Haksızlıkları sindirmenin en anlamlı hâlidir insaf. Bazen umum için hukukunu feda edebilmenin bir adıdır, bazense yapılanları bir kenara atmak ve yoluna devam etmenin formülüdür. Evet müminin vazifesidir kardeşini sevmek ve buna en büyük yardım ise insaftan gelir elbet. Fenalık varsa insaf olmalı, insaf varsa da acımak. İnsaf olmalı ki hatadan dönmeye, günahtan tevbeye yollar açık kalsın.
İnsafı görür görmez tanımak elimizdedir. Biraz dikkat, insafın varlığını anlamamıza yeter. Hakkı hasmın ağzından duyunca nur-u beyza gibi parlar insaf ve sahibini mutlu eder. Kişi, cemaat ya da millet, insafı ölçüsünde mutlu olur. İnsaf bazen takdiri, bazen de buğz etmeyi gerektirir. İnsaf ölçüdür, adalettir, hürriyettir, hürmettir.
İnsafın mahiyeti dikkate alındığında sorulması gereken iki önemli soru vardır. Nefret neden, nasıl dolaşır aramızda ve “imanın en zayıf hali olan buğz” ne anlama gelmektedir? Boğazımıza düğümlenen kelimeler ve karnımızı ağrıtan sebepler düşünüldüğünde takdir ya da buğz hakkımız nereden başlar ve nereye kadardır? Bizi en çok rahatsız eden nedir? Ya da ne olmalıdır?
İnsaf hakkımızın sınırlarını tespit etmek için toplum ve toplumun en küçük yapı taşı olan insan -insaf açısından- incelendiğinde iman gözlüğünü takmaktan başka yol yoktur. Çünkü insaf insan olmanın muktezası iken, iman da insan olmanın lazımıdır. İnsan olan insan enfüsi ve afaki dairelere ancak iman gözüyle bakar.
Gerek enfüsi gerek afaki dairede İslam’a, dine ve davaya dair meselelerde insaf hakkımız nereden başlar ya da nereye kadardır? İnsan olan insan neyi takdir etmeli ya da neyi buğz edeceğine karar vermelidir? Bu karar için izlenecek yol basit midir? İslam’a, dine ve davaya taalluk eden hiçbir musibette sessiz kalınamaz. Ancak yol basit olsa da bu kararı verebilmek bir bilgiyi gerektirir. O zaman musibetin İslam’a, dine ve davaya geldiğine karar verebilecek bilgiye sahip mekanizma kişi ve toplumda kimdir veya nedir?
Enfüsi dairede insan ve insandaki ahlak ve kemalatın miheng taşı olan vicdan bu kararı vermede en yetkili merciidir. Çünkü “vicdan yalan söylemez”. Vicdan tahkik gücüdür. Tahkik gücü ve derinliği ise kişinin gerçeği öğrenme bilgi, istek ve cesareti derecesindedir. Vicdanı çalıştırmak ya da rahatlatacak bir elek gibi kullanmak kişinin inisiyatifindedir. Vicdan yalan söylemiyorsa, inisiyatifimizi nasıl kullandık da, bugün “Aramızda nefret neden, nasıl dolaşır?” sorusuna cevap ararken kayboluyoruz. Bu sorunun doğru cevabı bizi Allah’ın nurunun tamamlanması için çalışanlar sınıfına dâhil edecekken kaybolduğumuza hiç aldırmaksızın yaşıyoruz.
Bu kaybolmuşluğumuza biraz dikkat etsek, sorumuzun cevabı “insaf” ve onun yanlış kullanılması olarak karşımızdadır aslında. Çünkü insaf, vicdanı harekete geçiren ve dillendiren en önemli ölçüdür. Cahillik, bencillik, hırs ve daha birçok kötü haslet insafın güvenli sınırlarını aştığı için nefretle buluşmuş ve husumet kumandasında yayılmıştır aramızda. Yani sadece vicdanı rahatlatmak, kendi dar zamanına ve küçük dünyasına olan etkisini en aza indirmek için vicdani elekleri geniş tutmak ve insaflı davrandığına kendini inandırmak bizi bu hâle getirmiştir.
Toplumun insanlardan oluştuğu gerçeğiyle “toplumsal vicdanın” hayatı ve hayatın standartlarını şekillendirdiğini düşünürsek, enfüsi ve afaki meseleler arasındaki denge de çok büyük önem arz eder. Afaki dairede özünde “banane” barındıran ama zahirde insaf olan çok tavır vardır ki, vicdanı anlık rahatlatmaktan başka hiçbir faydası yoktur. Bu davranış İslam’a, dine ve davaya ihanet etmek anlamını taşıyabilir. İnsan enfüsi dairesinde en küçük bir meseleye tahammül edemezken, İslam’a, dine ve davaya yapılan taarruza bakmaz ya da sadece vicdanını rahatlatacak kadar yüzeysel olarak bakarsa, yani elekleri geniş tutarsa Mahkeme-i Kübra’da halef ve selefini müşteki sıfatıyla karşısında bulacaktır.
Halef ve selefini müşteki yapan bir kişi, cemaat ya da milletin Allah’ın nurunu tamamlamak için çalışanları içinden çıkartması mümkün değildir. Böyle bir kişi, cemaat ya da millet en doğrusunu bildiğini iddia eden, cahilane ve tarafgirane itiraz eden, niyet okuyan ya da liyakatsiz görenlerden müteşekkildir. Artık mümin kardeşini fena gördüğünde acıyan değil fenalığı kaşıyan, nefreti yayan korkulu bir hayat sürmeye mahkum edilmiştir. İslam’a, dine ve davaya gelen musibetlerin en büyüğü olan müminleri ihtilafa düşüren nefretin kaynağı takip edilse varılan noktada insaf eksikliği görülecektir. Bir de buğz edeceğim diye hikmetsiz hareket etmek var ki o da daha büyük problemlere yol açmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Her insan hisseder vicdani sıkıntıyı… Bu sıkıntının kaynağını tespit edemeyişi büyük bir bilgisizliktir. Tüm sorularımızın cevabı ve sorunlarımızın kaynağı cehalettir. Cahillikle hukuk bilinmez ise karşımızda hamiyet de hamiyetperver de bulamayacağımız aşikardır. Bugün bilgi eksikliği ve insafın sınırlarının aşılması evrensel doğruları öğrenme isteğinin yerine şahsi hayatı koymuştur. Bu da bilgi kirliliğini beraberinde getirerek toplumsal vicdanı derinden yaralamış, hatta ölüm döşeğine düşürmüştür. Dolayısıyla bilgi eksikliği ola insanların vicdanen âdil olması müşküldür. Bozulmuş bir vicdan ile hakiki vicdan arasında sıkışıp kalınmıştır. Takdir ve buğz ilişkisindeki dengesizliğin asıl sebebi, vicdanı susturmak isteyen her şeye rağmen onun bitmeyen çığlıklarıdır. İşte bu çığlıklara kulak kabartmanın adıdır insaf…
İnsanın yeryüzü halifesi olduğu bir âlemde, bahar çiçeklerinin yetişeceği bir davada, vicdanların saadet güneşiyle aydınlanacağı gerçeğiyle müjdelenen bir asrın evlatlarıyız. Takdir ve buğz dengesini bulabilmek, iman ve Kur’an davasının bayrağını yarınlara ulaştırabilmek, haşirde alnı dik yüzü ak durabilmek için biraz cesaret, biraz istek…
- Tedai - 15 Eylül 2017
- Küçük kalp büyük iman - 30 Aralık 2016
- 15 Temmuz darbe girişimi ve dini gruplar - 22 Temmuz 2016