Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bir muhaverede gençler tarafından, cazibedar lehviyat ve hevesatın hücumları karşısında “Âhiretimizi ne suretle kurtaracağız?” diye sorulan bir suale On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı’nda genişçe yer veriyor. O dönem gençlerinin karşılaştığı bu hücumlara günümüz gençliği daha şiddetli bir şekilde maruz kalmaktadır. Bu hücumlara karşı İkinci Makam hâlâ tazeliğini koruyor.
İkinci Makam’a ek olarak birkaç “İ’lem”e baksak nasıl olur? Mesnevi-i Nuriye’de bir hikayecikte geçen zavallı bir adama bakalım. Arkasından vahşi bir arslan kovalıyor, önünde idam sehpası ve sağ-sol yanı yaralar içindedir. Onu bu feci halden kurtaracak elinde iki ilaç ve dilinde iki tılsımdır. O ilaçlar ki biri sabır, diğeri şükür; o iki tılsım ise biri Allah’a iman, diğeri ahirete imandır. Bir de karşısında kendini mürşid bilen ve “Onları at, keyfine bak!” diyen sarhoş herifin biri. Bizim Müslüman kardeşimiz o sarhoş herifi dinlemiyor. Diyor ki:
Yok baba! Bu ilaçlar ve tılsımların hıfz ve himayelerindeyim. Onlardan almakta olduğum haz, lezzet, keyif bana kâfidir. Fakat o arslan gibi parçalayıcı ölümü öldürebilirsen ve sehpayı kırmakla kabir ağzını kapatabilirsen ve hayatımın maruz kaldığı fena ve zeval yaralarını bir hayat-ı bâkiyeye tebdil etmekle tedavi edebilirsen, pekâlâ seninle beraber dans oynayalım. Ve illâ gözümün önünden def’ol git. Sen ancak kendin gibi sarhoşları kandırabilirsin. Ben sarhoş değilim. Dünyanıza, keyfinize ihtiyacım yok. Çünki “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır!” bana yeter.
Adamcağız sarhoş adama kanmayıp elindeki ilaçlara ve dilindeki tılsıma sarılıyor, ama günümüzde bu sınav bu kadar kolay olmuyor. Bir sarhoşun yerine binlerce sarhoş etrafımızı sarmış durumda. Kur’an etrafındaki surlar yıkılmış, şeairlerin altı oyulmuş, dünya genelinde laik devlet yapıları uygulanır hale gelmiş durumdadır. Kendimizi çok iyi yetiştirirsek bile tek başımıza mücadele mümkün gibi gözükmüyor. Peygamber Efendimiz (ASM) dahi nefsiyle başbaşa bırakılmamak noktasında dua ediyor. Günahlarda uzak durmak bizlerin tek başımıza altından kalkabileceğimiz bir yük değil. Bediüzzaman’a sual edenin bir kişi olmayıp birkaç kişi olması da bu noktada manidardır.
Âl-i İmran Suresi’nin 103. ayeti; hidayete ermek için Allah’ın habline (ipine) “cemîân” (hep birlikte, hepiniz, topluca, cemaat olarak) sarılın buyuruyor. “Allah bana yeter!” deyip yalnız başına mücadele tarzı pek Kur’ânî görünmüyor. Bediüzzaman Hazretleri Hubab Risale’sinde “birlikte hareket”le ilgili şunları aktarıyor:
Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir ve tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezaifi deruhde edebilir. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa pek çok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduddur. Cemaatin ise gayr-ı mahduddur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dâhildeki fenalıkla bozmayınız.
Evet, cemaat daha metindir ve istikamette ise ziyadesiyle parlak ve kâmildir. Ancak fenalığı da çok fenadır, ifade oldukça nettir. Cemaat olarak da fena bir yola girmek mümkündür. Son cümlede fenalık kelimesini “dâhil” ile yan yana kullanmasını ben, fenalık en çok dâhilde yapılıyor diye yorumladım. Yani cemaat içinde inşikak meydana gelmesi fenalığı… Kastamonu Lahikası’nda da herkesin bir meşrebde olmadığı için meşvereti çok sıkı tutmayıp müsamaha ile birbirimize bakmamız gerektiği vurgulandığı gibi…
Bilirsiniz ki ebedî düşmanlarınız ve zıdlarınız ve hasımlarınız, İslâmın şeairini tahrib ediyorlar. Öyle ise zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, za’f-ı milliyeti gösterir. Za’f ise düşmanı tevkif etmez, teşci’ eder.
Her gün birçok insan sefih medeniyetin cazibedar lehviyatına kanıp Sâni’i ve âhireti unutuyor. Nedeni de hizmet için harcanması gereken zamanın, maalesef başka şeylere harcanmasıdır. Bu sebeple “biz” hakikatini parçalamak isteyen veya birleşmemizi engelleyen kişilerden ve durumlardan, kısaca her türlü tesanüd bozucu durumlardan uzak durmamız gerekiyor. Bugün sayısı bir buçuk milyarı yakalayan İslâm cemaatinin en önemli ihtiyacı ittihad ve tesanüdün sağlanmasıdır. Millet hukukumuzun, kardeşlik hukukumuzun zayıflığı düşmanı güçlendiriyor. Güçlenen düşmanın da en büyük zararı bizi kandırıp elimizdeki ilaçlara, dilimizdeki tılsımlara sarılmamızı engellemek oluyor.
- Hilal ile hilalin savaşı - 15 Mart 2019
- İslam’da veganlık - 23 Kasım 2017
- Nur Menzilleri (Batı-2017) - 11 Temmuz 2017