Namaza dair bahislerin tarihsel bir okuması

Namaza dair bahislerin tarihsel bir okuması

RİSALE-İ NUR’DA üzerinde fazlaca durulan konulardan birisi namazdır. Öyle ki namaza hasredilmiş risaleler olduğu gibi, diğer bazı risalelerde de namazdan çeşitli vesilelerle bahsedilmektedir.[1] Bediüzzaman’ın namazın fıkhî çerçevesi üzerinde değil de hakikati ve hikmetleri üzerinde durduğu genel olarak bilinen bir husustur. Yazdığı risalelerle ahir zaman insanına namazın önemini anlatmak istemiştir. Bunu yaparken kendi zamanında namaz etrafında oluşturulan şüpheleri de dikkate aldığını görüyoruz.

Bunun açık bir örneğini Yirmi Birinci Söz’ün Birinci Makamı’nda görebiliriz. Bu risalenin yazılma sebebi “sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam”ın “Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor” demesidir. Daha doğrusu Bediüzzaman’ın bu sözü “Bütün nüfus-ı emmârenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir” şeklinde bir okumaya tabi tutmasıdır. Bir diğer ifadeyle tarihsel olarak bir kişi tarafından söylenmiş bir söz, Bediüzzaman tarafından bütün nefislere teşmil edilmiş ve Yirmi Birinci Söz’ün Birinci Makamı’nın yazılmasını netice vermiştir. Namaza yöneltilen bir eleştirinin burada söz konusu risalenin yazılmasında oynadığı tarihsel rol açıktır.

Bu derece açık olmasa da namaza dair yazılan diğer risalelerin izah tarzlarında da tarihsel unsurların izlerini bulabiliriz. Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde namaza dair ne tür tenkitler getirildiği meselesi bize bu izleri bulmak için yardımcı olabilir. Bediüzzaman’ın kendisinden ve eserlerinden haberdar olduğu ve namazı tezyif eden isimlerden birisi Abdullah Cevdet’tir. Bu kişiden haberdar olmakla kalmamış, ona reddiyeler de yazmıştır: “İkinci kısım mahremler ise ‘Dârü’l-Hikmet’te ve dokuz sene evvel Avrupa i’tirâzâtına ve Doktor Abdullah Cevdet’in dinsizce hücumlarına karşı yazdığım bir-iki risale ve bazı memurların bana insafsızcasına ve gaddarane tecavüzlerine karşı şekva suretinde yazdığım iki küçük risaledir ki; son müdafaâtımda bahsetmiştim”.[2] Abdullah Cevdet İçtihad mecmuasının 132. sayısında yayımlanan Yara ve Tuz” başlıklı makalesinde namazı açık biçimde tezyif etmiş ve bu, mecmuanın 10 Mart 1919’da kapatılmasına sebep olmuştur.[3] Makalenin içeriğine baktığımızda namazı şu şekilde tezyif ettiğini görüyoruz:

Ey Türk senin ve seninle beraber hemdinlerinin yararınız işte budur. Kemâl-i şefkatimden titreyerek bu yaranın üzerine avuç dolusu tuz basacağız. Bu tuz yakarsa taaffün ettirmez: Sen bu kafa ile ‘Cemiyet-i akvâma’ kabul olunamazsın. Bu ‘Cemiyet-i akvâm’a bu asrın kavimleri girebilir. Bu asrın adı yirminci asırdır. Sen on üçüncü asırda yaşıyorsun. Yirminci asırda yaşamalısın. Dört kadınlı bir aile taslağıyla, aile-i insaniyete giremezsin. On iki saatin herhalde beş saatini, Mevlana Hazretleri’nin “Başını yere kuyruğunu havaya bırakıyor, Güya Allah’a ibadet ediyor” beyitiyle tavsif ettiği bir iştigâl-i rüsûmî içinde sarf etmeye kendisini mecbur bulan bir kavim yirminci asrın bu zihniyetiyle, kâr-zâr sa’y ve içtihadında haiz mevkiî olamaz.[4]

Abdullah Cevdet’e göre namaz, günde beş saat insanın vaktini çalan bir “iştigâl-i rüsûmî”den ibaret bir mecburiyettir. Bu haliyle de Müslümanların “Cemiyet-i akvâm”a girmesine, bir başka ifadeyle terakkilerine, modernleşmelerine engeldir. Bediüzzaman’ın özellikle bu makaleden haberdar olduğuna dair kesin bir bilgimiz olmasa da, namaza dair izahlarından bu kabil düşüncelerden haberdar olduğuna dair birtakım ipuçları bulabiliriz.

Risale-i Nur’da namazla ilgili bahislere dönüp baktığımızda –Abdullah Cevdet’in tarifinin tam aksine– bazı noktaların vurgulandığını görürüz. Söz gelimi Bediüzzaman’a göre namaz insanın beş saat vaktini almaz, “Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir.”[5] Bununla birlikte Bediüzzaman’ın izahlarında, namaz daima “ucuz ve az bir masrafla” kazanılan “kıymettar ve mühim” bir ibadet olarak anlatılır. Bunun bir sebebi “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” hadis-i şerifinin tarzı olabileceği gibi, namazı çok vakit alan resmi bir protokol olarak tavsif eden dönemin menfi düşüncelerinin de bu anlatım tarzında etkisi olabilir. Bir diğer ifadeyle “dinin direği” olan namazı zorlaştıranların farkında birisi olarak Bediüzzaman, hadisten aldığı dersle namaz ibadetini kolaylaştırma vazifesini ifa etmiştir diyebiliriz.

Başka örneklerde gördüğümüze göre ise, namazı modernliğe engel olarak tavsif eden bir anlatıma karşı, Bediüzzaman’ın bu eleştirileri hesaba katarak bir anlatım tarzı benimsediğini söyleyebiliriz. Bu ise onun “ibnü’z-zaman” olma niteliğiyle doğrudan ilgilidir.[6] Kastamonu Lahikası’nda geçen bir mektup bu özelliğini teyid eder niteliktedir:

Şimdiki bataklığa ve manevi tauna sukutun sebebi ise, terakki fikrinden neşet ettiği cihetle, onların hatalarını gösterip, suud ve terakki Müslüman için ancak İslamiyet’te ve imanlı olduğuna işaret etmektir.

Bu örneklerde Bediüzzaman kırlarda ve yollarda rastladığı şeker fabrikası işçilerine, tren yolunda çalışan işçilere, pilotlara, askerlere, çobanlara ve inşaat işçilerine namazın ehemmiyetinden bahsederken namazlarını kıldıkları takdirde “dünyevi çalışmalarının da bir ibadet hükmüne” geçtiğini söylemektedir. Talebelerinin ifadeleriyle “Bu nevi dersi ‘Din terakkiye manidir’ diyenlerin fikirlerinin ancak birer hezeyan olduğunu gösterir”.

Bu örneklerde gördüğümüz üzere Bediüzzaman’ın namaz anlatılarında dönemin tartışmalarının izlerini bulabiliriz. Mahmut Hakkı Akın’ın belirttiği gibi “Bugün Türkiye’de daha da büyüyen, güçlenen, farklılaşan pek çok dinî cemaatin ve bu cemaatlere aidiyet duyan insanların hikayeleri, Türkiye modernleşmesinin tarihsel süreci ya da makro hikayesi dahilinde anlaşılabilir.”[7]İnsan hikâyeleri için geçerli olan bu durum kuşkusuz dini cemaatlerin liderleri konumundaki insanların eserleri ve bu eserlerdeki anlatım tarzları için de belli ölçülerde geçerlidir. Bu açıdan bakıldığında Bediüzzaman’ın namaza dair söylediklerinde Türkiye modernleşmesinin hikâyesine dair izler bulabileceğimiz gibi, o eserlerin anlamlandırılması da bu hikâyenin bilinmesine bağlıdır. Bununla birlikte Haşir Risalesi örneğinde olduğu gibi[8] Bediüzzaman’ın namaz anlatılarında “ihsan” boyutunu da göz ardı etmemek gerekir.

İster Bediüzzaman’ın namaz aleyhindeki düşüncelere karşı bir anlatım tarzı benimsediğini kabul edelim isterse bu anlatım tarzının bu tarz düşüncelerden haberi olmadığı halde Cenab-ı Hak tarafından ihsan edildiğini kabul edelim, her iki durumda da tarihsellikten bahsetmenin mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bana daha makul gelen ise Bediüzzaman’ın namaz aleyhindeki düşüncelerden haberdar olduğu ve buna binaen kendisine bu manada bir anlatım tarzının ihsan edildiğidir.


[1] Risale-i Nur’daki namazla ilgili bahislerin bir derlemesi için bkz. Namaz Risalesi, İstanbul, Nesil Yayınları, 2012.

[2] Tarihçe-i Hayat.

[3] M. Şükrü Hanioğlu, “Abdullah Cevdet”, TDV İslami Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-cevdet, (Erişim tarihi: 15 Mart 2020).

[4] Abdullah Cevdet, “Yara ve Tuz”, İçtihad, 132, 28 Kasım 1918.

[5] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Dördüncü Söz.

[6] “Hâkim Said Nursî okumaları Risale-i Nur etrafında ortaya çıkan meşreplerin sınırlayıcılığında şekillendiği için, hakikî Said Nursî ile hayalî Said Nursî birbirine bütünüyle karışmış durumda. Said Nursî’yi tarihsel bir bağlam içinde ele almayıp onu şahsî ve toplumsal siyak ve sibaktan soyutlama eğilimi yaygın olduğu için, onun ‘ibnü’z-zaman’ olma niteliği büyük ölçüde göz ardı edilmektedir.”; Bkz. Ahmet Yıldız, “Katre’den Reşha’ya Bir Yolculuk”, Karakalem, Sayı: 7, (2007), s. 58.

[7] Mahmut Hakkı Akın, “Türkiye Modernleşmesi Karşısında Dini Gruplar”, İnsan ve Toplum (The Journal of Humanity and Society), 7 (1), 2017, s. 8.

[8] Haşir Risalesi’nin yazılış sebebini sadece bahsi geçen Eğitim Komisyonunun ahiret inancı aleyhindeki çalışmalarına bir karşılık ve bir “antitez” olarak, dönemsel ve tekli bir sebeple belletebilecek ilgili anılardaki bu yanlış/yetersiz algı ihtimaline karşı, bir başka anıyı daha zikretmekte fayda var: “(Said Nursî): Kardeşim! Maarif Şûrası’nın böyle bir karar aldığından benim haberim yoktu. Onların kararına göre Cenab-ı Hak Haşir Risalesi’nin yazılmasını bana ihsan etmiş. Yoksa ben kendi arzum ve hevesimle yazmış değilim, ihtiyaca binaen yazdırıldı.” (Necmettin Şahiner, Son Şahitler IV, s. 158’den atfen M. Weld, aynı yer); Zira eserin konu edindiği hakikat, “imanın beş rüknünün birden bütün delilleriyle, açılmasına delalet edip istedikleri ve şehadet edip talep ettikleri”, “haşir ve neşrin ve de dâr-ı âhiretin vukuu, vücudu ve açılması” gibi her devirde her insanı alakadar eden bir iman hakikatidir. (bkz. Asâ-yı Musa, Envâr N., İstanbul, 2007, s. 224). Mustafa H. Kurt, “Haşir Risalesi ve Haşir Hakikatinin İzahında Soruların Kullanımı”, https://www.karakalem.net/?article=7412, (Erişim tarihi: 15 Mart 2020).

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.