İlgisini hiç istemediğimiz ama en çok da bizimle ilgisini kesmesinden korktuğumuz ilim, tababet. Hayatı “doğum öncesinden ölüme kadar” olarak gören tıbbın hayat algısını bir cümleyle kâinatın ötesine taşıyordu Said Nursi: “…Âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, sabavetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan, geçer bir uzun sefer-i imtihandır.” Tababet yani tıp ilmi bir cümleden çok daha uzun olan bu yolculukta vücudumuza dair teşhisler koymamızı sağlayacak teknikler gösteriyor bize.
Karşılaştığımız andan başlayarak tanı koyma sürecinde kullanılan yöntemler Halık-ı Rahimimize bir bakış sunuyor. Soru sorarak başlıyor hekim tanıma sürecine: anamnez. İyi bir anamnezden sonra gözlemlemeye başlıyor hastayı: inspeksiyon. Sonra parmaklarında hissediyor, dokunun yapısı, yoğunluğu, sıcaklığı ve fonksiyonel durumunu değerlendiriyor palpasyon ile. Sancılarımızın sesini ve onlara karşı reaksiyonlarımızı merak ederse başvurduğu yöntem perküsyon; dokulara parmak ya da enstrümanla vurma. Hatta bizim duymadığımız sesleri duymak isterse boynundan indirmediği oyuncağını alıp dinliyor hastayı…
Bir tanıma ve tanık olma süreci olan hayatımızda, özelliğinden dolayı ince olan tababet yerini inceliğinden dolayı özel olan tablete bırakıyor. Her gün daha ince bir bilgisayarın hayaliyle uyunuyor. Yaşamadığı hayatın rüyası görünmek isteniyor. Seferiler gözünü açar açmaz validesiyle değil velinimetiyle karşılanıyor: Teknoloji. Tekniğin kâinatı karartan perdesinin arkasında sahte dokunuşlarla, yapma davalara şahit tutuluyor.
Oysa Kur’an “mu’cizat-ı enbiyayı zikretmesiyle fen ve san’at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gayatına parmak basıyor. En nihayet hedeflerini tayin ediyor.” Şimdi, teknolojiden kastımız ne? Kültür ve gelişmeyi birbirinden ayırabilir miyiz? (Yani bir medeniyetin kültüründen etkilenmeden maddi gelişmeleri alınabilir mi?) Bunları düşünmeliyiz, Avrupa’yı sözüm ona taklit ederken.
Bu mektup bilgisayar başındaki her çocuk için aklımıza gelmeli:
“Abi tahmin et ne aldık? Dediğinde eyvah dedim. Bilgisayar geldi aklıma.
Salih’e konuşmayı unutturabilir diye, konuşma dediysem günlük konuşmayı değil muhabbet etmeyi.
Oyun oynamayı unutturabilir diye; arkadaşlarıyla birlikte.
Sana unutturabilir diye onu:
Ağlarken de gülerken de birlikteydin. Önce sana söyledi tüm sırlarını, sinirlendiğinde önce sana kızdı. Merak ettin mi?
Birkaç görüntüden değil, canlı, ruhlu, hayatta binlerce poz veriyor etrafındakilere. Tırnakları uzuyor her hafta, kirleniyor, banyo yapıyor. Acıkıyor, birlikte doyuyorsunuz. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmiyor, o olmadan kelimeler boğazında tıkanıyor. Sana bir diken batsa, onun her tarafı acıyor. Ve birlikte bitiyor hayatınız. Cenneti de onunla yaşıyorsun, Allah’ı seyrederken yine yanında. İsmi Salih. Görmeni, duymanı, koklamanı, tatmanı, dokunmanı bekliyor. Sen bir doktorsun. Küçük bir hastan var.
Onu yalnız bırakırsan yazık değil mi şimdi?”
- Sanat nedir? - 1 Haziran 2020
- İki siyer üslubu ve yenik düşen anlatımımız - 18 Ocak 2020
- Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ı ve Nurculuk - 24 Haziran 2019