Dev konser

Dev konser

Türkçe öğretmeni Sezen Hanım önceki akşam katıldığı konserin heyecanlı atmosferinden hala çıkamamıştı. Okul koridorlarında yürürken konserden diline takılan şarkıları mırıldanıyordu. Ders için girdiği her sınıfta da lafı dönüp dolaştırıp dün akşamki konsere getiriyordu. Kendince dostlarıyla, öğrencileriyle mutluluğunu paylaşıyordu.

 Sezen Hanımın dördüncü dersi 9-A sınıfındaydı. Ders zili çalmış ve Yunus’un da olduğu 9-A sınıfı Türkçe hocaları Sezen Hanımı bekliyorlardı. Pırıl pırıl öğrenciler bu haftaki derste yazı türlerinin neler olduğunu işleyeceklerdi. Sezen Hanım bir önceki derste “Çocuklar gelecek hafta yazı türleri üzerinde duracağız. Yazı türlerinden de özellikle ‘Günlük nasıl yazılır, günlük yazarken nelere dikkat edilir, günlük tutmanın faydaları nelerdir?’ gibi konuları anlatacağım” demiş ve hatta “Günlük yazan öğrencilerimden rica ediyorum. Haftaya günlüklerini getirsinler, bize okumak istedikleri günlerini beraber paylaşıp değerlendirelim” diye de eklemişti.

Günlük tutmayı seven, uzun süredir de günlük tutan Yunus, Türkçe öğretmeninin bu konuları işleyecek olmasına çok sevinmişti. Bu nedenle hafta sonu günlüklerini düzenlemiş ve bugün Türkçe dersine de hazırlıklı gelmişti. Günlükleri ile alakalı fikirlerini paylaşmanın telaşını yaşıyordu. Öyle ki söyleyeceklerini unutma endişesi ile bir kâğıda yazmıştı. Bu notları bir kaç defa okumuştu bile. 

 Sezen Hanım sınıfa girdi. Merhaba faslından hemen sonra sınıfta yürüyerek “Dün akşam neler oldu öyle, ne muhteşem bir faaliyetti akşam ki organize!” diye başladı anlatmaya. Hala konserin heyecanında Sezen Hanım. Yunus, öğretmeninin neyi kastettiğini anlamamıştı bile. Hemen parmak kaldırdı. Sezen Hanım Yunus’a konuşması için izin verdi. Yunus da derse odaklanmış olduğundan başka bir konunun konuşulma ihtimalini hiç düşünmemişti. “Akşam ders için hazırlıklarımı güzelce yaptım hocam. İsterseniz günlüğümden bazı sayfaları okuyup sonra da günlük tutmakla alakalı fikirlerimi sizlerle paylaşabilirim” dedi. 

 Ne yazık ki bu sefer de Sezen Hanım Yunus’u anlamamıştı. Geçen hafta söylediklerini unutmuşçasına bir dalgınlık içinde “Onu demiyorum Yunus” dedikten sonra tekrar bütün öğrencilere dönüp ellerini yanlarına doğru açarak “Dün akşamki dev gibi faaliyetten, on binlerce insanın katıldığı konserden bahsediyorum. Bu faaliyetle alakalı fikirlerinizi de oldukça merak ediyorum” dedi.

Karşılıklı birbirini anlayamamanın tuhaf şaşkınlığını yaşayan Sezen Hanım ve Yunus’un garip hallerini öğrenciler meraklı gözlerle izliyorlardı. Yunus’un şaşkınlığı anlaşılmaz hareketler yapmasına sebep olmuştu. Sınıftaki arkadaşlarına bakarak hocamız neden bahsediyor derecesine boynunu bükerek yerine oturdu.

 Yunus’un burukluğunu hiç önemsemeyen Sezen Hanım bu durumu anlamaya gayret edecek halde de değildi. Bambaşka bir halet yaşayan Sezen Hanım cıvıl cıvıl, kıpır kıpır olmak istiyordu. Israrla sormaya devam etti: “Dün akşamki konseri nasıl bulduğunu söyleyecek yok mu?” Sonra da anlatmaya başladı “Ya çocuklar! Kaç saattir sınıflarda anlatıyorum yine de doyamadım. Sanat icra edebilmek çok önemli. Ses, performans, dans, müzik harika… Tabii ki Keziban Sansar’ın konserinden bahsediyorum. On binlerce insanın bir araya gelmesine sebep olmak, saatlerce hayranlarını bir arada tutmak, onları eğlendirmek gerçekten büyük yetenek. Çok eğlendik çok! Keşke siz de gelmiş olsaydınız sanatın gücünü gözlerinizle görürdünüz, ruhunuzla hissederdiniz.”

 Bu konserin olacağını daha önceden duymuş ve reklam panolarından konser afişini görmüş olan Talha, öğretmeninden söz hakkı alarak “Bu bahsettiğiniz sanatçı geçen uyuşturucu kullandığı için mahkemeye çağrılan sanatçıların arasında var mıydı hocam?” diye sordu. Sezen Hanım bu çok normal bir durummuş gibi “Evet, Talha tam da söylediğin gibi geçenlerde ismi öyle bir haberde geçti. Fakat insanların özeli bizi ilgilendirmemeli” dedi. İsmi geçen sanatçının örnek verilmesi noktasında endişeleri olan, bunun için farkındalık oluşturmaya çalışan Talha’nın sözleri boşa düşmüştü. Yalnız Talha pes etmedi. Sanatçı olduğu iddia edilen Keziban Sansar’ın şarkı sözlerini söylerse sanata dair pek de bir şey yapamadığını ifade edeceğini düşünerek tekrardan söz aldı: “Hocam şu dilden dile dolaşan bir şarkı var. Şarkının sözlerini de “Kestiğin başları rafa diz ne olur/eğer korkup vazgeçeceksen/istediğin kalp kırmaksa en özelinden/hallederiz kalpleri tek tek önüne dizeriz”  şeklinde diye hatırlıyorum. 

 Sezen Hanım “Ooo ne güzel! Talha tebrik ediyorum seni. Harika bir sanatseversin. Şarkının sözlerini de ezberlemişsin” dedi. Talha bu tür kişilerin sanatçı olamayacağına inandığından Sezen Hanım ve sınıf arkadaşlarına bunu anlatmaya çalışıyor fakat hedefine ulaşamıyordu. 

Talha “Ama hocam bu sözlerin hiçbir kıymeti yok ki hatta insani değerlere saygısızlık dolu bu şarkı” dedi. Sezen Hanım yine “Yo yooo! Öyle düşünme. On binlerce kişiyi bir araya getiren bir sanatçı hakkında konuşuyoruz. Bence onun hakkında konuşurken dikkatli olmalısın. Bu sanatçı dün akşam muazzam bir faaliyete imza attı diyorum, sen kalkmış de ne diyorsun Talha.”

Bu yersiz ve münasebetsiz konunun açılmasından kimse hoşlanmamıştı. Fakat Sezen Hanım konserden nasıl etkilendiyse ısrarla bu konserin faydalı olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Dersle alakası olmayan bu konu da bir hayli uzamıştı. O zaman böyle yersiz bir konunun bir an önce bir şekilde sonlanması ve derse dönülmesi gerekiyordu. Bu sanatçının anlaşılması için ne yapılırsa yapılsın, ne söylenirse söylensin çok da saygısızlık olmayacaktı sanki. Yunus da meselenin ehemmiyetsizliğini yeterince anlamış ve üzülmüştü. Bunu çok da belli etmeden bir şeyler söylemek istiyordu. Bunun için tekrar parmak kaldırdı. Sezen Hanım bir sanatçının on binlerce kişiyi bir araya getirmesinin büyük bir faaliyet olduğunu Yunus’un da kabullenip anladığını zannederek ona yeniden söz verdi. 

Yunus: 

Hocam ben de bir sanatçı tanıyorum; onun da çok büyük faaliyetleri var. Hem de bu sanatçının eserleri hepimiz için hayati faaliyetlerle dolu. Müsaadenizle ben de bu sanatçının faaliyetlerinden biraz bahsedebilir miyim? 

Tabii ki de anlat Yunus, yeter ki sanat, eser, faaliyet konuşalım. 

Hatta ben size o faaliyetlerin en küçüğünden başlayayım hocam. Bu bahsettiğiniz faaliyetin, benim bahsedeceğim sanatçının faaliyetlerinin yanında esamesi bile okunmaz. Hatta bahsedeceğim sanatçı hiçbir sanatçı ile mukayese bile edilemez. 

Aaaa! Merak ettim doğrusu! Kimmiş bu sanatçı? Ne yaparmış? 

Bu sanatçı kainat sahnesinde icra ettiği sanatında akılları hayrete düşüren bir sanatçı. İşlerini öyle incelikle yapıyor ki çok geniş bir sahada çalışıp eserlerinde bir sürü malzeme kullandığı halde sanatında tarifi mümkün olmayan ahenk, estetik ve güzellik hükmediyor. Faaliyet gösterdiği alanın çok geniş olması, onu çaresiz bırakıp işlerinin karmaşık ve düzensiz olmasına sebep olamıyor. Eserlerinde zıtları bir araya getiriyor. Öyle bildiğimiz basit zıtlıklar değil bunlar. Yani eserlerinde sarı varsa maviyi kullanıyor değil sadece. Hem hızlı çalışıyor hem de güzel işler ortaya koyuyor. Hem eserlerini bolca üretiyor hem de eserleri oldukça sanatlı oluyor. Hem eserlerini her yerde bulundurup ucuz bir şekilde ihtiyaç sahiplerine verebiliyor.

Bu imkânsız! Yapılamaz işlerden bahsediyorsun Yunus. Bunu hiçbir ressam yapamaz.

Biraz sabredin hocam daha onun sanatına dair anlatacaklarım var. 

Gizemi severim. Aferin beni merak ettirmek istiyorsun devam et öyleyse Yunus. İşte şöyle sanat üzerine konuşalım biraz. 

Bir ressam diye düşündünüz değil mi? Ama değil. Bir ressamdan sanatlı bir eser yapmasını istemiş olsanız bir çırpıda yapması imkânsızdır. Aksine iyi bir resim için onun uzun süre çalışması gerekir. Geçenlerde okumuştum hocam. Leonardo da Vinci “Son Akşam Yemeği” adındaki başyapıtını dört senede tamamlamış. Leonardo da Vinci’den bu şaheserin bir saatte yapılması istenseydi, muhtemelen muhataplarına her ne olursa olsun bunu yapamayacağını; yani o kadar da güçlü olamadığını söylerdi. Yapmaya kalkmış olsaydı da tablosu hiç de sanatlı olmazdı herhalde. Çünkü Leonardo da olsa hem hızlı hem de sanatlı bir eser ortaya koyamaz. Benim gördüğüm sanat oldukça süratli yapılıyor. Biraz önce de söylediğim gibi hocam bu sürate rağmen bu sanatçının bütün işleri kusursuz, ölçülü ve zarif. Diyeceksiniz bu eserleri göremez miyiz? Elbette görebilirsiniz. Esasında sanatlarına bu gücünü gösteren kendine mahsus imzalar da atıyor. Bakmak isterseniz imzalarından anlayabilirsiniz. Yalnız eserlerine attığı imza bizlerin imzalarına benzemiyor. Bu sanatçı imzasında bir şekle ihtiyaç duymuyor anlayacağınız. Sanatının misilsiz olmasından anlıyorsunuz ki bu sanat onundur. Kimsenin onu yapamıyor olmasından daha büyük imza olur mu? Bu benzersizliği gördüğünüz her yer bilin ki onun eseridir. İşte böyle bir sanatçının yanında Leonardo da Vinci dahi çok başarısız kalıyor bence.

Sezen Hanım, Yunus’un birikiminden yola çıkarak konuyu nereye getireceğini biraz tahmin etmişti. Fakat tahminini söylemek istemiyordu. Belki de Yunus’un söylediklerinin sınıftakiler için daha ehemmiyetli olduğunu düşündü birden. Belirsiz bir ses tonu ile Sezen Hanım: 

Oğlum Yunus, seni böyle süt dökmüş kediler gibi dinliyoruz ama merak ettik artık söyle de öğrenelim kim bu sanatçı?

Hocam ismini söyleyeceğim. Yalnız sanatkârın eserlerinden, sergilerinden ve faaliyetlerinden biraz daha bahsetmek istiyorum müsaade ederseniz. Sonrasında ismini de söyleyeceğim illa ki.

Eee hadi bakalım… Bu dersimiz de senin olsun madem. 

Sınıf arkadaşları da pürdikkat Yunus’u dinliyordu. Yunus’un hassas olduğu konulardı bu konular. Bu konulara da girdiği zaman sülün gibi süzülüp aslan gibi kükrüyordu. Şimdi Sezen Hoca da tekrardan müsaade edince aynı heyecanla devam etti:

Bir sanatkâr, her yerde sanat eserlerinin rahatlıkla bulunmasını istiyorsa; bu sanatçının bolca eser üretmesi gerekir. Bolca eser üreten biri de artık eserlerine gerekli itinayı göstermesi mümkün olamaz. Eserlerini özensiz yapmaya başlar. Netice olarak özensiz yapılan eserlerin de sanatsız olduğunu görürüz. Bu da o sanatçının eserlerinin kıymetçe ve sanatça çok da ulaşılamaz olmadığını gösterir. Peki aksine bir eseri görmek için müzeye gidiyorsanız, bu da o eserin kıymetli ve paha biçilmez olduğunu göstermez mi? Mesela Kaşıkçı Elması, Selahaddin’in minberi gibi zor ve itina ile yapılan eserleri her yerde görebilir misiniz? Göremezsiniz. O minberden kaç tane yapabilir ki bir marangoz ve o elmastan kaç tane işleyebilir ki bir kuyumcu? İşte bahsettiğim bu sanatçının eserleri ise ihtiyaç olan her yere bolca tırlarla taşınıyor. İstediğiniz yerde görebilirsiniz. Hepsi de Kaşıkçı Elması’ndan daha kıymetli. Herkes bu eserleri elde etmek için hayatını veriyor. Tüm insanların mecbur olduğu eserler bunlar. Bu eserlerle öyle sergiler açıyor, öyle konserler veriyor ki küçücük bir faaliyet ile milyarları etrafına topluyor.

Bu arada teneffüs zili çalmadan Yunus’un bahsettiği sanatkârın isminin açıklanmasını, sınıf arkadaşları gibi heyecanla bekleyen Talha dedi ki:

Yunus artık çatlayacağız! Kim bu sanatkâr, lütfen teneffüs zili çalmadan söyler misin?

 Yunus, Talha’ya biraz daha sabırlı olmasını isteyen bir bakış attıktan sonra konuşmasına hiç ara vermeden devam etti:

Benim bahsettiğim öyle bir sanatkâr ki eserlerinden hem tat hem koku hem de müzik fışkırıyor. Onun sanatlarına bakarken kimsenin yüzü ekşimez. Ben her gün o sanatkâra ait öyle büyük faaliyetler izliyorum ki hocam, şaşıp kalıyorum. O faaliyetlerin görülmemesi ise beni çok üzüyor. Faaliyet mi dediniz hocam, işte çekiciliği ile büyüleyici milyarlarca yıldızlar… Milyarlarca balıklar, kuşlar, koyunlar… Milyarlarca ağaçlar, başaklar, çiçekler… Sayısız zerreler, hücreler… Bunların bir araya toplanmasından daha büyük faaliyet mi var? Rakamlara sığışmayan faaliyetler bunlar. İşte hava, su, üzüm, incir ve dut. Hangisine ihtiyacımız yok. Hangi incir, hangi incirden daha sanatsız? Hangi üzüm Kaşıkçı Elması’ndan daha ehemmiyetsiz?

Güneşten daha büyük bir sanat var mı? Kainattaki sanatların hangisine ihtiyacımız yok? Hangisi ihtiyacımız olduğunda bize uzak kalıyor. İşte faaliyet hocam! İşte buğdaylar, çilekler portakallar, cevizler… İşte bayram namazlarında, Yivliminare Camii’nde, Süleymaniye’de, Ayasofya’da, Çamlıca’da, Hacı Bayram’da, Kocatepe’de bir ezanla milyonlarca dua eden insanlar. Bu faaliyetler nerede diye sormuştunuz ya hocam! Hemen gözlerimizin önünde bu eserler. İşte Antalya’nın dağları ve denizleri…

Artık Yunus bir hayli yorulmuştu. Elleriyle pencereden Antalya’nın dağlarını, denizlerini gösterip yerine oturdu. Sezen Hanım Yunus’un anlattığı faaliyetlerin yanında kendisini heyecanlandıran konserin çok da ehemmiyetli olmadığını bir öğrencisinin tatlı tatlı konuşmasıyla anlamıştı. Yunus’a hiç kırılmadı bilakis onun bu hatipliğini bildiği için onu zevkle dinlemişti. Yunus’un konuşmasının sonuna kadar sözünü hiç kesmedi. Sezen Hoca “Kim bu sanatçı?” diye de sormadı artık. Sormaya gerek yoktu zaten. Zil de çalmak üzereydi. Fakat sınıfın arka sıralarında oturan Alperen “Bu sanatçı olsa olsa ancak Allah olur” dedi. Tam o sırada da zil çaldı. Zil çalınca bütün sınıf “Allah Allah Allah Allah Allah Allah” diye teneffüse çıktılar.

Ömer Faruk Topçuoğlu
Latest posts by Ömer Faruk Topçuoğlu (see all)
Share

One thought on “Dev konser

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.