Kendini seviyorsan O’nu sevmelisin

Kendini seviyorsan O’nu sevmelisin

UNUTMA EY NEFSİM! Manevi kalbini yaratan, bâtın denilen en iç kısmını kendi tecelli ve nazargâhı olarak ayırdı. Orayla başka şeyleri seversen işin yaş. O’ndan başka kime kalbinin içini verirsen parça parça edip sana geri verecek. Emin ol. Ferrari ile köy yolunda gidilmez. Allah’ı sevmek için yaratılan bir kalple üç günlük dünyanın beş kuruşluk mahlûkatı sevilmez. Onun mecrası farklı. Mecrasını şaşırırsan çok sıkıntı çekersin. Hayat senin için bunalımlar silsilesine dönüşür. Dikkat et.

Zaten Rabbini en başta seversen, kendin dâhil olmak üzere, O’nun yarattığı her şeyi yine “O’nun eserleri” olması cihetinden seveceksin. Hem de ne sevme! Geçmiş, şu an ve gelecekte yaratılan bütün mahlûkatla kendini kardeş hissedeceksin. Aynı kaynak tarafından var edilmenin derin sırrını göreceksin. Dahası var. Güneş’in şeffaf şeyler üzerindeki akislerini bilirsin. O akisler gece, bulut gibi vesilelerle kaybolsalar da, Güneş’in zâtının kaybolmadığından emin olduğun gibi, muhabbet ettiklerin kaybolsa da Mahbûb-ı Ezelî’nin kaybolmadığını ve her an sana senden yakın olduğunu bilmenin sonsuz hazzını yaşayacaksın.

İyisi mi sevdikçe sevilen ve sevdirten birine muhabbetimizi tahsis edelim. Böylece kâinatı bile içine alsa doymayacak vüsatte olan muhabbet duygumuzu zerrecik muhabbetlerde boğmayalım. İçerisinde O’nun olmadığı bütün sevgi ve bağlanışlarımızı bir yara olarak görelim. Ve o yaralı bağı çözelim gitsin. Ki böylece ucu Allah’a uzanan yeni bir bağı bağlayabilelim.

Hem hayatın karmaşıklığı içerisinde, her şeyin O’na bakan yönüne odaklanıp ruhen rahatlığa kavuşalım. Çokluktan sersemleşen, tek olan kaynağını arayan ruhumuza nefes aldıralım. Salavât-ı şerifedeki veciz ifadeyle “mahlûkatın kesreti içerisinde vahdetin sirâcı”na yüzümüzü çevirelim. Sadece yüzümüzü değil bütün varlığımızı hatta. Tıpkı Efendimiz’in (asm) birisiyle konuşurken her şeyiyle ona yönelmesi gibi yönelelim Rabbimize. Çünkü her şey O’nun.

Şunu da unutma, unutkan nefsim! Sen hayvan değil insansın. Yani? Düşün: Keçinin gözleri önünde kardeşini kurban ederken o hâlâ otlanma peşinde. Duygu dünyası o derece sınırlı. Sen ise öyle misin? İnsâniyet denilen özelliğin seni bütün kâinatla, içerisindeki varlıklarla ve hâdiselerle mânen irtibatlı kılıyor. Ayrıca aklına sürekli geçmişten keşkeler, pişmanlıklar, hasretler ve gelecekten endişeler, bilinmezlikler, korkular takılıp seni tâciz ediyor. Dünyevî koşturmacaların sarhoşluğundan göremiyorsun belki ama acınacak haldesin. Ağır olduğunu düşünme, hakikat bu. Televizyonda görüp de üzüldüğün savaş mağduru çocuklardan daha acınacak halde. O yavrucakların kısacık dünyevî hayatları mahvoluyor belki. Ahirette ecirlerini kat kat alacaklar inşallah. Senin ise ucu bucağı olmayan ahiretin mahvolmakta. Bir İslam büyüğünün “Ölümden neden korkuyoruz?” sorusuna verdiği o harika cevabı hatırlıyor musun? “Biz harap olan dünyamızı mâmur ettik, mâmur olan ahiretimizi ise harap ettik. Şimdi mâmur ettiğimiz bu dünyadan harap ettiğimiz ahirete gitmeye korkuyoruz.

En iyisi bizi bizden daha iyi bilen, seni senden daha çok düşünen, insaniyetinin yaşayacağı bütün zorlukları bilen ve seni hepsinden himaye edebilen bir Zâta intisap etmeli. Midenin iştahına binlerce harika nimetleriyle cevap vererek sana bir mesaj yolluyor: Kalbinin ihtiyaçlarına da binlerce güzel esmâsıyla cevap verebilir. Manevi hazinelerini hafife alma. Bir taraftan tahkiki imanını diğer taraftan samimi istiğfarını kuşanarak O’na yönel. Allah sana inanıyor. Peki, sen Allah’a inanıyor musun? Asıl sorumuz bu belki de.

Abdülhamid Karagiyim
Latest posts by Abdülhamid Karagiyim (see all)
Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.