BU YAZININ BİRİNCİ muhatabı nefsimdir. Zira bahsedeceğim engeller benim için de aşılmış değildir. Ancak bu yolda karınca kararınca cehdettiğim ve cehdedilmesi gerektiğine inandığım için dua nevinden yazmak ihtiyacı hissettim.
Risale-i Nur gibi sizin bütün bir dünya görüşünüzü değiştirmeye talip bir esere karşı inkâr veya lakaytlık seçeneklerini atlayarak “anlama ve anlatma” derdinin içindeyseniz, bunu hakkıyla yapabilmeniz üç temel engeli aşabilmenizle doğru orantılıdır. Elbette bu engelleri aşamamak Risalelerden hissesiz kalmak manasına gelmez. Bizzat müellifin ikrarıyla herkes bu Sözler’den derecesi nispetinde istifade edebilecektir. Fakat Risale-i Nur gibi hacimli ve külliyetli bir eseri lâyık-ı veçhile anlamak ve “perde olmaksızın” yorum yapabilmek için bu üç engelin aşılabilmesi “olmazsa olmaz” bir nitelik arz etmektedir.
1) İlmî Perdelemeler
Bunları kendimce şu üç başlıkta kategorize ediyorum:
a) Köklerimize olan erişim kısıtlılığımız
Kur’an ve Sünnet başta olmak üzere İslamî kaynaklarla olan “uzak ilişkimiz”i başta zikredebiliriz. Gerek Arapça ile olan bağlantımızın kesilmesi gerekse de ilkokuldan beri zihnimizin yontulduğu materyalist müfredatla beraber anlam dünyamızın onlardan uzaklaşması bu handikabımızın altyapısını besliyor. Halbuki kendi kökleriyle arası iyi olmayan bir ağacın toprağa çok fazla tutunamaması gibi kendi köklerimizle olan irtibatımızı sıkılaştırmadan onların üzerine yükselen bir eser olan Risale-i Nur’a hakkıyla nüfuz etmemiz zor görünüyor. Belki de bu sebeptendir ki Risale-i Nur’la sıkı irtibat halinde bildiğimiz insanlardan dahi temelsiz ve hatta ne yazıktır ki modernist yorumlar sudûr edebiliyor. Bunun temel sebebinin mezkur eksikliğimiz olduğunu düşünüyorum.
b) Çağın getirdiği değişimi ve bu değişimdeki süreci iyi takip edememek
İnsanlar âleminde Âdem babamızdan son insana kadar sürecek olan iman-küfür mücadelesi asırdan asra yöntem ve içerik değiştirmektedir. Ve Hakîm-i Mutlak da her asrın kapanan hidayet kapılarını açmak için o asrın kapı kilidine uyan anahtarı eline verdiği bir müceddid göndermektedir. Bu sırdan dolayı müceddid çağının küfrî saldırısının nasıl bir tarz ve içerikle gerçekleştirildiğinin yüksek farkındalığı içindedir. Risale-i Nur’un mücedditliği meselesine burada konumuz olmadığı için girmiyorum. Ancak bu asrın saldırılarına aklen ikna, kalben tatmin edici cevaplar verdiğini görerek bu konuda sahici bir inanmışlık içindeysek, müceddidin takipçilerine yakışan da asrın getirdiği manevî yaraları iyi gözlemleyerek bu yaralara deva olabilecek ilaçları imâl edebilmektir.
Mesela içinde bulunduğumuz asır için konuşacak olursak; çerçeve bir düşünce tarihi ve insanlık tarihi bilgisine sahip olmak, küfrî saldırıların merkezi konumundaki Avrupa ve Amerika tarihine ilişkin çerçeve bilgi sahibi olmak ve bilhassa içlerindeki Rönesans, Reform, Büyük İhtilal diye adlandırılan merkezi dinamikleri tanımak, bilim ve teknoloji dediğimiz “çağın efsaneleri”nin günlük hayatlarımıza nasıl tesir ettiği hakkında şuur sahibi olmak bu bapta zikredilebilir. Bu meselelerin farkında olundukça muhakkak ki Risale-i Nur’da bu meselelere ilişkin ne tür çözümler geliştirildiği daha çok gözümüze çarpmaya başlayacaktır. Bediüzzaman’ın Münazarat’ta dediği gibi “Eskiden daha berbâdı vardı fakat şimdi görünüyor. Bir dert görünürse devâsı âsândır.”
c) Derinlikli kavramlara kendi sığ lügat mânâlarımızı giydirmek
Hamd ve şükür aynı manaya mı gelir? Hatem-sikke-turra-damga kelimeleri aynı anlamdaysa Bediüzzaman bu kadar çok kelimeyi “çeşit olsun” diye mi istimal etmiştir? Kelimeleri kendi derinliği içinde anlamak Risale-i Nur’u hakkıyla anlamanın olmazsa olmazıdır. Mesela “terakki” kelimesini Bediüzzaman’ın nerede ve nasıl kullandığı anlayamazsak bu kavram çağın kutsal ilerleme düşüncesince (the idea of progress) yutulabilecektir.
2) Amelî Perdelemeler
Nur Risaleleri yapısal olarak “yaşadıkça inkişâf eden” bir niteliğe sahiptirler. Kur’an-ı Hakîm nasıl ki potansiyel bir imanı yeterli görmeyip amel-i sâlihi de onunla beraber insanlardan istiyorsa, Risale-i Nur da Üstad-ı Ezelîsinden aldığı bu derse binaen aynı talepte bulunur. Zaten söz konusu hakikatlerin bihakkın o insanın dünyasında yerleştiğini ve kökleştiğini gösteren şey de budur: söylem-eylem tutarlılığı. Sağlama nevinden şu karşılaştırmalı maddeler üzerinde düşünerek bir nefis muhasebesi yapılabilir:
1. İktisat Risalesi’ndeki tavsiyeler ve yerleşik tüketim kalıplarımız
2. Dokuzuncu Söz’deki hakikat-ı salât ve namaz konusundaki hassasiyetimiz
3. Uhuvvet Risalesi’ndeki ölçüler ve mü’min kardeşlerimizle olan ilişkilerimiz
4. Sünnet-i Seniyye Risalesi ve sünnete ittibâya olan gayretimiz
5. İhlas Risaleleri’ndeki düsturlar ve hizmetlerimizin “sırf rıza” odaklılığı
3) Enfüsi Perdelemeler
Bu noktayı bilhassa önemsiyorum. Zira Risale-i Nur’un Birinci Söz’deki ilk dersi “kendi nefsine konuşabilmek” ise, bunu beceremedikten sonra bir insan allame-i cihan da olsa bu hakikatlerden layıkıyla nasiplenemeyecektir.
Mesela benlik putunu kıramayan, terk-i enaniyet edemeyen bir insan Risale-i Nur’un “acz ve fakr temelli” kavrayışına ne derece nüfûz edebilir? Her bir cümlenin önünde kemâl-i mahviyetle diz çökerek hakikat dersini alabilmesi ne derece mümkün olabilir? Ya da nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesinde mesafe katedemediysek Kur’an’ın o berrak hakikatleri bulanık akıl, kalp ve ruhumuzda ne derece yerleşebilir?
Açıkça teslim edilmelidir ki başkasını ıslahtan önce kendi nefsini ıslah etmeden, başkalarına ayar çekmekten önce kendi kalbine ayar çekmeden, “anlatmak”la dertlenmekten önce “anlamak”la dertlenmeden bu eserleri layıkıyla içselleştirmek ve dışarı sunmak mümkün olmayacaktır.
- Hadis inkârcılarının görmek istemeyeceği alan: Sahabenin sükûtunun ikrar olması - 6 Haziran 2024
- Kastamonu Lahikası’ndan İkinci Dünya Savaşı’na bakış - 25 Mayıs 2024
- Bediüzzaman hazretlerinin fikrî bir yolculuğu - 7 Şubat 2024