Risale-i Nur’un şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerini kırması ve yüz binler biçarelerin imanlarını kurtarması ve her biri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakikî mümin talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdıkın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuatla ispat etmiş ve ediyor, inşaallah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki, inşaallah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu çıkaramaz.
Bediüzzaman Said Nursi’nin verdiği bu müjdeye mazhar olan Orta Anadolu’nun şirin bir kasabasında doğdu Cemil. İlk ve orta öğrenimini kendi evlerine yakın bir okulda bitirdi. Ailesinde dini hayatın bir kısım yansımaları ancak Ramazan ve bayramlarda görülürdü. Diğer zamanlar herkes günlük hayatını yaşardı. Günün yirmi dörtten bir saatini ebedi bir saadetin vesilesi olacak bir seccade veya mescide atmıyorlardı. Taklidi bir iman, sahibinde farzları yerine getirme cihetinde tesirini tamamıyla göstermiyordu. Gaflet, sefahat ve hevesat-ı nefsanîye o tiryakın tesirini kırıyordu. Geçim derdinin girdabına kapılarak bütün zamanlar, sanki daimi olarak dünyada kalınacak gibi fani, geçici işlere sarf ediyordu.
Cemil gezmek için kırlara çıktığında çevresindeki ağaç ve bitkilerin harikulade yaratılışlarına dikkatle bakarak tefekkür ederdi. Bu harikulade sırlı faaliyetin nasıl gerçekleştiğine bir türlü akıl erdiremezdi. Sadece bu kadar mükemmel işler kendi kendine tesadüfen olamaz diye içinden geçirirdi. Bu hayret verici faaliyetlerin mutasarrıfını, müdebbirini, hakiki sahibini şiddetle merak ediyor, Onu tanımak istiyordu. İç dünyasından büyük bir arayış iştiyakı coşuyordu.
O yıl üniversite sınavında istediğine bölümü kazanmasını sağlayacak yeterli puanı aldı. Kasabasından ilk defa ayrılacaktı. Kayıt yaptırmak için trene bindi. Trende kendisi gibi aynı üniversiteye kayıt yaptıracak gençler de vardı. Onlar sanki evlerine dönüyormuş gibi heyecanla kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Fakat Cemil’in aklından kalmak için bir yeri nasıl bulacağı endişesi hiç çıkmıyordu. Tren bağ ve bahçeler arasından otuz kadar tünelden geçerek bir vadiye indi. Yamaçlar yüzlerce çeşit bitki ve ağaçla yem yeşil güzelliklerini sergiliyordu. Üniversitenin olduğu yere yakınlaştıkça Cemil’in endişesi artıyor, bir türlü yer problemine dair bir çözüm aklına gelmiyordu.
O sırada kompartıman arkadaşlarından birisinin telefonu çaldı. Bir arkadaşı ona, kendi yanlarında kalması için davet ediyordu. Telefonu kapatınca dikkatle Cemil’e baktı ve elindeki adres yazılı kâğıdı uzattı. Ben arkadaşımın yanında kalacağım, bana bu adresi vermişlerdi. Sen buraya gidebilirsin dedi. Cemil çok sevinmişti, fakat hiç tanımadığı ve bilmediği insanların yanına gitmek endişelerini ortadan kaldırmamıştı.
Cemil trenden inince hemen verilen adrese gitti. Aradığı yeri kolayca buldu. Selam verip kâğıttaki ismi sordu. Muhatabı aradığı insandı. Öyle sıcak bir ilgi ile karşılandı ki, bugüne kadar bu kadar içten bir alâkayı hiç tanık olmamıştı. Birlikte öğrencilerin kaldığı eve gittiler. Orada değişik fakültelerde okuyan gençler kalıyordu. Kısa bir tanışmanın ardından birlikte akşam yemeğine oturdular. Genellikle her akşam yemekte bir konu ortaya atılır, sohbet onun etrafında devam ederdi. O akşamki konu ise “Yiyecekleri bize getirenlere fiyat veriyoruz. Asıl mal sahibi bizden ne fiyat istiyor?” sorunun cevabını aramaktı. Birinci Söz’deki bu sualin cevabını Ahmet risalelerden öğrendiği miktarca irticalen nakletmeye başladı: “Evet. O Mün’im-i Hakiki bizden bu kıymettar nimetlere bedel üç şey istiyor. Biri zikir, biri fikir, biri şükür… Yemeğe başlarken Bismillah demek zikirdir. Yemekten sonra Elhamdülillah demek şükürdür. Yemek yenilirken, bu nimetler Ehad ve Samed olan Allah’ın mucize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu derk etmek fikirdir.” Yemek bu tefekkürler içerisinde keyifle yenildi. Yemeğin ardından Ramazan isminde bir ev sakini dua için ellerini açtı. Diğerleri de onun duasına iştirak için ellerini açtılar:
Ey bizi nimetleriyle perverde eden Sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, membalarını göster ve bizi makarr-ı saltanatına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzûruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zevâl ve teb’îd ile tâzib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mutî raiyyetini başıboş bırakıp idâm etme.
Yâ Rab! Şu Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bereketi hürmetine, bize ihsan ettiğin maddi ve manevi rızkımıza bereket ihsan et!
Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emîn kıl. Âmin!
Cemil ilk defa böyle bir yemek muhabbeti ve yemek duası işitiyordu. Sonra eller yıkanıp o akşam yapılacak Risale-i Nur dersi için salona geçildi. Gelenler selam verip boş bulduğu yere oturuyordu. Birbirlerine hâl hatır sorup, samimi bir hürmet ve muhabbetle sohbet ediyorlardı. Cemil’in yeni bir sima olduğunu fark edenler nereden geldiğini, kazandığı üniversitey, ailesini, kardeşlerini merak edip sorarak, onunla içtenlikle ilgilendiler. O akşam dersi okuyacak Hüseyin Beyin de hayatında sıra dışı günler yaşanıyordu. İlk tayini çıktığı zaman yeni geldiği yerde bu kadar uzun zaman kalacağını hiç düşünmemişti. Hemen giderim ümidiyle evini dahi taşımamıştı. Bu yıl giderim, gelecek yıl giderim, derken yıllar bir birini kovalamıştı. O da yıllarca dershanede kalıp gençlerle ilgilenmişti. O gün ilk defa Risale-i Nur’u dinleyecek olan gençleri dikkate alarak bir yer seçmişti. Kırmızı kaplı büyükçe bir kitap eline alıp açtı ve okumaya başladı.
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hadisâtın tazyikâtından kurtulabilir. “Tevekkeltü alellah” der. Sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hadisâtın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i kudretine emânet eder. Rahatla dünyadan geçer. Berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker… Demek, imân tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktizâ eder.
Cemil okunanları dinledikçe kendisinin yaşadığı olayları hatırladı. Arkadaşı tarafından verilen adreste karşılaştığı bu insanların samimi hallerine karşı o da “tevekkeltü alellah” deyip orada kalmaya karar verdi. Zaman ilerledikçe imanı taklitten tahkike çıkartmak için Risale-i Nur Külliyatının okunması gerektiğini daha iyi fark etti. Günlük en az on sayfa okumayı yeterli görmeyip “ben bu hakikatleri bir an önce öğrenmeliyim” kararlığıyla en verimli vakitlerini çok iyi değerlendirerek Nurları okumaya başladı.
“Mademki dört yılda derslerimde başarılı olarak okulu bitirmeyi plânlıyorum, elbette ebedi hayatımı kurtaracak ve imanımı taklitten tahkike çıkaracak olan Risale-i Nur Külliyatını da her yıl bir defa bitirmeliyim” diyerek kendine bir program yaptı. Nurlarla meşguliyeti okul derslerindeki muvaffakiyetini de arttırmıştı. Dört yılsonunda hem okulundan başarıyla mezun olmuş, hem de altı bin sayfalık Külliyatı dört defa bitirmişti. İş hayatına başlamadan önce hem kendisine Risale-i Nurları tanıma nimetini veren Rabbine karşı şükür eda etmek, hem de gençlerin kaldığı Nur dershanelerini açan hizmet ehli ağabeylere vefa borcunu ödemek için -hayatının zekâtı bildiği- birkaç yılını hizmetle meşgul olarak geçirmeye karar verdi.
Her mezun olan hemen iş hayatına başlayarak kendi yoluna gidecek olursa yeni gelen gençlere kim hüsn-ü misal olacaktı. Risale-i Nur’un bu kudsi hizmeti -fedakâr talebeler olmadığı takdirde- kıyamete kadar nesilden nesile nasıl devam edebilir diye uzun uzun düşündü. İradesinin dışında kaderin sevkiyle tanıdığı ve hidayetine vesile olan Risale-i Nurlarla Kur’an hizmetinde bir ömür boyu koşmayı nasip etmesi için de Allah’a hulus-u kalp ile dua etti. Elbette o hizmeti gaye edinirse Rabbi de ona yeni imkânlar açar, yollar gösterirdi. Yeter ki o yolda ihlâs, sadakat ve sebat ile hareket edilebilsindi.
Rabbimiz, Cemillerin adedini çoğaltsın ve hizmetlerde daim etsin inşaallah. Âmin.
- Risale-i Nur’la Kur’an hizmetinde taksimü’l a’mal - 21 Ocak 2015
- Ben Ömer’in kulağıyım - 28 Haziran 2014
- Ben Ömer’in gözüyüm - 8 Haziran 2014