Kusur üzerine…

Kusur üzerine…

İnsan fıtratı itibarıyla hata yapmaya uygun yaratılmış bir varlıktır. Aslında hata yapması için yaratılmış bir canlıdır. [Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize günah işleyip, peşinden tevbe eden kullar yaratırdı. (Müslim, Tevbe, 9)]

Bu yüzden âdemoğlunun hata yapması çok normal, hatta gereklidir. Bununla beraber insanın yaptığı kusur ve hatalardan ders çıkarması da gerekli ve elzemdir. Ancak insanoğlu kusurlarını görmekte ve algılamakta bazı sorunlar yaşamaktadır.

İlk olarak kendi hatalarımızı algılamadaki problemlerimize bakarsak, yaşadığımız belki de en büyük problem kendi kusurumuzu görmemektir. Bu dert, devası olmayan bir hastalıktır, ancak bilinmez ki bir hastalıktır. Bu hastalık insanı firavunlaştıran, insanı dalalet derelerine yuvarlandıran, hayat-ı içtimaiyeyi perişan eden bir hastalıktır. Bu noktayla alakalı Risale-i Nur’da şu kısım geçmektedir:

Mana-yı ubudiyetin esası olan: Kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlahiyeye iltica etmek… (Mektubat, s. 320)

Görüldüğü gibi kusurunu bilmek kulluğun manasıdır ve bu noktadan büyük önem arz etmektedir. Ayrıca teşhis edilememiş veya hasta tarafından kabul edilmeyen bir hastalığın tedavisi neredeyse imkansız gibidir. Aynen bu gibi kusurunu görmeyen veya görmek istemeyen bir insanın bu hatalarını düzeltme ihtimali çok düşüktür. Aslında bu hastalığın en kolay çaresi en başta hastalığa yakalanmamaktır. Yani koruyucu önlemler almaktır. Bu önlemlerin en başında ise insanının kendini daima kusurlu olabileceğini hatırlaması, hatasız olduğunu düşünmenin en büyük hata olduğunu hayatına düstur yapması ve hareketlerini -vesveseye de düşmeden- doğru yapıp yapmadığını kontrol etmesidir. Yani acaba bu hareketimle olması gerekeni mi yaptım, yoksa yanlış mı yaptım diye düşünüp, eğer yanlışım varsa o yanlışı bir daha yapmama kararlılığı göstermem ve hatamdan dolayı pişmanlık duyarak tevbeye yönelmemdir.

Kendi sorununu görmemenin bir ileri boyutu ise çevresindeki yanlışları, hatta kendi yanlışlarını bile başkalarında görmek, suç ve hataları hep başkalarında aramaktır. Bu hastalık da sosyal hayatı zehirleyen, kardeşliği ve ihlası bozan çok dehşetli bir hastalıktır. Kurtuluş çaresi ise yukarıda bahsettiğimiz gibi ubudiyetin esası olan kendini kusurlu, aciz, fakir bilmeyi hayatına düstur yapmaktır. Yani hakiki kul olabilmek için kendini hep kusurlu bilmek -ye’se düşmeden- Rabbine karşı büyüklük taslama manasını taşıyan hareketlerden kaçmaktır. Risale-i Nur’da bu konuyla alakalı şu pasaj geçmektedir:

Şu hatvede (nefsin) tezkiyesi, tathiri; onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.

Ayrıca kardeşlerimizde kusur, hata olarak gördüklerimizi uhuvvet düsturları çerçevesinde düşünmektir.

Sonuç olarak insan kusurdan hali değildir. Bu onun yapısında olan bir şeydir. Ancak insan nefsi gelişim ve ruhi yükselim için yaptığı hatalarından ders çıkarmalı, vartalara düşmemek için Risale-i Nur’un düsturlarını tam bir ihlasla içine sindirme gayreti ve cehdi içinde olmalıdır.

Aziz Muhammed Akkaya
Latest posts by Aziz Muhammed Akkaya (see all)
Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.