Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü, öğretmenler günü, yılbaşı ve daha onlarcası. Birçok insanın “tüketim manipülasyoncularının tuzağı” diye eleştirdiği özel günler ve haftalar. Her ne kadar eleştirilse de, insanları istemeden içine alan bir mesele olmuş. Gelenek görenek hâline gelmiş. Dindar kesimin de sıkça eleştirdiği bir durumdur özel gün ve haftalar meselesi.
Kur’an’da “Kadir Gecesi” dışında işaret edilen önemli bir gece (zaman) bulunmamaktadır. Bu sebeple dindar kesimce tarihsel geçmişe referans yapılarak ve geçmişle bir süreklilik kurulmaya çalışılarak oluşturulan bu özel zamanlara (birkaçı hariç) ehemmiyet verilmez.
Değer verilmesi gerekenlere sadece belirli gün ve haftalarda değer vermek ve zaman ayırmak ne kadar doğrudur?
Tarihsel süreçte Müslümanlar tarafından kutlanan birçok özel gece, gün ve hafta ortaya çıkmış bulunmakta. Bunlardan takvimimize en son eklenen ise “Kutlu Doğum Haftası”dır. Henüz çeyrek asırlık bir ömre sahiptir. Bu haftanın kurucuları arasında yer alan Mümtaz’er Türköne bu konu hakkında şu açıklamalarda bulunmuştu:
Miladî takvime göre Nisan ayında bu hafta, Diyanet’in önayak olmasıyla “Kutlu Doğum Haftası” olarak ilan edildi. Başlarda epeyce itiraz geldi. Bid’at olarak görüldü. Ama sanıyorum toplumdan aldığı canlı karşılıklarla yerleşti ve genel kabul gördü. Ne kadar hayırlı bir bid’at olduğu zaman içinde ortaya çıktı.
… Kutlu Doğum geleneği artık bütünüyle kültürümüzün bir parçası hâline geldi.
Bu hafta içerisinde yapılan Siyer-i Nebi yarışmaları, getirilen milyonlarca salavatlar, okunan hatimler, Yâsînler, Peygamber Efendimiz (ASM) hakkında yapılan sohbetler ve daha aklıma gelmeyen birçok güzel faaliyetler sebebiyle benim açımdan da bu hafta hayırlı bir bid’at manasındadır. Minareler, tesbihler gibi hayatımıza hayırlı bir bid’at daha katmış olduk.
Kutlu Doğum Haftası’na yönelik başlangıçta ve hâlen birçok eleştiri gelmektedir (Mesela bunlardan biri ismine yöneliktir). Şahsi kanaatim ve Bediüzzaman Said Nursi’den öğrendiğim:
Hasenâtı seyyiatına, sevabı hatasına tereccüh edenler, mağfiret ve affa müstehaktırlar.
kaidesince bu kutlamalarda elde edilecek sevabları göz önüne getirirsek doğru yolda olunduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Hasenâtı fazla olan bu kutlamalarda yine de dikkat edilmesi gereken bazı hususlar da vardır. Mesela, birisi:
Çünkü o âdi hareketi (Sünnet-i Seniyye içinde yer alan en küçük bir muamele, hatta yemek, içmek ve yatmak âdâbı gibi) ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ittibâını düşünüyor ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî olan Cenâb-ı Hakka kalbi müteveccih olur. Bir nevi huzur ve ibadet kazanır.
Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri içerisinde yer alanlar, Peygamber Efendimiz’i (ASM) yüceltip merkeze koyan bir anlayış benimsememelidir. Bediüzzaman Said Nursi’nin de belirttiği gibi sünnete uyan kişi Cenâb-ı Hakka yöneldiğinin bilincinde olmalıdır.
İkinci husus; bu etkinliklerine katılanların, önde gelen sorumluluklarını ihmal etmemeleri meselesidir. Bediüzzaman’ın tarikatlar ile ilgili söylediği, ama peygamber sevdalılarına da hitap ettiğini düşündüğüm şu nükteye bir göz bakalım:
Tarikat ve hakikat, … Namazdan ziyade halka-i zikri düşünür; ferâizden ziyade evrâdına müncezip olur; kebâirden kaçmaktan ziyade, âdâb-ı tarikatin muhalefetinden kaçar. Halbuki muhkemât-ı şeriat olan farzların bir tanesine, evrad-ı tarikat mukabil gelemez, yerini dolduramaz. Âdâb-ı tarikat ve evrad-ı tasavvuf, o ferâizin içindeki hakikî zevke medar-ı teselli olmalı, menşe olmamalı. Yani tekkesi, camideki namazın zevkine ve tâdil-i erkânına vesile olmalı; yoksa camideki namazı çabuk, resmî kılıp, hakikî zevkini ve kemalini tekkede bulmayı düşünen, hakikatten uzaklaşıyor.
Elimize zikirmatiği alıp binlerce salavat çekerken; yine çok sevdiğimiz birinin konferansına zamanında gidebilmek ve konferans verenin son sözlerini söyleyesiye kadar salondan çıkmayarak; keza Siyer-i Nebi yarışmasına katılarak; keza okuyamayacağımız kadar Kur’an cüz’ü alıp zamanında tamamlayabilmek için tüm gün Kur’an ile meşgul olarak üzerimize farz olan namazımızı ihmal etmemeliyiz. Yine anneler, babalar oraya buraya sohbetlere, konferanslara koşturup, sürekli Kur’an ile meşgul olurken bakmakla yükümlü olduğu çocuklarını ihmal etmemelidirler.
Kutlu Doğum Haftası’nın bizlere kazandırması gereken en önemli şey; peygamberliği boyunca bizi Allah’ın razı olacağı bir abde dönüştürmeye çalışmış, hatta dehşetli mahşerde bile “ümmeti, ümmeti” diyen ve bizlere pusula olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin bizlere açtığı yolda gitmeği alışkanlık haline getirmek olmalıdır. Vasıtamız ne olursa olsun O’nun (ASM) yolundan çıkmamalı ve O’nu (ASM) sadece bir hafta değil tüm ömrümüz boyunca anmalıyız. Sünnet-i Seniyyesine müraat etmemek ne derece nankörlük ve vicdansızlık olduğunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.
- Hilal ile hilalin savaşı - 15 Mart 2019
- İslam’da veganlık - 23 Kasım 2017
- Nur Menzilleri (Batı-2017) - 11 Temmuz 2017