. Bilim herkesin bildiği üzere deney ve gözlem ile sistematik bilgi üretme metodudur. Bu tanım nedense bu yüzyılın insanlarına çok kutsal geliyor. İnsanlığın diğer bilgi edinme metotlarının aksine (bunlar din, felsefe, edebiyat diyebiliriz) bilimin yaptığı iş çok basittir. Basit derken zorluk/kolaylığından ziyade sadeliğine dikkat çekmek istiyorum. Yalnızca kainatı betimlemek. Bilimin amacı kainatın, insanın anlayabileceği bir betimlemesini ortaya koymaktır. Ve bunu yaparken kainatın tamamını kusursuz bir şekilde betimleyemiyoruz çünkü mahiyet farkları var. Bir resmi tamamen düz yazıyla betimlemek ne kadar mümkünse ancak o kadar. Bu betimlemeyi yaparken de amacının kainatın yalnızca fiziksel kısmını betimlemek olduğunu söylüyor. Ve bunu söyleyerek de metodunun ne olduğunu, daha doğrusu ne olmadığını açık bir şekilde ortaya koyuyor: Metafiziksel hiçbir kanıya varmamak. Bu yönüyle bilimin tam bir objektif tavır takındığını söyleyebiliriz.

Karıştırılmaması gereken bir nüansla tabii: Bilim kainata tarafsız bir bakışla bakmak için objektif değildir. Bilim, araçsallığının bir gereği olarak kainat ve kainat üzerine inançlar hakkında herhangi bir kanıya varmamak ve tamamen tarafsız kalmak için objektiftir. Bu yüzden herhangi bir inanç sistemi veya felsefi bir sistem, bilimi kendi sistemi içerisine alabilir ve bilimsel bilgiyi kendi sisteminin yapısı doğrultusunda yorumlayabilir. Ancak bu yorum artık bilime ait değildir. Yani “bilimsel” değildir. Bu yorumlar hakkında konuşmadan önce bilimin metafizikselliği nasıl yok saydığını incelemekte fayda var.

Kainatı çok temel bir ayrım olan fizik-metafizik olarak ikiye ayırdığımız zaman, bilim kainatın yalnız fiziksel yönüyle ilgilenir. Sözgelimi ruh-beden ilişkisinde bir insan tasavvur edildiği vakit, bilim ruh kısmıyla hiç ilgilenmez. Ruhun insan fizyolojisine etkilerini araştırmaz. Onu yok sayar ve araştırmasını o yönde ilerletir. Ancak bu, ruhu inkar ettiği anlamına gelmez. Veyahut insan fizyolojisini ruh kavramına yer vermeden tutarlı bir biçimde açıklamış olması ruhun olmadığının ispatı değildir. Buna aynı kavramlar doğrultusunda şöyle bir örnek verebiliriz: Bilim insan fizyolojisini açıklarken/incelerken bütün fiziksel kuramlardan kavramsal boyutta bahsetmez, onları araştırmasına dahil etmez. Zaten fizik arka planda işliyordur, bulunan bulunmayan bütün “fizik” etkisini insan fizyolojisinde gösteriyordur. Bizim fizyoloji çalışmalarımıza bütün fiziksel kavramları dahil etmememiz fiziğin olmadığını veya fizyoloji tarafından kabul edilmediğini göstermez. Bu çalışma fiziğin bütün kavramlarını kendi kavramları içerisinde eritmiş ve barındırmıştır. Fiziksel bütün etkilerin net bir sonucu olarak karşımızda fizyolojik etkiler ve bunların fizyologlar tarafından yapılmış kavramsallaştırmaları vardır. Aynı fizyolojinin ruh kavramına yer vermeden yapmış olduğu tutarlı açıklamalar, ruhun eğer fizyolojimize bir etkisi varsa (ve tabii ki ruh da varsa) bunun fizyolojik kuramlar içerisinde eritilmiş bir şekilde var olmasındandır. Ruhun etkisini gözlemleyebilecek deneysel çalışmalar yapmadığınız sürece ruhun etkisi için ayrı kavramlar türetemezsiniz. Yokluğunu ispat etmediğiniz sürece de etkisinin yokluğunu öne süremezsiniz. Başta da söylediğimiz gibi metafiziğe gözlerini kapayan bilim bu kulvara girmeyeceğini önceden söylemiştir. Bu yönüyle bilim adına herhangi bir metafiziksel kavramın olmadığının ispatlandığı söylenemez.

Metafiziğe göz yummanın onun olmadığını ispatlamadığını söyledikten sonra tanrı-alem ilişkisine (en büyük metafiziksel kavram olan tanrının alemle ilişkisi metafizik-fizik olarak ayrılmış kainatı incelemeye en güzel örnektir) üç farklı düşünce sisteminin bilimsel perspektiften nasıl bakacağını inceleyelim.

Bir sanatçı hayal edelim ve bu sanatçı bir dans koreografisi icra ettirmek istesin. Kendi arzusuna göre on farklı robot üretsin ve bu robotlarla zihinsel bir bağlantısı olsun. Robotlar sanatçının isteklerini anında gerçekleştiriyor olsun ve dans bu şekilde icra edilsin. Sanatçının tamamen kendi iradesi doğrultusunda gerçekleştirdiği bu uzun dansı kendisini görmeden izleyen insanlar mantıksal düşünceleri sayesinde bu koreografide örüntüler bulmaya başlayacaklardır. Dansın içindeki bu örüntüler öyle karmaşıktır ki platformda bulundukları yerlerin örüntüsü başkayken, el hareketlerinin örüntüleri başkadır. Çok uzun veya çok kısa periyotlu örüntüler olabilir. Çıkardıkları seslerin, söyledikleri şarkının, sahnenin ışıklarının örüntüleri de vardır. Aslında bu robotlar o kadar özeldir ki atomlarının o an nerde olması gerektiği bile tamamen sanatçının iradesine bağlıdır ve bunların da bir örüntüsü olabilir. Elbette ki bu örüntüyü bulmak çok daha zor olacaktır. Ancak herhangi bir örüntüye tabi olamayacak kadar eşsiz anların da var olabileceğini unutmamak gerek. İzleyiciler yavaş yavaş bu örüntüleri fark etmeye ve not etmeye, aralarındaki ilişkiyi formüllerle ifade etmeye başlar. Ve bir süre sonra oluşan “örüntü kitabı” sayesinde dansın geleceğini tahmin edebilecek bilgi düzeyine sahip olurlar. Ancak örüntülerin derinliğinden ötürü bu tahminleri dansın tamamını kapsayamaz. Örneğin robotların bulunacakları konumu tahmin edebiliyor ancak tam o anda söyledikleri şarkının notalarının ne olduğunu tahmin edemiyor olabilirler. Bu tasavvuru daha da derinleştirebilirsiniz, bu yazı için burada kesmek yeterli olacaktır.

Şimdi örüntü kitabı ve dansın mahiyeti hakkında yapılabilecek farklı yorumlara bakalım. Bu insanlar ne robotlar yapılırken görmüşler, ne de sanatçıyla tanışmışlardır (Din-bilim ilişkisinden ziyade bilimin kainat tasavvuru hakkında inceleme yaptığımız için nübüvvet kavramına bu yazıda değinmedik). Ancak belli bir mantıksal düşünce yetenekleri, bilinçleri, idrakleri ve iletişim becerileri vardır. Bu fenomonolojik tecrübeleri yapacakları yorumun temelini oluşturacaktır aslında. Bir grup bu robotların eşsiz olmayıp bazı fabrikalarda yapıldığını ve yapılırken örüntü kitabına göre programlandığını, bu sayede bu dansı gerçekleştiriyor olduklarını düşünebilir. Bu düşüncelerine göre örüntü kitabı önceden vardır (veya robotlar yapılırken yapılarının bir gereği olarak bu örüntüler ve dolayısıyla örüntü kitabı oluşmuştur) ve koreografi onun bir gereği olarak sahnelenmektedir. Bu görüşe sahip insanlar sanatçının varlığını ve robotları onun yaptığını düşünmemekte, böyle bir iddiayı da reddetmektedir. Gerçeğe muhal bir tasavvurları olmasına rağmen bu görüşleri örüntü kitabının mahiyetini ve pratikteki kullanımını etkilemez. Diğer bir grup bu robotların “zeki” olduklarını, kendi vücutlarını oluşturduklarını, aralarındaki iletişim ve bilgi düzeyleri doğrultusunda böyle bir koreografi sahnelediklerini düşünebilir. Bu görüşe göre ise örüntü kitabı önceden yoktur, robotların varlığı örüntülerin oluşumuna sebebiyet verir. Elbette ki bu görüş de örüntü kitabının gerçek mahiyetine ve pratikteki kullanımına bir zarar vermez. Diğer bir grup da dünyada başka bir örneğinin gösterilemediği bu robotların el yapımı olduğunu ve bu koreografinin sanatçının iradesi doğrultusunda gerçekleştiğini düşünebilir. Bu üç fikir de “örüntü kitabı” gibi bir olgunun nereden kaynaklandığına dair yürütülen fikirlerdir. Örüntü kitabının pratikteki kullanımı (dansın geleceğinin tahmini ve seyrin zevkine kattığı lezzet) bu görüşlerden etkilenmeyecektir. Bu fikirler pratikteki kullanımı belirlememiştir. Pratikteki kullanımın doğruluğu ve fayda sağlaması bu üç fikirden herhangi birini ispat edecek mahiyette değildir çünkü bu fikirler örüntü kitabını kendi sistemleri içerisine almışlar, örüntü kitabının içerisinde bu sistemlerini oluşturmamışlardır. Örüntü kitabı sanatçının varlığı, robotların ve örüntü kitabının mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi içermediğinden, bu boşluklar sözü geçen düşünce sistemlerinin yorumları tarafından doldurulmuştur. Örüntü kitabının mahiyetler hakkında bilgiler içermemesi düşünce sistemleri içerisindeki mahiyetlere dair yorumlarla çelişmesini engellediği için mahiyetler hakkında üç farklı yorum içeren üç farklı sistem “kendi içerisi”nde örüntü kitabının tutarlı bir açıklamasını yapabilir. Ancak tekrar değinmek gerekirse tutarlı açıklamaların yapılabiliyor olması örüntü kitabının bu açıklamaları desteklediği anlamına gelmez.

Kolayca anlaşılacağı üzere sanatçı Allah’tır. Örüntü kitabı bir bütün olarak “bilim”dir. Bilim temel bir bakışla hareketin gözlemlenmesidir aslında. Bu yönüyle hareketler arasındaki ilişkiyi gözlemlemiş olur. Yani dansımızdaki örüntüleri. Hareketin mahiyeti hakkındaki yargıları son derece kısıtlıdır aslında. Newton kütle çekim yasasını ortaya atarken kuvvetler ve kütleler arasındaki bulduğu örüntüyü formülize etmiştir. Bu genel geçer bir matematiksel denklem ve gözlemlenebilir bir örüntüdür, kütlelerin hakiki manada birbirlerini çektiği anlamına gelmez (Ancak kütlelerin birbirini çekmediğini söylemek de çektiğini söylemekle eşdeğer bir metafiziksel yorumdur). Örneğimizdeki üç farklı sistem kütle çekim olgusuna üç farklı yorumda bulunacaktır ancak hiçbiri yüksekten bırakılan bir topun ne kadar hızla yere çarpacağını hesaplayabileceğimiz formülün kullanımını etkilemez. Formül bize kainattaki hareketleri anlamamızı kolaylaştıracak basit bir betimleme sunmaktadır.

En baştaki sorumuza dönecek olursak eğer bilime bilimsel bir bakışta bulunabilmek için bilimsel yöntemi kullanmalıyız. Yani metafizik kavramlara gözümüzü kapayarak bilime bakmalıyız. Bunu hakiki bilimsel bilginin ne olduğunu anlamak için yapmalıyız sadece. Böyle yaparsak eğer bir ateist ve bir teist fizyolog fizyolojik problemlere karşı aynı pratik yaklaşımı geliştirebilecek ve aynı sonuçlara ulaşabileceklerdir. Ama herhangi birisi kendi metafizik inançlarını bilime doğrulatmak istediği an bilgi bilimsel olmaktan çıkacak ve uzlaşma sağlanamayacaktır. Söylemek istediğim şey bilim insanlarının metafizik kavramları unutmaları gerektiği değildir elbette. Hatta bilimi kendi inançları doğrultusunda yorumlamamaları gerektiğini de söylemiyorum. İnsan bir bütündür ve objektif değil sübjektif bilgiyle düşünür. Birçok bilimsel keşfin arkasında o dönemde bilinen objektif bilgiler değil bilim insanlarının sübjektif fikirleri yatmaktadır. Problem olan şey bilim insanlarının kendi düşüncelerini ve yaptıkları yorumları “bilim” olarak sunmalarıdır. O halde bir bilim insanı size “bilimin tanrının olmadığını ispat ettiğini” söylediğinde tekrar düşünün. Ve bunu hangi bilimsel deneylerle ispat ettiğini sorun. Unutmayın ki bir şeyin bilimsel olarak ispat edilememesi, aksinin bilimsel olarak ispat edildiği anlamına gelmez. O, yalnızca bilimsel olarak ispat edilememiş bir “şey”dir.

Ali Osman Çetin
Latest posts by Ali Osman Çetin (see all)
Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.