Farkındalık…

Farkındalık…

İman hizmetinin muhatabı bütün insanlıktır. Çünkü insan ebed için halk olunmuş ve ebedi bir saadete âşıktır.

İnsi ve cinni şeytanlar evvelen ölümü unutturuyor bizlere; çünkü âlemimizde ölüm gerçeği tebei olursa aczimizi, fakrımızı ve kusurumuzu derk edemiyor, etmek istemiyoruz. Nefsimiz sürekli malayani şeylerle meşgul ediyor, gaflet enfüsi ve afaki bütün âlemimizi gark ediyor. Gaflet istilasındaki bir kalp ve akıl nereden geldiğini, nereye gideceğini ve niçin geldiğini tefekkürden aciz kalıyor.

İmanın, esma-i ilahiye ve her bir esmanın kâinatla alakaları adedince mertebeleri olduğunu söylüyor Üstadımız. İcmali ve âmiyane olan bir iman maalesef hayata aksetmiyor. Âmi, yani esma okuryazarı olmayan bir insan kâinat kitabının ayetlerini okuyamıyor. Varlığa karşı yabani düşüyor, sebeplere tesir verip rububiyet-i ilahiyeye karşı şirke düşebiliyor.

Ateş ve yanma fiilinde ayrı ayrı tecelli eden Hallakiyet tecellisini tefrik edemiyoruz. Ateşi yakar kabul ederek esbaba tesir veriyoruz. Ateş ile yanma fiilinin yaratılmasını iktiran ettirip bir noktada buluşturan aynı kudreti göremiyoruz. Bu yanlış bakış açısı hayatımızın her anına tesir ediyor.

Her şeyin izinde, özünde, yüzünde O’nu göremiyoruz.

En küçük dairedeki en büyük vazifelerin ihmali, fert ve toplum olarak büyük bir felaketin eşiğinde olduğumuzu dahi fark ettirmiyor. Dünya Savaşı gibi İslam mukadderatı ile alakadar bir hadiseye Üstadımızın yaklaşımı ortada iken malayani ve lüzumsuz bir şekilde geniş dairelerle meşgul olmaya devam edip hatta maharet kabul ediyoruz. Üstadımız diyor ki:

Evet, bu zamanda merakla radyo vasıtasıyla ciddi alakadarâne küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddi ve manevi pek çok zararları vardır: Ya aklını dağıtır manevi divane olur ya kalbini dağıtır, manevi dinsiz olur ya fikrini dağıtır, manevi ecnebi olur.

1950’li yıllarda sadece radyo ile geniş dairedeki malayani dezenformasyona tabi olanlar için bu söyleniyorsa, içinde bulunduğumuz dönemde televizyon, internet, sosyal medya, reklam ve ilanlar gibi muhatap olduğumuz dejenerasyon acaba akıllarımızı, kalplerimizi ve ruhlarımızı ne hale getirmiştir veya getirmektedir?

…Lüzumsuz mesail-i siyasiyeyi radyo ile ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslamiyeye öyle bir zarardır ki ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.

Çok az insanın imkân ve zaman bularak sadece radyo ile yapılan lüzumsuz malayani bilgi kirliliği ve merakâver hadiselerin neticesini bugün yaşıyoruz. Acaba günümüz insanın radyoya rahmet okutacak iletişim araçları ile maruz kaldığı halin istikbaldeki neticesi ne olacaktır?

Üstadımız o zaman insanlarını cemaatle namazı terk edip radyo dinledikleri için ikaz ediyor. Bugünün insanları olarak bizler maalesef namazı terk ederek o dönemdeki sebeplerden daha lüzumsuz ve malayani işlerle meşgul oluyoruz. Diziler, maçlar, oyunlar, dünyevi meşguliyetler vs.

Gaye-i hayalimiz kalmadığında küçük dairedeki büyük vazifelerimizde de, büyük dairelerdeki küçük vazifelerimizde de isabet edemiyoruz.

Küçük büyük herkes bir kavganın içinde; hayatı cidal olarak kabul edip felsefe medeniyetinin esasların tahkim ediyoruz. Hedefler, menfaatlere göre şekillenip ulaşmak için üzerinde boğuşup duruyoruz. Rabıtalarımızın esaslarını unuttuğumuz için yeni esaslar uydurup onların etrafında tapınıp duruyoruz.

Yeni bir ses ve nefese ihtiyacımız var. Yeniden taze taze “La ilahe illallah” demeye ihtiyacımız var.

Çok az bir gayretle nazar etsek, bizleri birinci derecede alakadar önümüzde dağ gibi duran sorunlarımızı, sorumluluklarımızı ve dertlerimizi de görebiliriz belki.

Kaza namazlarımız, kaza oruçlarımız, helallik almamız gereken kişiler, imanımızın takviyesi, terk etmemiz gereken günahlar, tazelenmesi gereken tövbeler…

Yavrularımızın terbiyesi, ailemizin iman dairesindeki saadeti, akrabalarımızın iman takviyesi gibi nice mühim vazifelerimiz var ki!

Yetiştirme yurdundaki yavrular, huzur evlerindeki acezeler, hapishanelerdeki musibetzedeler, hastanelerdeki hastalar, sokak çocukları, bağımlılar vs şefkatli bir elle, hikmetli bir dille iman hakikatlerine muhtaç büyük bir kitle bizi bekliyor…

Yeni bir nefes için nefsimize sormakla başlayabiliriz:

İman ediyor muyuz?

İmanımızın zayıf olduğunun farkında mıyız?

İman hakikatlerine olan ihtiyacımızı ne derece hissediyoruz?

İmanları tehlikede olanlar için ne kadar endişeleniyoruz?

Varlığın ve varlığımızı var edenin ve sorumluluklarımızın ne kadarının farkındayız?

Ölüm ve ötesine hazır mıyız?

Nereye bu gidiş?

İsmail Kartal
Latest posts by İsmail Kartal (see all)
Share

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.