Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz.
Stefan Zweig, Satranç
Biz insanlar, gayb alemlerini hep merak ederiz. Haşir olacak mı, olacaksa nasıl olacak, cennet ve cehennem nasıl yerlerdir, öldükten sonra bir hayatımız olacak mı, olacaksa nasıl bir hayatımız olacak vs. Bu tip sorular hep aklımızı kurcalar. Bu sorulardan birisi de cehennem ve kabir azabı nasıl olacaktır.
Bu soruyu sorduğumuzda hemen ilk aklımıza gelen ateştir, kızgın şişlerdir, kaynar sulardır. İnsanoğlu olarak ateşten çok korktuğumuz doğrudur. Ancak insanın ruhunu ateşten daha fazla yakan azaplar vardır. İnsan ruhu çok şeylere ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaçlarının karşılanmamasından azap duyar. İnsan ruhunun temel ihtiyaçlarından biri de başka bir canlının varlığı ve muhabbetidir.
Bir bebek, bu dünyaya gelir gelmez devamlı sosyal uyaranlara maruz kalır. İnsan kendini hep başka insanlar üzerinden tanımlar. Yani aslında insanın kendi başına bir varlığı söz konusu değildir. İnsan hep başka insanlara muhtaçtır. İnsanın sosyalliği onun genlerine kazınmıştır. Yalnızlığı çok seven insanların bile beraberliğinden haz duydukları arkadaşları olur.
İşte bu yüzden insan hep başka bir insanın veya canlının ona eşlik etmesini ve ona karşılık vermesini arzu eder. İster istemez yalnızlığa çok yoğun bir şekilde maruz kalan insanlar dahi kendi benliklerini ikiye bölmek suretiyle kendi benliklerini korumaya çabalarlar. Bunun örneklerini film ve öykülerde dahi görürüz. Mesela en üstte alıntı yaptığım öyküdeki Doktor B., Nazi yönetimi altında, bir otel odasında yalnızlığa maruz bırakılır. Doktor B.’nin karşılık verebileceği hiçbir uyaran yoktur. Daha sonra kendi kendine satranç oynayarak kendi benliğini ikiye böler. Yüzüklerin Efendisi filminde yüzüğü çalan Smeagol da, kaldığı yalnızlıktan ötürü Gollum denen başka diğer bir varlığı kendi içinde oluşturmuştur.
Kısaca, insan ruhu yalnızlığa karşı çok dirençsizdir. Varlığı kendi başına olmadığı için, hiçlik ve adem ona çok büyük azap verir.
Üstad Said Nursi de, cehennem içinde ateşin farklı bir çeşidi olan zemherir diye bir ateşin de olacağını söylemiştir.
On Üçüncü Söz’de de Said Nursi, kabre girmenin üç yolunu söylerken kabirde çekilecek azapların çeşitlerinden bahsetmiştir. İnanan ve inandığı gibi hareket eden insan için kabir, daha güzel bir alemin kapısıdır. İnanan, fakat inandığı gibi hareket etmeyen için haps-i münferiddir. İnanmayan insan için ise idamdır. Aslında bu insanların kabre bu şekilde girmelerinin sebebi o şekilde inanmalarından kaynaklanır. Yani öldükten sonra, aslında insanın zihin dünyası ve içindeki inançları bir bakıma hayat bulurlar. Ve kabir hayatları da o şekilde olur. Yani insanın ölümündeki inançlar sistemi, öldükten sonra devam eder. Ve insan, karşılığını da buna göre alır.
Mesela inanan ama inandığı gibi hareket etmeyen adam için kabir, bütün sevdiklerinden ve güzelliklerden mahrum kaldığı bir yerdir. Çünkü bu insan, yaptığı günahlardan ötürü ceza göreceğini bilir ve bunu bekler. Bu yüzden de öldükten sonra inandığını yaşamamış olmanın azabını çeker. Buna bir tür bilişsel uyumsuzluk da diyebiliriz (Bilişsel uyumsuzlukla ilgili olarak, Takva ve Bilişsel Uyumsuzluk yazısına bakabilirsiniz.).
İnanmayan insan ise, öldükten sonra yok olacağına iman eder. Bu yüzden de, öldükten sonra yok olduğunu zanneder. Bir bakıma bütün uyaranlardan mahrum bırakılarak, inanmayan insana, yok olacağı inancı tattırılır. Yani bu insan öyle telakki ettiği için öldükten sonra da öyle hayatını sürmeye devam eder. Bu durum, o insanın gerçekten yok olmasını gerektirmez. Bu insan öyle inandığı için kendini yok olmuş zanneder.
İnsana azap veren şeyler çoktur, sadece ateş olmak zorunda değildir. Bunların içinde Stefan Zweig’in de dediği gibi belki de hiçlik en fazla acı verenidir. Üstad’ın başka bir yerde de dediği gibi, insanoğlu cehennem de olsa varlığı ister. Hiçlik ve yok olmak insana çok azap verir çünkü.
- Risale-i Nur’da Yol - 29 Nisan 2021
- Günah (2): günah nedir? - 27 Ocak 2019
- Günah (1): davranışlar, irade, dua ve yaratıcı - 25 Temmuz 2018
“Bu dünyada Allah’ın kevnî ve kelamî âyetlerini yok sayanların cezası, öte dünyada daimî bir yokoluş endişesi içinde varolmaktır.”