Dünya tarihinin en önemli imparatorluklarından birisi olan Osmanlı İmparatorluğu kuruluş aşamasındayken Şeyh Edebali, hem damadı hem de devletin kurucusu olan Osman Gazi’ye nasihatinin bir bölümünde “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyordu. Bu felsefeye ne kadar riayet edildi o ayrı bir konu olmakla beraber çok temel ve değerli bir hakikate dikkat çekiyordu. Zira cemaat, devlet ve imparatorluk bir şahs-ı manevidir. Bu şahs-ı maneviyi oluşturan fertler ve insanlardır değerli olan. Diğer oluşumlar insanlar tarafından inşa edilmiş “vehmi” birer gerçekliktir.
Cemaat, toplum ve devlet insan içindir. Değerli olan insandır. İnsanın haricinde bahsettiğimiz diğer kavramlar herhangi bir vücud-i haricisi olmayan soyut ifadelerdir. İnsan ise müşahhas, somut bir değerdir. Cemaat soyut, insan somut; cemaat hayali, insan gerçektir. Cemaat ya da devlet için insan feda etmek, soyut bir şey için somut olan bir varlığı yok etmek demek olduğundan zulümdür. “Çokluk, cemaat dağılır amma vahid-i ferd baki kalır. Kesret bozulur, vahdet bakidir.” Zihnimizde ve gözümüzde büyüttüğümüz hayali oluşumlar dağılır, geriye insan kalır… Kâinatta vahdet asıldır…
Bediüzzaman, “Selamet-i millet için ferdler feda edilir. Cemaatin selameti için eşhas kurban edilir. Vatan için her şey feda edilir” düsturlarının su-i istimale açık olduğunu ifade ederek, “İki harb-i umumi bu gaddar kanun-i esasinin suistimalinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zirüzeber ettiği gibi on cani yüzünden doksan masumun mahvına fetva verdi” demektedir. İnsanlar birtakım ihtiyaçlarından dolayı ortaya çıkardıkları kurumlar zamanla kutsallaşarak insanın önüne geçmiştir. Halbuki mesele insandır… Hakiki manada yetişmiş bir insan binlere, milyonlara bedeldir. Mana ve hakikat sayıya bakmayan şeylerdir.
Bizde birkaç yıldır tatil mevsimi olan yaz aylarının önemli bir kısmını Bolu-Aladağ’da genç arkadaşlar ile insan, kâinat ve hayatın mahiyeti üzerinde düşünmek, okumak ve müzakere etmekle geçiriyoruz. Hep birlikte kendimize/insana yatırım yapıyor ve insanlık için neler yapılabileceğini, neler yapılması gerektiğine kafa yoruyoruz. Gelecek nesiller hakikatten mahrum kalmasınlar diye çile çeken, emek veren insanların hatıralarına dahil olup hakikat için, feragat ve fedakarlıktan zevk almayı öğrenmeye çalışıyoruz. Buraklar, Tevfikler, Tahalar, Mücahitler, Ali Osmanlar, Bilaller, Muhammedler ve daha niceleriyle birlikte…
Dünyevileşmenin zirve yaptığı, camın elmasa tercih edildiği, insanların çoğunlukla divane olduğu bir dönemde “ontolojik sualler”e cevap aramak herkesin yapacağı bir iş değildir. Kuleönlü Sarıbıçak Mustafa Hulusi’nin dediği gibi, “Fitne-i ahirzamanda bu gençlerin bir araya gelip hak söz dinlemeleri pek mühimdir ve medar-ı şükrandır.” Bu durum tebrik edilip desteklenecek bir harekettir.
Nurettin Topçu hocanın sözüne kulak verelim:
Yarınki Türkiye’nin kurucuları yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lakin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedakarlık olan bu hizmet ehli gençler hizmetlerinin mükafatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemeyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir.
Ne mutlu yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verenlere… Ne mutlu hakikat için çalışanlara… Ne mutlu insan yetiştirip insanların dünyasında yer bulup gönüller fethedenlere… Ne mutlu bu faaliyetleri destekleyip destek verenlere…
- Anlamak - 7 Ocak 2022
- Dağılmak - 13 Temmuz 2021
- Cevapsız kalan sorular… - 21 Haziran 2021