Sünneti görgü kuralları ile sınırlamamak

Sünneti görgü kuralları ile sınırlamamak

Allah’a iman ettiğini iddia eden herkes, Allah’a karşı sevgi besler ve yaratıcısının da kendisini sevmesini ister. Bu sevgiyi kazanmak isteyen herkes de, yollarını araştırmaya koyulacaktır. Hemen müjdelemeliyim ki, Allah’ın bizi nasıl seveceği sorunun cevabını biliyorum. Hazır olun! Allah’ın Resulüne uyarak Allah’ın sevgisini kazanabilir(sin)iz. Çünkü kalplerimizin sahibi Âl-i İmran suresinde şöyle buyuruyor: De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.”

Resule uymak ifadesini duyduğumuz anda aklımıza hemen sünnete uymak ifadesi gelip yerleşiveriyor. Fakat her şeyden önce “sünnet” kavramını yeniden düşünmek gerekiyor. Çünkü içi boşaltılan bir kavram olarak “sünnet” kelimesinin günlük hayatımızda kullanımı olması gerektiği yerde değil. 27. sözde, İçtihad Risalesi’nin hemen akabinde, Sahabenin manen yetişilemez olmalarının sebeplerini sıralar üstat hazretleri. Bu sebeplerin en önemlilerinden biri de yoğun manalar içeren kelimelerin, zamanın ve alışkanlığın etkisiyle bir meyve gibi tazeliğini ve güzelliğini kaybetmesi, yüzeyselleşmesi ve kurumasıdır. Yapılan bu önemli tespit, Asr-ı Saadetin yetişilemez ufkunu gösterdiği gibi, İslam tarihinde süregelen ve günümüzde doruk noktasını yaşayan bir portrenin de tasvir edilişidir.

Kavramların, kelimelerin manalarının azalması süreci İslamiyet’in temel kavramlarının birçoğunda gerçekleşse de, şahsi kanaatime göre sünnet kavramı bu zarara uğrayanların belki de en başında gelir. Öyle ki, sünnet demek aslında İslam demek olduğu halde, ne yazık ki günümüzde görgü kurallarına dair bazı uygulamalardan ibaret bir sünnet algısı zihinlerde kurulu bulunmaktadır. Çevresinden rastgele on kişiye sünnete dair sorular yönelten, muhtemelen dediklerimi tasdik edecektir. Bu diyarlarda yaşayan müminlerin büyük çoğunluğu, sünneti Peygamber Efendimiz’in (ASM) hareketleri diye tarif eder. Kaynağı sadece hadis kitaplarıdır. Hedefi günlük sıradan işlerin tanzimidir. Tuvalete sol ayakla girmek, suyu üç yudumda içmek, solu üstüne yatmak ekseninde şekillenen günlük basit hareketlerden ibaret bir sünnettir bu. Daha da önemlisi uymak zorunlu değildir. Basit bir tercihtir. Yaparsan sevabı vardır, ama yapmazsan problem de yoktur.

Sünnet tabiri caizse bu denli bir yozlaşmaya maruz kaldıysa, bunun bir sebebi az önce ifade etmeye çalıştığım sünnetin kaynağına matuf yanlış yönlendirmelerdir. Sünnet-i Seniyye Efendimizin (ASM) hareketlerinden ibaret olarak tarif edilirse, ruhu eksik kalmış, manadan soyutlanmış, şekilden ibaret bir sünnet yapısı ortaya çıkar. Oysa bedeni ayakta tutan her daim mana olmuştur. Manası ve ruhu eksik kalan ameliyelerin yozlaşması ve kaybolması kolaylaşacaktır. Hâlbuki sünnet sadece Efendimiz’in (ASM) hareketleri ile sınırlı değildir. Hatta Mirkatü’s-Sünne Risalesi’nde, Bediüzzaman’ın tarifine göre sünnetin kaynakları arasında ilk sırada dahi değildir. Ona göre “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: akvâli, ef’âli, ahvâlidir. Bu üç kısım dahi üç kısımdır: Ferâiz, nevâfil, âdât-ı hasenesidir.” Bu tarife göre sünnete uymaya niyetlenen bir kimsenin başvurması gereken ilk adres Peygamberimiz’in (ASM) fiilleri değil, sözleridir.

Kaynağı bu şekilde öğrendikten sonra, zihin Efendimiz’in (ASM) sözlerini araştırmaya yönlendiğinde ilk olarak hadis kitapları aklına gelse de bu da aslında bir hatadır. Efendimiz’in (ASM) sözleri tarifinde ilk akla gelmesi gereken vahy-i sarih ile tabir edilen Kur’an-ı Kerim olmalıdır. Bu manayı bize öğreten, Efendimiz’in (ASM) kalbinde en sevgili yeri almış birisi olan ve onun nazarı ile büyümüş bir Sahabe ve aynı zamanda müminlerin annesi olarak tarif edilen Hz. Aişe (RA) validemizdir. Efendimiz’in (ASM) vefatından sonra, onun ahlakını öğrenmek için validemizin yanına gelen Sahabiler “bize Resulullahı tarif et” dediklerinde Hz Aişe (RA) şu cevapla mukabelede bulunur: “Siz hiç Kuranı okumaz mısınız? Onun ahlakı Kuran ahlakı idi.

Hz. Aişe (RA) validemizden de ders aldığımız üzere Efendimiz’i (ASM) tanımak ve onun gibi olmak isteyen bir kimse, ilk önce Kur’an’a muhatap olmalı ve kendisini Kur’an’a muhatap etmelidir. Kur’an-ı Kerim’de emredilen ne varsa ve nelerden nehyediliyorsa, Efendimiz (ASM) onları eksiksiz hayatını tatbik etmiştir denilebilir. Efendimiz (ASM) imanını da, ahlakını da  Kur’an’a tabi olarak şekillendirmiş, hatta hareketlerinin tamamını da Kur’an’dan aldığı derslere binaen oluşturmuştur. İşte Kur’an’a böylece bir muhatap olma süreci başladığında, yine Kur’an’ın “Resule itaat edin” emriyle hadisler ancak tamamlayıcı olarak devreye girer.

Kur’an’ın en büyük müfessiri olan Efendimiz’in (ASM) vahy-i zımni tabir edilen hadis-i şerifleri Kur’an’ı anlamak için vazgeçilmez kaynaklardır. Çünkü O (ASM) 23 senelik nübüvveti boyunca her ne söylediyse ve her ne yaptıysa bunu bizzat açık veya gizli vahiyle yapmıştır. Bunu manayı da yine Kur’an-ı Kerim bize şöyle ifade eder: “Şüphesiz ki O ne söylerse vahiydir.” Bu yüzden imanını, ubudiyetini ve ahlakını Efendimiz’e (ASM) benzetmek isteyen Kur’an-ı Kerim’e Efendimiz’in (ASM) sünneti penceresiyle muhatap olmalıdır. Ne var ki, asırların ve bazı önemli olayların etkisiyle Kur’an ve sünnetle zihinlerimiz arasına çekilen engelleri aşmak ve Kur’an’a, dolayısıyla da sünnete gerçek manada muhatap olabilmek adına, bir hazırlık sürecinden geçilmesi gerekliliği de göz ardı edilmemelidir. İşbu bağlamda Kur’an’a perde olmayan, hatta her ifadesiyle ayine olan, Kur’an-ı Kerim’i yine Kur’an ve hadisle izah eden tefsirler vazgeçilmez imkânlar olarak karşımıza çıkar. Sözgelimi 20. asrın algı seviyesine uygun olarak Kur’an’ı izah eden tefsirlere muhatap olmak, aslında bir manada Kur’an’a muhatap olmak manası taşımaktadır. Çünkü bu tefsirler, her bir insanın kendi âleminde yüzeyselleşen kelimelerin manalarına tekrar eski anlamlarını yüklemekte, yazının en başında da ifade ettiğimiz kuruma ve yüzeyselleşme sürecini tamir etme vazifesini ifa etmektedirler. Bu ilk başta Kurana muhatap olalım derken karşımıza yeni bir engel mi karşımıza çıkıyor, sorusunu akla getirse de, aslında Kur’an’ın ilk nüzulünden itibaren, gerçekleşen bir ameliyedir. Çünkü Efendimiz (ASM) dahi, Asr-ı Saadet insanına yaptığı izahlarıyla ve bizzat yaşayarak göstermesiyle Sahabenin öğrenme, yaşama sürecine yardımcı olmaktadır.

Allah’ın Hâkim ismi gereğince, ufku, düşünce yapısı ve hayat şartları değişen insanların Kur’an’a muhatap olabilmesi için Efendimiz’den (ASM) ve Kur’an’dan ders alan birinin yardımı şarttır. Nasıl ki Efendimiz (ASM) Sahabeye önderlik etti ve onları şekillendirdiyse, Kelam-ı Ezeliyi ve Efendimiz’i (ASM) iyi anlayan ve zamanın şartlarını da göz önünde bulundurarak doğru bir şekilde tarif eden, tanıtan birisinin yardımı doğru muhatabiyetin şekillenmesi için zaruridir. Efendimiz (ASM) bunu şu sözleriyle ifade eder: “Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir“. Efendimiz’in (ASM) bu ikazı bize aynı zamanda kelamı ilahiye ve sünnetine uymayı isteyen birisinin böyle bir tecdid edicinin yardımını arama ve ayak izlerini takip etme dersini verir.

İslami kavramların manasını böylece kavrama çabasını gösteren bir kişinin vazifesi ise henüz tamamlanmış değildir. Çünkü mana ve ruh her zaman esas olsa da, tek başına yeterli değildir. Bir meyvenin manası hükmündeki içi daha değerli olduğu halde kabuğu soyulan bir meyvenin bozulması gibi, manası şekillendiği halde, Efendimiz’in (ASM) hareketlerine benzemek vesilesiyle kabuğunu sağlamlaştıramayan bir İslami hayat bu bütünlüğü ne yazık ki devam ettiremeyecek, mana ve şekil birlikte olmadığından dolayı yok olmaya mahkûm olacaktır. Zaten “Bu üç kısım dahi üç kısımdır: Ferâiz, nevâfil, âdât-ı hasenesidir.” ifadesinde ve devamında gelen metinde işaret edildiği üzere sünnetin farz kısımlarına uymak zaten ilahi bir emirdir. Nafile uygulamalar ve güzel adetlerde de hayatını Peygamber Efendimiz’in (ASM) sünnetine tatbik eden bir kişi, sünneti bir bütün halinde hayatına tatbik etmiş olacağından, Yaratıcının razı olduğu şekle yaklaşmış olacaktır. Çünkü Efendimiz’in (ASM) güzel adetlerine uyulduğu zaman bu, kişiye Cenab-ı Hakkın huzurunda olma hissini sağladığından hayatı ibadete çevirir. Adaba ve günlük işlere dair her bir sünnete uymak, dünyamızdaki sünnet manasını canlandıracaktır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle:

Doğrudan doğruya Sünnete ittiba etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamı hatıra getiriyor. O ihtardan, o hatıra, bir huzur-u İlâhi hatırasına inkılab eder. Hatta en küçük bir muamelede, hatta yemek, içmek ve yatmak adabında Sünnet-i Seniyyeyi mürâât ettiği dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevaplı bir ibadet ve şer’î bir hareket oluyor. Çünkü o âdi hareketiyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ittibaını düşünüyor ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî olan Cenab-ı Hakka kalbi müteveccih olur. Bir nevi huzur ve ibadet kazanır.

Sözün kısası, hayatına sünnet kavramını yerleştirmek ve Cenab-ı Hakkın sevgisini kazanmak isteyen bir dimağın ilk önce sünnetin kaynağını zihnine doğru oturtması, merkezine Kur’an-ı Kerim’in yerleştiği bir algıyla hadislere muhatap olması gerekiyor. Bu sürecin doğru şekillenebilmesi adına, içinde bulunduğumuz asrı doğru okuyan ve Kur’an’ın manalarını bu asrın algı seviyesine tatbik eden bir yardımcıyı vesile kılması gerekiyor. Ve sünnet algısını görgü kurallarıyla sınırlandırmayıp iman-ubudiyet-ahlak-adab bütünlüğü içerisinde yeniden anlamlandırması, mana-şekil bütünlüğünü kurma ve koruma açısından zaruri görünüyor.

Genç Yorum dergisinin Nisan 2014 sayısından alıntıdır…

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.