YILLAR ÖNCE Avrupa’nın muhtelif ülkelerinden Nur talebelerinin iştirak ettiği bir etkinliğe katılmıştım. Amaç kaynaşmak, tanışmak ve farklı hizmet tecrübelerini dinleyip istifade etmekti. Katılımcılar hizmetlerine dair olan sunumlarına geçmeden önce söz hakkı organizasyona ev sahipliği yapan kişilerdeydi. Bir hoca akademik unvanının da getirdiği cesaret ve öz güvenle ben dahil misafirlerin tamamını heyecanlandıran bir coşkuyla kullanmıştı söz hakkını.
O konuşmayı o gün eleştiren veya sorgulayan kimseyi hatırlamıyorum. Herkes hocanın “engin bilgisi” ve “müjdeleri” karşısında hayretlere kapılmıştı. Konuşmanın kısa bir özetini vermek gerekirse; hoca Avrupa’nın İslam’a nasıl hamile olduğunu ve yakında nasıl doğuracağını anlatıyordu. Buradan hareketle müslümanların ve özellikle Nur talebelerinin ümitvar olması gerektiğini belirtiyordu. Dinleyiciler olarak adeta Bediüzzaman’ın “Avrupa da İslâmiyete hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak” sözünün ne anlama geldiğini keşfeder gibiydik. Yetkin bir isimden, doyurucu bilgilerle bezenmiş bir şerh dinlemenin ayrıcalığını yaşıyorduk.
Açıklamalar hem İslami hem de sosyolojik açılardan kusursuz görünüyordu. Dahası sosyolojik boyut İslamî boyutu tahkim eden bir şekilde sunuluyordu. İşin İslamî boyutunu bir hadis-i şerif ve Bediüzzaman’ın bu hadise getirdiği yorum oluşturuyordu. Belli bir zamana kadar İslamiyet’in muzaffer olacağından bahseden kısımlardı bunlar. İşin sözüm ona sosyolojik ve vahim boyutunu ise hocanın bunlara delil olarak getirdiği malzemeler teşkil ediyordu.
Hocanın hadis-i şerife ve Bediüzzaman’ın yorumuna sosyolojik delil olarak sunduğu malzemeler ise Norveçli bir teröristin paçavrasında geçen iddialardı. Bu teröristin “uzun araştırmalar neticesinde” elde ettiği “ölçümlenmiş tespitleri” ile Bediüzzaman’ın hadisten çıkardığı rakam örtüşüyordu hocaya göre. Hadisler ve bir din âliminin İslamiyet’in Avrupa’daki geleceği hakkındaki düşünceleri üzerine emek mahsulü bilimsel araştırmalarının ışığında yorumlar geliştirmesi gereken bir profesör kala kala bir faşistin komplo teorilerine kalmıştı. Bunlara kalmıştı zira ona göre terörist bu bilgileri istihraç yoluyla edinmişti. İstidraç kolaycılık marazıyla çalınan komplo teorilerinin kılıfıydı aslında. Bir tarafta kapalı dini kavramlar ve dini metinler diğer tarafta anahtar addedilen komplo teorileri. Anlı şanlı hocamızın şerhi bunlardan ibaretti.
Batılı İslamofobların korku ve hayal dünyası hocanın gerçekliğini oluşturuyordu ne yazık ki. Deli saçmalıkları da ahir zaman hadislerini açıklayan veri olarak sunuluyordu. Bütün bunlar büyük bir akademik öz güvenle anlatılmıştı o gün hazır bulunan Nur talebelerine. Ve üzülerek belirtmeliyim ki hala tedavüldeler. Onlara “elmas” kılıçlar iliştirilmediği sürece tedavülde kalmaya devam edecekler.*
_____________________________________________________
* Aşağıdaki metinde geçen zahirperestlere, sosyal olgu ve olayların yorumlanmasında zahirle (belki zahirin de zahiriyle) veya komplo teorileriyle yetinenler anlamında “sosyal zahirperestler” kategorisini de dahil edebiliriz.
Sonra gulyabânî gibi hayalâta alışan zahirperestlerin dimağları kabul etmeyecek gibi göründüler. Fakat asıl sebep başka garaz olmak gerektir. Güya göz yummakla gündüzü gece veya üflemekle güneşi söndürmeye ihtimal vermek gibi bir hareket-i mecnunanede bulundular. Güya onların zannınca küreviyet-i arza hükmeden dinde çok mesaile muhalefet ediyor! Onu bahane ederek büyük bir iftirayı ettiler. O derecede kalmadı. Vesveseli ezhanı iftiranın büyümesine müsait bir zemin bulduklarından iftirayı o derece büyüttüler ki ehl-i diyanetin hakikaten ciğerlerini dağdar ve ehl-i hamiyeti İslâm terakkiyatından meyus ettiler. Lâkin bu hal büyük bir derstir. Beni ikaz etti ki cahil dost, düşman kadar zarar verebilir. Öyleyse şimdiye kadar yalnız düşmanın tarafına bakıp eldeki elmas kılınçla onların tefritlerini kırardım. Fakat şimdi mecburum –öyle dostların terbiyeleri için– onların avamperestane ve ifratkârâne olan hayalâtlarına o kılıncı bir derece iliştireceğim. Eğer çendan böyle şahsî şeylerin böyle mebahisatta zikirleri lâzım değildir. Fakat şahsiyette kalmadı. Medreselerin hayatlarına taallûk eder bir mesele-i umumî hükmüne geçti. O zahirperestler emin olsunlar ki sa’yleri beyhudedir. Şimdiye kadar böyle avamperestane safsatalarla bizi cahil bıraktılar. Bundan sonra bizi cahil bırakmakla cehlimizden istifade etmek istiyorlar. Olmaz ve olamaz; medreseler hayatlanacaktır vesselâm.