KORONAVİRÜS SALGINININ tüm dünyayı tehdit ettiği bugünlerde nefsinin kusurunu ve aczini görebilenler için Kur’an-ı Kerim’deki peygamber duaları ve özellikle Yunus aleyhisselamın duasının ciddi rağbet kazandığı günleri yaşıyoruz. Mesela virüs salgının kalkması için Yunus aleyhisselamın “لاَ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ” duasının seksen bir milyon defa zikredilmesi hedefiyle çalışmalar yapılıyor.
Öncelikle musibetin duanın vakti olduğu yoksa duanın asıl gayesinin musibeti kaldırmak olmadığının farkında olunarak sırf ilahi rızayı kazanmak için dua edilmelidir.[1] Diğer taraftan ise duaların özellikle de peygamber dualarının özünün anlaşılması ve içselleştirilmesi çok mühimdir. Yunus aleyhisselamın duasının hakikatini ve sırrını izah eden Birinci Lem’a da bu manada çok kıymetli ve eşsiz bir risale metnidir. Peygamber dualarındaki zikir ve fikri mezcetmemiz için bu metni (ve elbette Eyyub aleyhisselamın duasının hakikatinin anlatıldığı İkinci Lem’a’yı) bugünlerde mutlaka tekrar (tekrar) okuyup hayatımıza aktarmaya çok ihtiyacımız var.
Risale-i Nur talebeleri için Yunus aleyhisselamın duasının hem fikir hem de zikir açısından özel bir yeri vardır. Birinci Lem’a hem Lem’alar kitabının besmelesidir hem de Risale-i Nur derslerinde en sık okunan ve dinleyenlerini her daim mest eden metinlerden biridir. Zikir olarak ise –namaz duası sonrası yapılan tesbihata nispeten çok yaygın olmasa da– Nur talebelerinin her gün akşam ile yatsı arasında otuz üçer defa zikrederek tefekkür ettiği yedi mübarek cümleden birincisidir.[2] Bu yedi cümlenin her birine dair bir risale telif edildiğinden zikrederken tefekkür etme yolu da açılmıştır.[3]
Benim bu yazıyı kaleme almamın sebebi aslında Birinci Lem’a’da yer alan şu dikkat çekici cümleye dair bir ders notumu görüşlerinizi almak niyetiyle paylaşmak istememden kaynaklanıyor:
Biz dahi o münâcâtın sırrıyla لاَ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz. لاَ اِلٰهَ الاَّۤ اَنْتَ cümlesiyle istikbalimize, سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza, اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celb etmeliyiz.
Yunus aleyhisselamın hikmetli ve makbul duası zahiren kısa ve öz ancak hakikat yönünden muhteşem ve azametli bir kâinat tasavvurunun da sözlerine yansımasıdır. Bu etkileyici dua ilah-kâinat-insan ekseninde kulluğun gerektirdiği dengeli duruşu tam ve mükemmelen ifade etmektedir. Bu beliğ duada öncelikle Allah’tan başka hiçbir ilah tanımama, ikinci olarak yeryüzündeki tüm varlıkların tesbih, hamd ve ibadetlerinin farkında olma ve son olarak da nefs-i emmareyi temize çekmeyerek acz ve kusuru anlama farkındalığı söz konusudur. Bu külli tasavvur ise kâmil bir insanda olması gereken derin bir farkındalık ve belagatli, hakikatli bir duada olması gereken külli bir muhatabiyetin anahtarıdır.
“La ilahe ente” cümlesinin istikbalimize bakmasını şöyle anlıyorum: Bu cümle kime ve ne maksatla dua edilmesi gerektiğinin şuurunu kazandırıyor. Dua yalnız Allah’a edilir. Onun haricindeki hiçbir varlık duanın asıl/ana maksadı olamaz. “İbadet ve duanın sebebi ve neticesi emir ve rıza-i İlahîdir, faidesi uhrevîdir”.[4] Yani duanın başı Allah’ın emri olması ve neticesi de onun rızası için olmasıdır. Bir başka ifadeyle duamızı “emir ve rıza parantezi”ne alıp içine hiçbir şeyi dâhil etmemeliyiz –ki ihlâs da ancak böyle elde edilir. Dua bu yüce maksadı yönelik olmasıyla insanın istikbalini nurlandırarak hayata ve her şeye ebedi bir anlam kazandırır. Hayat yolculuğu kabirden, haşirden, mahkeme-i kübradan ta cennete ve Allah’ın huzuruna çıkıp O’nu görmeye (rü’yetullah) kadar terakki eden bir süreçtir. Yani dönüş/rücu Allah’adır. İmanlı biri için huzur-ı İlahi ve saadet-i ebediye muhteşem bir rücudur. Bu manada dua eden bir müminin varlık tasavvurunda nurlu ve ebedi bir istikbal vardır. Ehl-i küfür için istikbal ise kabirden ta cehenneme kadar nice farklı zulmet süreçlerini ifade etmektedir. Cennetin en büyük saadeti Allah’ı görmek ve rızasını kazanmak olduğu gibi Cehennemin en büyük mahrumiyeti/şekaveti de huzur-ı ilahiden ebedi olarak uzaklaştırılmaktır. Her bir duada bu manada muhteşem bir istikbal projeksiyonu söz konusu iken duasızlık ise bu nurlardan mahrum bir şekilde iç içe karanlıklara giriftar olmaktır.
“Sübhaneke” kelimesinin dünyaya bakması ise dua eden kişinin tek olmadığı, kâinat genişliğinde bir dua halkasına dâhil olduğu külli şuurunu kazandırıyor. Kâinattaki ve yeryüzündeki her varlık Allah’ı –şuurlu ya da şuursuz, kavlen ya da hâlen–tesbih ederek ibadet etmektedir. Bu manada kâinat nice muhteşem cami ve mescitlerle dolu bir şehir gibidir. Yeryüzü de kâinattaki mescitler içinde en dikkat çekici olanıdır. Her bir yıldız, gezegen gibi gök cismi hâl diliyle Allah’ı tesbih ettiği gibi aynı zamanda bir mescit mahiyetinde şuurlu bir şekilde tesbih ve hamd eden nice melek ve ruhanilerle şenlendirilmiştir. Ancak bulut, dağ, deniz, nehir, maden ve canlı türlerinin fertleri sayısınca çeşit çeşit tesbih ve tahiyyelerin Allah’a takdim edildiği yeryüzü mescidi kâinat şehrinde özel bir konuma sahiptir. “Sübhaneke” kelimesi tenzih manasını ifade ettiği için hiçbir varlık hiçbir fiilinin yaratıcısı olmadığının unvanıdır. Bu manada zerrelerden meleklere her varlığın vazifesi ancak istidad, ihtiyaç, ıztırar, fiili ve kavli gibi dualarla Allah’tan istemektir. Kısaca bu mübarek kelime yaratılmış her şeyi dua edenler parantezine almaktadır.
“İnni küntü mine’z-zalimin” ifadesi ise dua edenin kendisini tanıması, iç yolculuğunu derinleştirmesi, nefsinin mahiyetini anlaması, kusurları ve şerleri yalnız kendinden bilmesi, dua etmeye ne derece muhtaç olduğunu idrak etmesi gibi kulluk hakikatleri ve sırlarının unvanıdır. Bu ifade aynı zamanda “Sana ne hayır erişirse Allah’tan, her kötülük erişirse nefsindendir”, “Nefsinizi temize çekmeyin” gibi ayetlerin sırrıyla hemhal oluşun bir yansımasıdır. “Nefsine zulmetme” kavramı Kur’an’da sıkça zikredilen ifadelerden olup kulluğun anahtarı mahiyetindeki kavramlardan biridir. Nefsimize zulmettiğimizi gerçek anlamda fark edip kabul ettiğimizde her şeyin Allah’ın birer emaneti olduğunu, ancak O’nun adına ve O’nun izni dairesinde kullanılması gerektiğini idrak etmiş oluruz. Bu ise bizi kulluğa yakışır bir kıvama getirir ve dua hakikati her hâl, tavır ve fiilimize nüfuz ederek onu nurlandırır, bereketlendirir, anlamlandırır. Öyle ki her hâl, tavır ve fiilimiz bir nevi dua hükmüne geçer.
Tekrar altını çizmem gerekirse Yunus aleyhisselamın duası hem tevhid sırrına hem de külli bir varlık tasavvuruna sahip makbul ve muhteşem bir duadır. Kur’an-ı Kerim de Yunus aleyhisselamın duası gibi zikrettiği tüm peygamber dualarıyla bizlere bir abdin Mabud-ı zülcemaline nasıl külli bir tarzda muhatap olabileceğinin en güzel ve en mükemmel misallerini vermektedir. Peygamber dualarının hikmeti ve hakikatini keşfederek zikir ve tefekkür edebilmemiz duasıyla…
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 23. Söz, 5. Nokta; Nursi, Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektub, Birinci Zeyl; Nursi, Lem’alar, 25.Lem’a, 17. Deva.
[2] بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
اِذْ نَادٰى رَبَّهُ اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ
يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى
لِلَّذِينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَۤاءٌ
[3] Birinci cümle Birinci Lem’a’da, ikincisi İkinci Lem’a’da, üçüncüsü Dördüncü Lem’a ve On Birinci Lem’a’da, dördüncüsü Dördüncü Şua’da, beşincisi Yirmi Dokuzuncu Lem’a’nın Altıncı Bab’ında, altıncısı Üçüncü Lem’a’da ve yedincisi de Yirmi Beşinci Söz gibi risalelerde izah edilmiştir.
[4] Nursi, Emirdağ Lahikası.
- İmanperver - 24 Ocak 2023
- Öfke musluğu - 4 Ekim 2022
- Selam deyip geçmeyin - 26 Nisan 2022
güzel analiziniz için teşekkür ederiz abi. bilhassa parantez analojileri harika 🙂
bir de kapak fotoğrafı çok hoş olmuş. hayalen içine girerek yunus as’ın halet-i ruhiyesini tefekkür etme fırsatı sunuyor insana. kısmen de olsa..
okuduğun ve yorumladığın için ben de teşekkür ederim kardeşim. inşallah bu konuda çok daha fazla nitelikli düşünme, yazma ve konuşmaya vesile olur.
Bir türlü anlayamadığım bir konuya değindiğiniz için Allah razı olsun Mustafa abi. Bir parça daha vuzuha kavuştu mesele. Fakat duadaki cümlelerin üç noktayla (istikbal, dünya, nefis ; özellikle ilk ikisi) irtibatlarını kurmakta hala zorlandığımı ifade etmeliyim.
Seni çok iyi anlıyorum Fatih kardeşim. Külli hakikatler sürekli anlama çabalarını gerekli kılar. Ne kadar bilindiği düşünülürse düşünülsün, ne kadar açıklanırsa açıklansın her zaman için tekrar düşünülmeyi ve açıklanmayı hak eder. Burada işin özü şu aslında: Gafletimiz nedeniyle bizi sıkan üç karanlığa (istikbal, dünya, nefis) karşı Allah’ın merhametini celbetmek ve bu karanlıkları aydınlatan şifreleri devşirmektir. İşte Yunus aleyhisselamın duasında bu üç anahtar var. Tevhid istikbalimizin, tesbih dünyamızın ve tezkiye etmemek de nefsimizin karanlıklarını aydınlatıyor…
Makalenizi okuduğumdan beri, emir ve rıza parantezinin içinin boş kalması mümkün mü diye düşünüyorum. “Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasden istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faideler ve kendi kendine terettüb eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münafî olmaz. Belki zaîfler için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler.” ve ” hakikatın aksine olarak, şu zamanın nazarı ise, maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor.” cümleleri zihnimde yankılanıyor. Sanırım ibadetlerin hikmet boyutuna belki de çokça sarfı nazar edildiği şu zamanda (hususan ramazanda olmamız hasebiyle) parantezin içini temizlemem gerektiğini düşündürdü makaleniz. Teşekkür ediyorum.
başta ramazan-ı şerif ve koronavirüs günlerinin fırsatları parantezin içini boşaltmak için imkanlar sunuyor. lakin dikkat çektiğiniz gibi zayıflıklarımızı takviye için “parantez dışı” müşevviklere de bazen ihtiyaç oluyor sanki..