ERKEN SAATLERDE UZUNCA yolculuğa karşı her zaman bir direnişi tazecik görürsünüz vücudunuzda. Yüründüğünde pişman olunmayacak vakitlerdir güneşin tulu ettiği anlar. Fikir, razı olsa da bu zaman içinde yapılan seyahatlere; vücudun ekser itibarıyla güneş doğuyorken yürümekten miskince şikayetlerini hepimiz duymuşuzdur. İtiraz seslerinin arasında bir kış sabahı mahmurluk ile beraber arabasına mecburen binen bir adamı takip ediyoruz.
Zihni oldukça yoğun; yaptıkları, yapacakları, yapması gerekenler beyninde cirit atıyor. Dolayısıyla zihin dinginliğe kavuşamıyor. Bu yolculuk da nereden çıktı! Karışıklığa bir sebep daha bence… Ekonomik durum arabanın çalışma sesi ile onlarca hesabı zihinden geçirmeye sebep oluyor. Kilometrede ne kadar masraf, bir litre mazot ile kaç kilometre gidilir, yüz kilometrede bu kadar masraf olduğuna göre… Bu şimdilerde milyonlarca insanın yaptığı bir hesap. Bu hesaplar bazen de aniden derin sessizliklere sebep oluyor. Nereden bileceksiniz ki kim ne düşünüyor?
Bir de yolcusu var bu mecburi seyyahın, onu da alıyor şehrin hastanesinin önünden. Biraz muhabbet eder diye beklerken bir selamlaşma ve sonrası sessizlik… Oysa yanındaki yolcuyu yeterince tanımıyor bile. Konuşacak takati mi kalmamış ne! Böyle bir durumda dahi konuşmadan başlayan bir yolculuk hayret.
Şehirden gelen sesler Casiye, Şuara, Duhan ve Fussilet haykırışları, bu haykırışlar yavaş yavaş hesapların da yerini değiştiriyor. Yakıt tükeniyordan zaman tükeniyor hesabına… Akşam eve dönmekten, günlerin geçmesi ile asıl sahibimize dönme hülyasına doğru…
Dünya başakları dünyada kalır. Mevsimi geldiğinde ekinlerin filizleri karlar altında kalır, korkma çürümez ruşeym; ondadır, buğdayların hayatı. Ruşeym konuşmadan anlaşır toprak ile yağmur ile kar ile… Soğuğun altında güçlenir ruşeym. Siz de dağlara buğdaylar saçın, kimseler görmeden kuşlar ile konuşmak isterseniz.
Derin sessizlik bir türlü bozulmuyor. Sükunet, nar, üzüm, hurma verildiğinde susan insan olmaktan; ona arzi bir kötülük dokunduğunda bol bol dua eden kimse oluşuna doğru götürüyor, bu yolcuları. Her eşyanın sahibine kavuşmaktan maada bir gerçek olmadığına gidiyorlar, bundan şüphe duymamak gerektiği tescilleniyor mücbir sessizlikte. Var olan izafi mülkünden, vazgeçen vazgeçene bu deruni seyahatlerde. “Göklerde ve yerde ne varsa O’nun mülküdür” fikrine inkılab ediyor fikirler. Bunu paylaşmalı en azından şoför, yolculuk arkadaşı Ömer ile… Yandan gözleriyle süzüyor Ömer’i, sessizliği bozmak zamanı geldi diye düşünüyor. Ömer de beyazlığın içine atmış gamlarını, daldığı enginliğin içinden onu ayıltan, birisi tarafından izlenildiğini fark etmek oluyor. Sağ tarafına dönüyor aniden Ömer’in gözleri Ömer’in gözlerine ilişiyor. Bu bakışma bir kaza olmaması için kısa olması gerekiyor ve gözler ayrılıyorlar bakışmalarından. Sessizliği bozan sessiz bakışmalar oluyor. Sonra yine derin bir sessizlik…
Şehirden uzaklaşıldı bir çırpıda. Tüm yolcuların etrafını saran bembeyaz örtü ne demek istiyordu. Seyahat için üşenenler evlerinde otururken göremedikleri bu örtüyü görme fırsatı ne müthiş. Gerçi oturanlar da yolcu. Yine de iyi ki uyumuyorum ve yoldayım düşüncesi zihinlerde…
Cennetlerin bahçelerinde olanlar kimlerse, kar ve ekinin sahibini bulanlar onlardır. Onlar için Rableri katında ne isterlerse vardır. Ne güzel bir birikim karlara, ekinlere, çaylara, ırmaklara bakarak birikenler… Kazanılan günahlardan kıyamet gününde kaçacak delik aramaktan çok daha iyi …
Birikim deyince rızık çoğaldıkça azgınlığa mı sebep oluyor düşüncesine sarıyor zihin. Bu kırsalda, toprağın üzerini kaplayan kar; düşündürüyor insana, ne de çok nimetler var.
Yayılan rahmetten belli, birlik. Sıcak mevsimlerde bize gelecek rızıkların örtüsü yağan kar, böylece her yere yayılmış rahmet. Yağmur ümidin son noktasında gelerek nereden geldiğini düşündürüyor bazen. Yağmurda kıymetli olduğunu düşündürmek kabiliyeti var mı? Bu insanları düşündürmüyor mu?
Onun delillerinden sadece bazıları göklerden gelenler. Her yer delil her yer ondan haber veriyor; bu haberlerin tahşidatı aklı başında olanların aklını alıyor ve batan gemilerine bir kıymet veremiyorlar. Kıymetsizleşti, kırsal toprak üzerine düşen karlar yanında her şey. Bunları yol arkadaşına anlatmak istedi. Sağına döndü yine şoför, düşündüklerini yol arkadaşı ile paylaşmak için. O esnada kulakları patlatırcasına bir ses geliyordu, araba sallanıyordu sesin şiddetinden. Söyleyeceklerini daha güzel bir sesle kainatın söyleyip haykırdığını duydu. Şoför bağırıyor anlatmak istediklerini fakat kainatın haykırışı bastırıyordu şoförün sesini. Sesinin hiç duyulmadığını fark ediyor ve söyleyeceklerinin, söylendiğini düşününce şoför sessizliğine devam etmek ihtiyacı hissetti.
Birden hiç düşünmediği kareler gelmeye başladı hayaline. “Denizde, dağlar gibi akıp giden gemiler de onun delillerinden” dedi. Onu da denizde seyahat edenler düşünsün mü demeliydi veya baktığı beyaz kar denizi içinde yapraksız siyah ağaçlar gemileri mi hatıra getiriyordu?
Bu delilleri inkar edip yok sayanlar ne ile mücadele ediyordu, halbuki kaçacak hiçbir yer yok. Her yerden kayıtlanan insan, asıl kayıtlayıcının kayıtlarını tanımak istemiyor, ne cüret! Ev-iş, git-gel dünyadaki seyahatin sonucu. Esasında dünya da seyahatin bir durağı diyenler haklıydı, o zaman anlam kazanıyordu yolculuk. Netice O’nun yanıydı zaten, her zaman O’nun yanındaydık. Yolculuk devam ediyordu, bu yolun sonu sonsuzluk. Varmakta olacağımız yere varıldığında zalimsen ne diyeceksin biliyor musun? Dünyaya geri dönecek bir yol var mı? Dünyaya geri dönecek bir yol var mı? Elbette yok! Şu yolculuğu güzel yap o zaman.
Bu yolculukta karşımıza çıkan yerler haykırıyor: göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Dilediğine kız çocuk verir, dilediğine erkek çocuk. Dilediğine ikiz verir, dilediğine hiç vermez, bunlar da O’nun istemesiyle olur. Sen kimsin o zaman? Hiç. Kar bembeyaz ve sen hiç yolculuğunu yaşamaktasın. Haykırmalısın o zaman “Ben hiçim” diye; ama içten gelen bir coşkuyla çünkü araba çok sessiz.
Sana yol gösterenlerle, alay edenlerden olmamalısın. O alay edenler helak olmuşlar. Sana bir yol gösteren varsa ne güzel… Bir de seyahat imkanı tanınıyorsa yollar neler anlatıyor insana. İşte yol gösterenler on binlerce… Bu kadar yol varken hem de rehberleri güler yüzle davet ediyorken bir yol bulamadım demek içler acısı. Çaresi olan bir dert geldiğinde başa, çare aramadan boynunu bükmek gayyur ruhlu kimseye yakışmaz. “Yol gösterici lahuti navigasyonlara saygılı olmalısın” demek istedi şoför. Ömer’e baktı. Ömer uyuyor gibiydi. “Sessiz olmalıyım” diye düşündü ve yolculuğa sessizce devam etti.
Çok daha derin bir sessizlikle iki büyük şehrin arasındaki yolculuk devam ediyor. Her yer bembeyaz… Beyazlıkları delen ağaçların siyah görünüşleri neler de hatırlatıyor. Şoför kendi kendine “İnce ve lâtif san’atlara delice meftun bazı dostlarım, has bahçelerinde pek güzel hendesevâri bir şekilde, arkları, havuzları, şadırvanları yaptırmakla bahçelerine pek muntazam bir manzara verirlerdi. Ve o letâfetin, o güzelliğin derecesini göstermek için bazı çirkin kaya, kaba mağara ve dağ heykellerini bahçelerine ilâve ediyordular ki; onların çirkinliğiyle, bahçenin güzelliği, fazlaca parlasın. Yani zıtlıkların güzelliği… Bu zıtlıkların güzellik serencamını anlamak için de ince ve nazikane düşünceyi kaybetmemiş olmak lazım derdi dostlar. Ta ki o zıtlıklar bahçesine bakan anlasın ki o çirkin kaba şeyler kasten yapılmıştır. Kasten yapılmış olduğunu ise pek yüksek, geniş, şâirane bir hayal ile dünyanın o bahçe manzarasını nazar altına alabilen adam görebilirdi. Zira güzelin güzelliğini artıran, çirkinin çirkinliğidir. Demek bahçenin tam intizamını ikmâl eden o çirkinliklerdir. İşte kar beyaz manzaramı da, yaprakları dökülmüş bu ağaç ve çevresindeki kayalar öyle güzelleştiryor” dedi. Bu küçük fısıltı yol arkadaşı Ömer’e ninni gibi gelmiş olmalı ki koltuğa daha da bir yerleşiverdi Ömer.
Dökülmüş yapraklar, ince dalların arası karşıdan dalga dalga görünüyor. Yalnız mı kalmışlar zannettin onları, o kocamış ihtiyar ağaçları. Gel bir de baharda gör cıvıl cıvıl oynaşmalarını, ne de çok söyleyecekleri var bu ağaçların. Bizim sahibimiz tüm ağaçların da sahibi. Ağacın başka bir dost edindiği yok ki yalnız kalsın. O’ndan başka dostlar edinenlere gelince onları hakkıyla gözetleyen var. Vekil O. Ve O bunları kaydetmektedir. Yoksa kendilerine O’ndan başka dostlar mı edindiler? Ne yalnızlık. Asıl dost , kar beyazının altından otları diriltiyor. Hiçbir zaman yalnız bırakmıyor O kudret kuşları, ağaçları…
Bu sessizlik uçuruyor seyyahları. Belki de kıyamet yakındır. Hafif bir rüzgar çatıları alıp götürüyor, biraz şiddetlenince tufan; köprüler, birikimler uçuşuyor. Biraz daha şiddetlenince hareket, gezegenler gidecek, kıyametler kopacak.
Kar, Celal’in ayinesi mi? “Celalinin hakkı için eğer onlara gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan onlar bunu yapanın Aziz olduğunu ve her şeyi bilenin yaptığını söylerler. Ya sonra asilik ve itiraz sesleri… Varmak için maksatları olan ilçeye doğru gidiyor yolcular, ne güzel yollar. Yoksa asilere levm edecekti şoför, vazgeçirdi onu lanetten bu sevgili yol. Şoför yola odaklandı ve “Yerin bize beşik olduğunu ve doğru istikamete gidelim diye o beşikte bize birtakım maddi ve manevi yollar açıldığını göre göre gidiyorum. Yalvarıyorum, sevdiğin yollardan ayırma bizi” dedi. Şoförün arzusunu seslendirmesi aniden oluvermişti. Biraz da sesli olunca bu tazarrudan yol arkadaşı uyanır gibi oldu, sağa sola bakındı, baktı her şey yolunda, yavaşça dalıverdi uykusuna.
Kar ne anlatırdı, buğulanmış camın kenarında oturan birbirini henüz tanıyamamış Ömerlere. Göklerden ölçü ile inen su gibiydi kar. Onunla ölü beldelerde sessizlik ziyadeleşti zannedersin. Kar eritir kendini yeşil filizler için. Biz de mi filizler gibi çıkacağız kuyularımızdan! Bizim için kimler eriyecek, biz kimler için erimeliyiz!
Nice Zuhruflar gündemde, eridi, indi, çıktı. Nasıl da etkiliyor insanı şoför yolda yalnızken hiç o sesler de duyulmuyordu. Gittikçe de kesildi altın gümüş ve kriptonun sesleri. Halbuki o altınlar dünya hayatımızın geçici menfaatinden başka bir şey değildir, haykırışı bembeyaz ve kar topu gibi büyümekte, bu ufku geniş manzarada.
Kıyamet hengamını düşünmek artık hiç de zor değil. Her yeri bir anda bembeyaz edeni görmek ne güzel; O her yeri bir anda ortadan kaldırıp yeni biri sayfa da açabilendir. “O gün dostlar birbirine düşman olurlar” sesi hiç de garip değil ortalık toz duman olduğunda kimse kimseyi düşünmediği buna delil zira herkes başının derdinde. Sayarım dostum, sayarım babaların evlatlarını, evlatların babalarını düşünemediği onlarca afet sayarım. Sen kıyamette nasıl düşüneceksin evladını!
İşte orada şefkat. İmtiyaz istiyorsan kar ve yağmurun sahibine döneceksin, O’nun azim tasarrufatına bakıp secde edeceksin; haydi çık dışarı karlara secde et. Her yerin bir anda beyaz, ıslak, soğuk, sıcak, gece, gündüz olmasına kimin gücü yeter. Azim bir tasarrufu görünce aklına secde gelenlerin, etrafında altın tepsiler ve bardaklarla dolaşırsın. Öyle de olacak keyif, gözünün hoşlandığı her şeyin olduğu yerde olacaksın ve oradan çıkarılmamak ne güzel.
Ne güzel bir seyahat gittikçe derinleşen… Bu iç yolculuğunun seslerini, fısıldaşmalarını işitmiyor mu zannediyorsun? Hayır işitiyor dağların, karıncaların, yıldızların sesini işiten. Elçilerinin elinde kalemler, onlar da yazıyorlar. O sesleri kim yarattıysa katipler de O’nundur. Her yerde karşımıza çıkıyor bu kayıt. Akıllı iseniz bilmelisiniz göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların bir Rabbi var. Bu sessizlikte bu haykırışı duymamak ne mümkün.
Yerin ve göğün arasında Ömerler seyahat ederken birbirlerine baktılar ve “Bembeyaz kar içinde karartılar nasıl da tablo gibi” demek istediler birbirlerine bakarak. İkisi de manzarayı zaten görüyor dolayısıyla tevil kısımlarını bırakarak sessizliğe devam ettiler. Çünkü hadisenin fevkalade hakikati gözler önüne serilmiş.
O gök ki bir zaman gelecek insanları bürüyecek Duhan ile. Göklerin apaçık bir Duhan getireceği günü gözetle. Kar gibi gelir bir anda. Arabamızı sallayan rüzgar gibi gelir, rüzgarları estirmesinde de çok hikmetler var peşimizde rüzgarlar belki boğacaklar bizi belki de bizi o elemli azaptan kaçıracaklar.
Öyle günler var ki bizi bekleyen; o gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Nasıl bir gündür, böyle kış ortasındaki seyahat yalnızlığı gibi mi? Ama şimdi başım dertte değil, ne acı dert esnasında bana bakmadan yanımdan geçip gidenler var olacaksa. Ne ızdırapdır ki acılar içinde olduğunda uzattığın eli göremeyecek olmam.
Hiçbir şeyden şikayet etmemek lazım diyorum, kafam boşalıyor, ferahlıyor ruhum. Zakkum ağacı çok günahkar olan kimsenin yemeğidir, kuru ekmeğe talim de olsak şükretmeliyiz o zaman. “Zakkumdan yemek olmaması için şikayetim yok” dedi şoför ve birden yükleri hafifledi.
Öyle olmalıyım ki bahçelerde ve pınar başlarında, ipekler içinde karşılıklı oturmalıyım dostlarımla. Onun yolunu aramalıyım. Gökler ve yerler delillerle dolu. Gök ve yerin arasındaki seyahatimizde gördüğüm bu delilleri seyahatimiz olmasaydı nasıl görürdük demek istedi yine Ömer’e ama baktı ki o da dalıp gitmiş.
“Günahkar kimsenin vay haline!” diyor gibi yolcular. O bizi kıyamet gününde toplayacak zaten. O zaman her ümmeti Casiye yani diz çökmüş olarak görürsün. Bugün yapmakta olduklarınıza karşılık göreceksiniz, sesi kulaklarını çınlattı. Şoför ve yol arkadaşı hiç seslerini çıkaramadılar. Ömer de arabadan indi ve sessizce ayrıldı.
Kaleminize sağlık harika bir yazı olmus