Muhterem ağabeylerim (kardeşlerim) Hizmet Rehberine derc edilmiş, Risale-i Nur Külliyatında Üstadımızın talebelerine olan tavsiy-emir-lerini paylaşmak istedim.
Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki bana göre: “Cemaat nedir?” sorusuna kalb ve aklımda husule gelen cevap “Farklı BEN’lerin Birlikteliği” oluyor. Yani kum, su, çakıl taşı ve çimento; yapıları itibariyle çok farklı olan bu unsurlar ancak bir araya geldiğinde HARÇ’I açığa çıkarabilmektedir. Aksi halde harç vücuda gelmez gelemez. Gelse de…
Çakıl taşı suyu eleştirmemeli, neden benim gibi yumuşak ve akışkan değilsin diye. Elbette taş da suyu sert olmamakla tenkit etmemelidir. Kum çimentoya tabi olurken, çimento da diğerlerine… Hulasa bu denklem hepsi için geçerlidir. Eğer harç önemli ve ihtiyaç ise bu farklı unsurlar aynı amaç için başka bir HAKİKATE dönüşmek adına mütehammil olmalıdır.
Bu uzun hakikati kısa kesip Hizmet Rehberi’nden aldığım pasajları yorumsuz paylaşıyorum. Allah rızası için Zübeyir ağabeyin dediği gibi kendi nefsimize okuyalım, ta ki istifadeye medar olsun.
Kendisi haklı da olsa, kardeşine itiraz ve tenkit etmemek
[Birden ruhuma gelmiş bir endişeyi beyan ediyorum.]
Ehl-i dalalet Risale-i Nur’un elmas kılınçlarına mukabele edemedikleri için, şakirtleri içinde derd-i maişet cihetinden ve bahar mevsimi gafletinden istifade ederek -meşrepler veya hissiyâtları muhalefetinden- zayıf damarları bulup, şakirtler içindeki tesanüdü sarsmak istediklerini hissettim ve anladım. Sakın, çok dikkat ediniz! İçinize bir mübâyenet düşmesin. İnsan hatadan hâlî olamaz. Fakat tevbe kapısı açıktır.
Nefis ve şeytan sizi kardeşinize karşı itiraza ve haklı olarak tenkide sevk ettiği vakit deyiniz ki “Biz, değil böyle cüz’î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünyevî saadetimizi Risale-i Nur’un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz. O bize kazandırdığı netice itibâriyle dünyaya, enaniyete ait herşeyi feda etmek vazifemizdir” deyip nefsinizi susturunuz. Medar-ı nizâ birşey varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız; herkes bir meşrepte olmaz. Müsâmaha ile birbirine bakmak şimdi elzemdir.
(Kastamonu Lahikası, s.176.)
Risale-i Nur’a perde olmamak
Risale-i Nur Kur’an’ın malıdır. Benim ne haddim var ki sahip olayım; ta ki kusurlarım ona sirayet etsin. Belki o Nur’un kusurlu bir hâdimi ve o elmas mücevherât dükkanının bir dellâlıyım. Benim karma karışık vaziyetim ona sirayet edemez, ona dokunamaz. Zaten Risale-i Nur’un bize verdiği ders de hakikat-i ihlas ve terk-i enaniyet ve daima kendini kusurlu bilmek ve hodfüruşluk etmemektir. Kendimizi değil Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini ehl-i imana gösteriyoruz. Bizler kusurumuzu görene ve bize bildirene -fakat hakikat olmak şartıyla- minnettar oluyoruz, Allah razı olsun deriz. Boynumuzda bir akrep bulunsa, ısırmadan atılsa, nasıl memnun oluruz. Kusurumuzu -fakat garaz ve inat olmamak şartıyla ve bid’alara ve dalalete yardım etmemek kaydı ile- kabul edip minnettar oluyoruz.
(Emirdağ Lahikası-I, s. 49.)
Birbirine tarafgirane bakmamak
Mabeynimizdeki hakiki ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. Madem ben size bütün kuvvetimle itimat edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirahatimi ve haysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle rahumu da feda etmeye karar verdiğimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz.
(Şualar, s. 420.)
Birbirinin kusuruna bakmamak ve affedici davranmak
Baba ne kadar haksız da olsa oğul, onun rızasını tahsil etmeye mecburdur. Oğul da ne kadar serkeş de olsa, baba şefkat-i fıtriyesini ona karşı esirgemez ve esirgememeli. Değil böyle baba ve evlat ve mümtaz seciyeli ve Risale-i Nur’un baş şakirtleri, belki birbirinden çok uzak ve düşman da olsalar Risale-i Nur’un hatırı için Risale-i Nur şakirtlerinin mabeynindeki tefânî, birbirini tenkit etmemek, kusurunu affetmek düsturu ile, bu iki kardeşim dünyevî ve cüz’î ve hissî şeyleri medar-ı münakaşa etmesinler. Pederlik ve veledliğin iktizâ ettiği hürmet ve şefkatle beraber Nurun şakirtliği iktiza ettiği kusura bakmamak ve affetmek ve benim çok sevdiğim iki kardeşim -benim hatırım için- birbirini tenkit etmemek lazım geliyor.
(Emirdağ Lahikası-I, s. 88.)
Birbirinin kusurunu örtmeye çalışmak
Sizdeki ihlas ve sadakat ve metanet, şimdiki ağır sıkıntılarda birbirinizin kusuruna bakmamaya ve setretmeye kâfi bir sebeptir ve Risale-i Nur zinciriyle kuvvetli uhuvvet öyle bir hasenedir ki bin seyyieyi affettirir. Haşirde adalet-i İlahiye hasenelerin seyyielere râcih gelmesiyle affettiğine binaen, siz de hasenelerin rüçhanına göre muhabbet ve af muamelesini yapmak lazımdır. Yoksa bir seyyie ile hiddet etmek, sıkıntıdan gelen bir titizlik, bir asâbîlik ile zararlı bir hiddet, iki cihetle zulüm olur. İnşaallah birbirinize sürurda ve tesellide yardım edip sıkıntıyı hiçe indirirsiniz.
(Şualar, s. 277.)
Biribirine sû-i zan etmemek
Risale-i Nur şakirtlerinin tesanüdlerine zarar vermek için, birbirinin hakkında su-i zan verdiriyorlar; ta birbirini ittiham etsin. Belki filân talebe bize câsusluk ediyor der, tâ bir inşikak düşsün. Dikkat ediniz. Gözünüzle görseniz dahi perdeyi yırtmayınız. Fenalığa karşı iyilikle mukâbele ediniz. Fakat çok ihtiyat ediniz. Sır vermeyiniz. Zâten sırrımız yok, fakat vehhamlar çoktur. Eğer tahakkuk etse, bir talebe onlara hafiyelik ediyor, ıslâhına çalışınız.
(Emirdağ Lahikası-I, s. 107.)
Birbiriyle münâkaşa etmemek
Sakın sakın münakaşa etmeyiniz; casus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa, haksız olsa, bu hâlimizde münâkaşa eden haksızdır…
…
“Haklı adam, insaflı olur; bir dirhem hakkını istirahat-ı umuminin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle enaniyetli olur, feda etmez, gürültü çoğalır.”
(Şualar, s. 269-270.)
Birbirine küsmemek
İşte ey kardeşlerim! Bu hayatın bu içtimamızda “Bu kardeşim bana haksızlık etti” diye, “küstüm” demeyiniz. Bu pek hatadır. O arkadaşın sana bir dirhem zarar vermiş ise, sen küsmekle kırk dirhem bizlere zarar veriyorsun. Belki rırk lira Risale-i Nura zarar vermek muhtemeldir. Fakat pek haklı ve kuvvetli müdafaatımız, arkadaşların mükerrer isticvaba gitmelerinin önünü aldığından fesadın önü alındı. Yoksa birbirinden küsmüş kardeşler, bir sinek kanadı kadar küçük bir çöpün göze girmesi gibi veyahut bir kıvılcımın baruta düşmesi gibi az bir garazla büyük bir zarar verebilirdi.
(Lem’alar, s. 356.)
Birbirinin kuvve-i mâneviyesini takviye etmek
Madem hakikat budur ve madem şimdiye kadar Risale-i Nur’un hizmetinde inayet-i Rabbaniyenin tecellîsini inkâr edilmeyecek derecede gördük; her birimiz cüz’î ve küllî bunu hissetmişiz ve madem şimdi siyasetin ve dünyanın çok cereyanlarının birbirine karşı tahşidâtı oluyor ve madem elimizden kazaya rıza ve kadere teslim ve hizmet-i imaniye ve Kur’aniye ve Nuriyenin verdikleri büyük ve kudsî tesellîden başka bir şey gelmiyor; elbette bize en elzem iş, telaş etmemek ve me’yus olmamak ve birbirinin kuvve-i maneviyesini takviye etmek ve korkutmamak ve tevekkülle bu musîbeti karşılamak ve habbeyi kubbe yapan farfaralı gazetecilerin kubbelerini habbe görüp ehemmiyet vermektir. Bu dünya hayatı, husûsan bu zamanda, bu şerâit altında kıymeti yoktur. Başa ne gelse gelsin, hoş görmeli.
(Şualar, s. 282.)
Haysiyetime dokundu denilmesin
Kardeşlerimden rica ederim ki: Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve “Haysiyetime dokundu” demesinler. Ben, o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın. Bin haysiyetim olsa, kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim.
(Lem’alar, s. 354.)