İki yıl kadar önceydi. Kardeşimin “Abi şu mesaja bir bak!” diyerek gönderdiği mesajı okuyordum. Dediğine göre bu mesaj o sırada çok sayıda Nurcu tarafından da cepten cebe aktarılarak hayranlıkla okunuyor ve okutuluyordu. Kelimesi kelimesine hatırlamasam da içeriğini hiç unutmamıştım. Unutamazdım da… Zira öyle unutulacak cinsten bir mesele değildi.
Hatırımda kaldığına göre bir abimiz trafik kazası geçiriyor ve günlerce komada kalıyor. Günler sonra uyanmak nasip oluyor ve uyanınca şu mealde bir şey söylüyor: “Anlamadan okuduğum ve bilinçaltıma yerleşmiş olan Risale-i Nur hakikatleri beni kurtardı.” Ve ekliyor: “Keşke anlamadan okuduklarım daha fazla olsaydı.”
Mesaj burada da durmuyor ve anlamadan okumanın hikmetleri üzerinde duruyordu (Tabii bu mesajı anlayarak okumanız isteniyor!). Öyle ki mânâlar bu tarz okuyuşta direk bilinçaltımıza akıyormuş fakat anlama çabası bu akıntıya engel oluyormuş vs vs…
Hani dış mihrakların oyunu deseler inanacağım türden bir durumdu bu benim için. Zira kendi meslek ve metoduyla bu kadar çatışan ve çelişen bir kanaate bu kadar aklı başında insan nasıl rağbet edebiliyor anlayamıyordum (Bunu da mı anlamamalıydım? Neyse…).
“Olursa iyi olur” değil “olmazsa olmaz”ımız: Anlayarak okumak
Elbette Risale-i Nur sadece akla hitap edip diğer latifeleri ihmal eden bir eser değildir. Ancak anlamadan okumanın neden mesleğin özüyle bağdaşmayacağına dair birkaç kritik hususu ele alalım:
1- Her şeyden önce insan fıtraten “anlamlandırmaya muhtaç” yaratılmıştır. Suya akmamasını söylemek ne kadar mantıksızsa bir insana bir metni anlamadan okumasını söylemek de o derece mantıksız olmaya mahkumdur. O yüzdendir ki insan en çok anlamlandıramadığı olaylar karşısında sıkıntı yaşar. Fakat hikmetli bir anlamlandırmayla bütün sıkıntılara dayanabilecek bir direnç mekanizması oluşturur. Bediüzzaman’ın sürgününü bir hikmet ve rahmet eseri olarak anlamlandırıp o sürgünden Risale-i Nur hakikatlerini devşirmesi buna bir örnektir.
2- Bediüzzaman insan zihninin çok katmanlı yapısını ifade etmek için 7 basamaktan bahseder. İnsanın “anlayış yolculuğu”nun gerçekleştiği yedi katman: 1) tahayyül, 2) tasavvur, 3) taakkul, 4) tasdik, 5) iz’an, 6) iltizam, 7) itikad.
Bu yedi basamağı sırasıyla çıktıktan sonradır ki bir fikre bir hakikate gerçek mânâda taraf oluruz. Bediüzzaman Risale mesleğini tarif ederken der: “Tasavvur değil tasdiktir…” Görüleceği üzere tasavvur ile tasdik arasında “taakkul” aşaması mevcuttur. Bu sebeple üçüncü basamak olan taakkul yani akletme, muhakemeye başvurma olmaksızın hiçbir gerçek kavrayışın (tasdik) oluşması mümkün değildir. Elhasıl anlamadan okunması durumunda bu basamakların sağlıklı bir biçimde çıkılamayacağını görmek zor değil.
3- Risale-i Nur mesleği tahkik mesleğidir. Tahkik ise safi bir kalbin tek başına yetmediği, akıl ile anlamanın olmazsa olmaz olduğu bir keyfiyettir. Bediüzzaman bu mânâda şunu belirtir: “Davamız mücerret değil, her birisi burhan-ı kat’î ile müberhendir.” Yani soyut, hayalî, nakle dayalı değil bilakis somut, aklî ve tahkike dayalı bir davadır.
4- Hatta Bediüzzaman mesleğini daha ileri bir noktaya taşır: Dava dahi değil, dava içinde burhandır. Peki nedir burhan? Kabaca söylersek bilhassa mantık ilminin konusu olan ve aklî muhakemenin başat unsur olduğu bir ispat metodu. Bu metodu esas alan bir meslekin müntesipleri elbette anlayarak mütalaa etmeyi kendilerine rehber ittihaz etmek durumundadır.
Eminim madde sayısını çok daha ileri götürebiliriz. Burada bu kadarla iktifa edelim. Cenab-ı Hak Üstad’ın tefekkürüne aklımızı, tahassüsüne kalbimizi hakiki muhatap eylesin ve nice muhataplar yetiştirsin. Son olarak bu muhatabiyetin hakkını veren ve bizzat Üstadca Nur’un birinci talebesi olarak nitelenen Hulusi Yahyagil abinin meseleye dair bazı sözlerini de bu münasebetle aktarmış olayım. (Hulusi abi Üstad ile yalnızca sekiz kez görüşmüştür. Bu kadar az beraberliğe karşılık Üstad’ın talebelik ve muhatabiyette birinciliği ona vermesi Risale-i Nur mesleğinin özünü ne derece sahih kavradığının bir delilidir.)
“Beyler bu maneviyata bağlanmak lazımdır. Ancak taklidî imanla değil tahkikî imanla bağlanacağız. Risale-i Nur talebeleri böyle olmalıdır. Taklidî imanla hizmet olmaz. İsterseniz darılınız. Ben böyle söylüyorum. Darılmayacağınızı bildiğim için söylüyorum.”
“Bir şey anlamadan okumak, okuyana bir fayda getirmeyeceği gibi dinleyenlere de faydalı olmayacağını tecrübelerimle anlamış bulunuyorum.”
“Okuduğumuz zaman kelimeler ve manalar üzerinde biraz duralım. Bu derslerde anlayamadığımızı ilham etmesi için Cenab-ı Hakk’a dua edelim.”
“Okumak anlamak içindir. Anlayarak okumak uhuvvettin ve ihlasın inkişafına sebeptir. Anlamadan okumak buz üstünde taş kaydırmak gibidir. İhlassız hizmet de akıntıya kürek çekmek gibidir.”
“Eserlerin mütefekkirâne okunması insanı zahirden çabuk geçirip hakikate götürür.”
“On Altıncı Söz’ü hepinizden çok okumuş olmama rağmen hakikatine vakıf olmuş değilim. Risale-i Nur’un mütalaasına ömür yetmemektedir.”
“Filhakika sohbetler oluyor. Ancak beni düşündüren ciddi bir mesele, beni hâşâ lâyemut zannedip kendileri kafalarını işletip ihlaslı ve müzakereli okuyarak faydalanmaya ve anlamadıklarını sormaya ihtiyaç hissetmemeleri… Gerçi sohbetlerden en ziyade ben faydalanıyorum. Fakat hakikat, vazifenin istediği gayret ve merakı göremiyorum, müteessir oluyorum.”
Selamün Aleyküm,
Yazınızı dikkatle okudum. Tebrikle beraber teşekkür ediyorum. Allah kalemine daha çok kuvvet versin.
Selamlar.
Güzel duanız için teşekkür ederim. Selam ile..