İnsan öyle bir dünyada yaşıyor ki her şey ile bir etkileşim halinde. Her gün kullandığı eşyadan tutun değişen hava şartlarına, hiç tanımadığı bir insanın ahvalinden tutun yolda vuku bulun bir kazaya, alt komşusunun bağırık seslerinden tutun yan komşusunun kahkahalarına kadar her şey ile etkileşim halinde. Kişilik özelliğinin rengine göre, müspet/olumlu ya da menfi/olumsuz şekilde duyguları etkileniyor. Bu etkileşim genellikle gayri ihtiyari şekilde oluyor. Seçimlerin/ iradenin olmadığı bu duygusal sürüklenmeye, farkındalıkla dur denmediği, rüzgârın yönüne göre yelkenler açılmadığı, kontrolü ele almaya çalışılmadığı takdirde, duygu/ruh dünyası başka şeyler/etkenler tarafından şekillenir hale geliyor. Dolayısıyla bu etkileşimden olumlu bir ruh hali ile çıkma ihtimali hayli düşük. Daha doğrusu hasar alma olasılığı olan büyük bir risk. Duyguları ortaya koymak suretiyle, ruh dünyasını kaybedebileceği bir kumar…
İnsan, bu kâinattaki yaratılan şuurlu varlıklardan birisi olması hasebiyle, duygu/ruh dünyasının şuursuzca şekillenmesine izin vermemelidir. Çünkü bu şuursuzluktan bizatihi kendisi etkilenecektir. Bu etkileşim sürecinden olumsuz etkilenme ihtimalinin, olumlu hale göre daha yüksek olduğu düşüncesi daha ağır basıyor. Malumdur ki bir şeyi yapmak, inşa etmek; yıkmaya göre daha zor. Bir büyük saray, on senede yapılıyorsa on dakikada yıkılabilir. Dolayısıyla tahrip/yıkım basit, tamir/inşa zor. Duygu dünyasında da olumsuz etkinin olumlu etkiye göre daha tesirli olduğunu görmek mümkün. Onun içindir ki insanın moral dünyası ve ruh dünyası bir anda yıkılabiliyor. Bir kalbi kazanmak yıllar alırken, kırmak ise bir dakikada olabiliyor. Bir insanı üzmek çok kolayken onu mutlu etmek emek istiyor.
Müspetin/olumlunun, menfiyle/olumsuzla mücadelesinde olumsuzun kısa vadede daha büyük ivme kazanması sadece fıtri yapısından gelmiyor. Toplumsal/kültürel kabuller, yanlış inanışlar, etnik/kişisel mizaçlar da hızlandırıcı bir kuvvet veriyor. Acıdan, elemden, hüzünden zevk alma halinin toplumda büyük yer edinmesi; şarkılarla şiirlerle toplumsal hafızaya yerleşmesi olumsuza olan ilginç rağbetin bir başka hali olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle acı çektiğini göstermek suretiyle sevgisini ispat etme eğilimi, kendi canını feda etmek derecesinde bir sevgi ispatı hali yanlış inanca verilecek örnek olarak karşımıza çıkıyor.
Müspet/menfi mücadelesinde yelpaze oldukça geniş; düşüncede, duyguda, harekette/davranışta, inançta, iletişimde, psikolojide vb. birçok alanda bu mücadelenin izlerini/etkisini görmek mümkün… Düşünce dünyamız her gün menfinin saldırıları altında; bu sebeple düşüncelerin tesir ettiği duygu dünyası da tehlikede, dolayısıyla hareketlerimiz duygularımızdan bağımsız şekillenmiyor onlar da tehlikede… Bu müspet/menfi mücadelesinden olumsuzun etki alanından kurtulup, olumlu etkilenmek elbette ki şuurlu insanın seçimleriyle mümkün oluyor.
Peki, insanı bu mücadelede hasar almadan kurtaracak şey ne? Teoride çözüm çok basit lakin uygulamada duygular işin rengini değiştirip zorlaştırıyor. Duyguları devreye sokan en birinci etken ise düşünceler, hayaller… Evvelen çözüm oradan başlamalı… Düşünce dünyasındaki olumlu değişimler elbette domino etkisi gibi tesir edecek ve duygular, davranışlar olumlu etkilenecek. Güzel düşündükçe duygular güzelleşecek, hareketler müspetleşecek. Anlaşılıyor ki düşünce dünyasındaki menfi/müspet bakış bütün her şeyi etkiliyor. Şuurlu insan güzel/müspet düşünmeli. Olumlu/müspet düşünme kontrolün sağlandığının, olumsuz/menfi düşünme ise kontrolün yitirildiğinin habercisidir. Kontrol sağlandığı ve bunda sebat edildiği vakit her şey daha iyiye gidecektir. Kontrolsüzlüğün daha kötüye götürmekten başka bir işe yaramadığı herkes bilmelidir. Menfinin tesirinin müspete göre daha fazla olması, müspette sebat etmenin önemini ortaya çıkartıyor. Bu sebat alışkanlık haline gelesiye kadar sürdürülmelidir yoksa sürekli bu mücadele inişler çıkışlar olacaktır. Menfi, hiç şefkat göstermeden saldıracağı anı gözlemlemektedir; müspet ise bütün güzellikleri, şefkati ile sahiplenecek kişiyi beklemektedir. Bu hususta Bediüzzaman’ın şu cümlesi gayet manidardır:
Güzel gören güzel düşünür.
Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
Buradan da anlaşılacağı üzere güzel görmek güzel düşünmeye zemin hazırlıyor. Güzel şeyleri görmek ve odaklanmak güzel düşünmeyi kolaylaştırıcı manaların oluşmasında büyük katkı sağlıyor. Bu bağlamda kâinattaki bütün güzellikler, güzel düşünmek için bizi bekliyor. Unutmayalım her ne kadar menfinin tesiri müspete göre fazla olsa da kâinatta güzellikler çirkinliklere göre daha fazla…
- Menfi ve müspet - 10 Mayıs 2016
- İhtiyaca ihtiyaç var! - 14 Nisan 2016
- Eşya ve Esma - 12 Nisan 2016
Hocam elinize yüreğinize sağlık.