Geçenlerde gündelik konular üzerine konuşuyoruz. Muhatabımın bir cümlesi çok dikkatimi çekti.
– “Ya Faruk, bürokrasinin olmadığı yer mi var? Bürokrasi de, hiyerarşi de derecesine göre her yerde var…“
Evet üzerine daha önce epey düşünmüştüm bu kavramların. Özellikle hiyerarşi üzerine yoğunlaşmıştım içtimai hayatın çeşitli tabakalarında bulunmakla. Bak, bu “çeşitli tabakalar” dediğim şeyden bile hiyerarşiye bir pay çıkar aslında. Neyse şimdiden kafamı dağıtmayayım da, şu daha önce göz attığım hiyerarşi tanımlarına bir daha bakayım: Neydi hiyerarşi?
Kelime olarak “makam sırası, basamak, derece düzeni, aşama sırası“[1] anlamlarına gelen Fransızca kökenli[2] hiyerarşi kavramı terim olarak ise “otoritenin en geniş ölçüde en üst mertebede olmak üzere değişik önem sıraları arasında katı ve kesin bir biçimde dağıldığı toplumsal teşkilatlanış biçimi“[3] ifadesine karşılık gelir. Yani, sistem içerisindeki ast ve üst kademe arasında emir verme-alma düzenidir.
İyi de bu tanımlara bakılırsa hiyerarşinin olması için bir otoritenin, bir sistemin olması gerekiyor. Her yerde hiyerarşi var demek her yerde otoritenin varlığını öne sürmek demek değil midir? Hayda… Düşündükçe konu daha başka mecralara doğru genişliyor. Neyse… Hiyerarşinin her yere nüfuz edebilmesi nasıl mümkün olur peki? Buradan devam edelim…
Benim bildiğim insanın tüm yaşam alanına nüfuz eden, belki de başına gelecek her durum için ona telkinde bulunup yol gösteren tek şey dindir. O zaman hiyerarşi denen şeyin dinle bir bağı olması gerekmez mi? Sahi, din ve hiyerarşi arasında bir bağ var mıdır?
Gerçi hiyerarşi deyince katı bir anlayış akla geliyor, insan ürperiyor önce. En azından ben öyle hissediyorum. Belki başkaları da hissediyordur. İlk olarak ordu geliyor aklıma. Komuta edilenler, onları komuta edenler, komuta edenleri komuta edenler, komuta edenleri komuta edenleri komuta edenler… Böyle sürüp gidiyor zihnimde. İkinci planda kurumlar gelir aklıma. Memurlar, amirler, amirlerin amirleri vs. devam eden ve halkaları gittikçe önem kazanan uzun bir zincir. Ve diğer yapılar… Tamamında sistem, parçaları arasında bir astlık-üstlük; önemlilik-daha önemlilik durumu oluşturur. Peki, bunun kaynağı nedir?
Yukarıdaki tanımlar ve ilişkiler çerçevesinde hiyerarşinin dini referanslarının olup olmadığı hususu zihnimi kurcaladı şimdi de. Olabilir mi acaba? Hiyerarşi dinden kaynaklı bir şey mi?
Bir kere ne oluyor hiyerarşik sistemde onu bir düşünelim: Ast var, üst var, en üst var. Var, var, var oğlu var… Kademe kademe. En üst emrediyor, işin niteliğine göre ya üst yapıyor veya astına emrediyor. Yani birinin irade ettiği bir şeyi başka biri fiiliyata geçiriyor. Biri istiyor, öteki yapıyor.
Yani bu, aslında bir irade etme-fiile dökme arasındaki ilişki meselesi…
İrade meselesi işin içine girince -madem hiyerarşinin din ile ilişiği mevzuunu düşünüyorum- en başta Yaratıcının sonsuz iradesini dikkate almak durumundayım. Sonrasında da insan iradesini ve neticelerini gözden geçireyim:
Kâinatın sonsuz irade ve kudret sahibi bir Yaratıcının eseri olması hakikatinden hareketle esbab-ı hilkat-i kâinatın en önemlisi ve belki de tek tartışılmazı kâinatın Halık-ı Zülcelalinin sonsuz “iradesi” olduğudur. Yani yaratılış için başka hiçbir sebep olmasa dahi sonsuz kudret sahibi bir Zatın sonsuz iradesiyle kâinatı halk etmesi mümkündür. Bu, salt manada “sonsuz irade ve kudret sahibi” sıfatlarının sahibi olan bir Zat için yeter bir sebeptir.
Kendisi külli ve sonsuz bir iradeye sahip olan Halık-ı Kâinat, mahlûku olan insanoğluna da cüz’i bir irade bahşetmiştir. İnsanın bir şeyleri yapmayı istemesi, murad etmesi Yaratıcının ona verdiği bu cüz’i irade sayesindedir.
o ⃝ o o ⃝ o o ⃝ o
İnsan sosyal bir varlıktır. Yani hemcinsleriyle iştirak-i a’mal ederek ihtiyaçlarını temin eder. Özellikle nüfusun çoğaldığı, sosyal tabakaların oluştuğu ve nihayet devletlerin teşekkül ettiği zamandan beri insanlar kendi aralarındaki bu işbirliğini sağlamak için sistemler geliştirmişler. Nasıl ki şahsi bir fiilin gerçekleşmesi için şahsın o fiili “irade” etmesi gerekiyorsa, benzer biçimde bir toplumsal fiilinin gerçekleşmesi için de ancak o topluluk güçlü bir irade göstermelidir. Önceleri bu “irade” krallar, hükümdarlar vs. şeklinde bir tek kişi tarafından temsil edilirken, daha sonraları topluluk fertlerinin de “ortak irade”de hak sahibi olması mümkün olmuştur.
Şahsi manada irade eden ve fiili gerçekleştiren aynı özne olduğu için bir problem yoktur. Ancak bir işi, fiili irade eden, isteyen özne ile o iradeyi o fiile, işe dönüştürecek olan öznenin farklı olması, durumu biraz karmaşık hale getirir. Fiili gerçekleştirecek olan öznenin irade sahibine inkıyad etme gerekliliği ortaya çıkar. İşte matlub fiilin meydana gelmesi için, irade eden özne ile işi fiiliyata döken özne arasında olması gereken uyum “hiyerarşi” ile mümkün kılınır. Yani, hiyerarşik bir sistem bir işi “irade eden” ile o işi “fiiliyata döken” öznelerden oluşur.
Akrebiyet – Kurbiyet meselesi
Şimdi artık sıra geldi bu iki kavramın –din ve hiyerarşi- kesiştiği ya da kesişiyor görüntüsü verdiği kritik noktaya:
Akrebiyet ve kurbiyet ifadeleri Allah’a olan yakınlığı ifade eder. Ancak arada bariz bir fark vardır:
Kurbiyet, kulun Allah’a yakınlığı manasında iken; akrebiyet, Allah’ın kula yakınlığını ifade eder. Yani kul dua, ibadet, salih amel, takva ve ihlas gibi şeylerle Allah’a yakınlaşmaya çalışır… Akrebiyette ise, zaten Allah kullarına yakındır. Her hangi bir kuluna bir vazife verdiği zaman ona yakınlığını açar ve akrebiyetine mazhar eder. Mesela peygamberlik vazifesi verdiği kullarına akrebiyetini de açar.[4]
Bu farktan hareketle şu sonuç çıkarılabilir. Sonsuz irade sahibi Allah, birtakım kullarını seçerek akrebiyetine mazhar etmiştir. Bu şekilde bu kullar diğer kullardan -Allah’a yakınlıkta- üstündür. Mesela, peygamberler Allah’ın huzurunda seçkin insanlardır ve insanlık âleminde en üstün kişileridir. Böylece din ile alakalı bir müşkülde beyanatı birinci derecede geçerli olan peygamberlerdir. Bu da ister istemez Allah’ın seçkin kulları ile diğer kullar arasında da –dini referanslara ilişkin- hiyerarşik bir yapıya sahip bir sistemin varlığını işmam ediyor.
Kurbiyette de sonuç farklı değildir aslında. Allah’a yaklaşma çabası had safhada olanlar, Allah katında en üstün (takvaca) olanlar olmuş oluyor. Halk arasında temayüz eden bu faziletli insanlar da yine sözlerine daha fazla itibar edilen kimseler konumundadırlar. Biraz daha somutlaştırmak adına bazı dini cemaat önderleri misali verilebilir. Bu kimseler malum cemaat içinde sözüne en fazla itibar edilen kimselerdir. Cemaatin diğer fertlerine nazaran ön plandadır ve sözü “daha geçer” kimselerdir. Bu durum aynı çatı altındaki diğer kişilerin de mevcut sistemin merkezine yakın oluş derecelerine göre bir hiyerarşik yapıya dâhil olmasını netice verir.
Dolayısıyla insanlar bazı kimselere göre daha “üst” konumunda, bazılarına göre ise “ast” konumunda yer almış olurlar. Elbette bu durum, ordu veya toplumdaki diğer kurumlarda mevcut olan hiyerarşik sistem kadar katı ve belirgin bir yapı değildir. Ancak, gizliden gizliye bir hiyerarşinin varlığı da inkar edilemez. Yeri geldiğinde, yukarıdan aşağıya bir talimat gelir, aşağı da yukarıdan gelen bu talimata uymak zorunda kalır. Kabul edilsin ya da edilmesin, bu durum -çok perdeli de olsa- hiyerarşik bir sistemin varlığını ihsas ettirir.
Burada, kendime ve bana eşlik edenlere şu soruyu sorarak, hiyerarşi ve din üzerine tefekkürüme son veriyorum:
Hiyerarşik bir sistemde herkesin fikrinin aynı derecede dikkate alınması gerektiği düşüncesinin hâkim olduğu hürriyet, meşveret, adalet, demokrasi gibi değerler kendine ne derece yer bulabilir?
[1] TDK Büyük Türkçe Sözlük,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5322c3a2451c88.73314736
[2] hiérarchie
[3] TDK Güncel Türkçe Sözlük,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&kelime=a%C5%9Fama%20s%C4%B1ras%C4%B1&guid=TDK.GTS.51234b02170eb8.36592785
- Pragmatikve yalan - 1 Ağustos 2018
- Yatırım modeli ve FETÖ-terapi - 15 Temmuz 2017
- Müslüman neden proaktif olmalı? - 20 Şubat 2017