Kavramlarla düşünür, kavramlarla yazar ve kavramlarla konuşuruz. Kavramlar yaşadığımız dünyayı ve gündelik hayatı anlamlı kılar. O halde kavram nedir? Nasıl üretilmişlerdir? Kavramların bizim gündelik hayatımız için ehemmiyeti nedir?
Zihnimizde mücerret (soyut) olarak yer alan şeylere kavram denir. Yani kavram temelde düşünce ile alakalıdır. Zihnimizde düşündüklerimizin, yani kavramların kullanılabilmesi için dile getirilmeleri gerekir. Dile getirilip kullanılmayan kavramlar kendi başlarına bir anlam ifade etmezler.
Kavramların üretilmesinde çok büyük bir sosyolojik süreç söz konusudur. Her kavramın bir tarihi vardır. Ancak üretilmiş olan her kavram daha sonra üretilen bilgilere ve kavramlara temel olarak kabul edilmektedir. Bundan dolayıdır ki bir kavram kendisinden üretilmiş ve çıkarılmış kavram ve bilgilerden dolayı ilerleyen zamanlarda farklı anlamlara da gelebilmektedir.
Bediüzzaman’a ilk hayatında ne fikre binaen kamusu hıfzettiği sorulduğunda, “Kamus, her kelimenin kaç mânâya geldiğini yazıyor. Ben de bunun aksine olarak, her manaya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir kamus vücuda getirmek merakına düştüm.” cevabını vermesi manidardır.
Misal olarak, ideoloji kavramı bugün çok farklı anlamlara geliyor. Bu durum ideoloji kavramının, birçok şeye temel teşkil ediyor olmasındandır. Düşüncelerin bilimi anlamında kullanılmasından, dünya görüşü anlamına, aklın önünü tıkayan tutku, önyargı ve kirli çıkarlara karşı olumlu bir işlev taşıması anlamından, Cemil Meriç’teki deli gömleği anlamına kadar bir anlam çeşitliliği, aynı bahsedilen noktadan kaynaklanmaktadır.
Hüsamettin Arslan, bilgi sosyolojisi üzerine yaptığı çalışmasında epistemik (bilim) cemaatin en önemli özelliklerden birisinin, epistemik cemaatin dil cemaati olduğundan bahseder. Zira epistemik cemaat, aynı dili konuşuyor, kavramlara aynı manaları yüklüyor ve aynı kavramsal haritaları kullanıyor.
Bununla da kalmıyor, epistemik cemaatde alt dillerin olduğundan bahseder. Epistemik cemaatde yer alabilmek için bu alt dilleri bilmek gerekmektedir. Birisi, “anlarsın ya, dendiği zaman” onlar “hemen kendi içinde anlarlar” ne denmek istendiğini. Epistemik cemaati var eden kendilerine has dilleridir.
Bilim cemaati için anlatılan bütün bu özellikler gruplar, topluluklar ve toplumlar içinde geçerlidir. Gruptan gruba farklı alt diller oluşmakta, kavramlara yüklenen anlamlar ve manalar değişmektedir. Her ferd, üyesi olduğu topluluktan dünyayı anlamlandırma noktasında etkilenmekte ve ait olduğu gruptan kavramları öğrenmektedir.
Çoğunlukla kavramlar bizim dışımızda bizden önce üretilmişlerdir. Genellikle doğduğumuz andan itibaren etrafımızda konuşulan dil ile dünyaya ve kavramlara aşina olmaya başlarız. Ancak zihnimizdeki kavramların gündelik hayatta karşılığını bulamadığımız zaman kafa karışıklığı başlamaktadır. İlk kafa karışıklığı müşahhas düşünmekten, mücerret düşünmeye geçilen ergenlik devresidir. Bu devrede ferd kendisine öğretilenleri sorgulamaya başlamıştır ve bu sorgulama evresi çok önemlidir. Düşündükleri ile yaşadıklarını yerli yerine oturtamadığı zaman problemler başlayacaktır.
Kavramların sosyolojik veçheleri zamanın şartlarından etkileneceği için her ferd kendi döneminde ya kavramlara yeni anlam yükleyecek yâ da yeni kavramlar üretecektir. Zira daha önce kendisine öğretilen kavramların sınırları gündelik hayatı tanımlamaya ve anlamlandırmaya yetmeyecektir. Bu her meselede böyledir. Bilim konusunda da, kültür ve din konusunda da böyledir. Bazen kavramların manalarının açılması ve yeni şekilde yorumlanması gerekmektedir.
Bundan dolayıdır ki Mehmet Akif “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” beytini söylemiştir. Zira Kur’an ezeli bir kitaptır, ezelden gelmiş ebede gidecektir. Ancak asrın idrakine göre anlatılması gerekmektedir.
Risale-i Nur okuyan bizlerde, diğer asırlarda yazılan Kur’an tefsirlerini Risale-i Nur gibi başucu kitabı yapıp okumamamızın sebeplerinden birisi de bu olsa gerektir. Zira o her bir tefsir kendi dönemlerinde Kur’ani kavramları lazım olduğu kadar izah etmiş ve açıklamışlardır. Günümüze bakan yönleri çok azdır.
Kavramların ifade ettiği manalar üzerinde aynı düşünemediğimiz ve kavramlara aynı manaları yükleyemediğimiz zaman, aynı kitapları okuduğumuz halde farklı yorumlar, düşünceler ve tarzlar ortaya çıkması söz konusu olacaktır. Bu durum hem esere, hem hakikate karşı kafaları karıştıracaktır. Aynı kavramı kullanacağız, ama aynı manaları anlayamayacağız. Bu da cemaat, grup ve topluluk içerisinde iletişim kazaları yaşamamıza sebep olacaktır. Zira kavram kargaşası kafaları ve duyguları da karıştıracaktır.
Konfüçyüs’ün “Yetki ve yönetim elinde olsa yapacağın ilk iş ne olurdu?” sorusuna verdiği cevap “dildeki kavram kargaşasına son verirdim” olmuştur. Bugün aynı kavramlara aynı manaları veremiyoruz; kavramlar aynı, düşünceler farklı, kafalar karışık…
Hâlbuki elimizdeki Risale-i Nurlar “Bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’anîye olduğu” halde orada açıklanan Kur’anî kavramları gündelik hayatın bir takım kavramları ile özdeşleştirip onlara göre açıklamak, o kavramları bir çağa hapsedip tarihselleştirme hatasına sebep olmaktadır. Gündelik hadiseler saman alevi gibi parlayıp söndüklerinden, her an yeni dönüşümlere ve inkılâplara gebedirler. Onun için gündelik hayatı biz Kur’anî kavramlara göre yorumlayıp anlamlandırmalıyız.
Risale-i Nurdan gündelik hayata bakmalıyız, gündelik hayattan Risale-i Nura bakmamalıyız. “Siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’an’ın elmas gibi hakikatlerini propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim.” sözü ancak o zaman üzerimizde tecelli edecektir. Yoksa gündelik hayatın popüler kavramlarıyla Risale-i Nurdaki elmas hakikatlere bakarsak, o hakikatleri cam parçalarına indirme tehlikesi ile karşı karşıya kalıp, hakikatlere karşı haksızlık yapmak durumuna düşebiliriz…
- Anlamak - 7 Ocak 2022
- Dağılmak - 13 Temmuz 2021
- Cevapsız kalan sorular… - 21 Haziran 2021