Tekzipsiz tebliğler

Tekzipsiz tebliğler

MERHUM ALİ ULVİ Kurucu’nun Tarihçe-i Hayat’a yazdığı ön sözde geçerliliğini daima muhafaza eden önemli bir kıstas vardır. Ona göre bir ıslahatçıyı tanımanın en kolay yöntemi, onun yolun başlangıcındaki hali ile belli bir mesafe katettikten sonraki halini mukayese etmekten geçer. Bu zaman aralığında kişi mütevaziliğini, âlicenablığını, feragatini, mahviyetini yolda bırakıp “yere göğe sığmaz” birisi olmuşsa, onun dava adamı olmadığı açığa çıkmış olur. Bu kıstas daha çok kişinin manevî dünyasıyla ilgilidir. Buna ilaveten “dava adamı”nın maddi dünyasını da mukayeseye dahil edebiliriz. Nitekim Mektubat’ın İkinci Mektub’unda Bediüzzaman bu hususa dikkatlerimizi çeker. Talebesinin hediyesini kabul etmemesinin sebeplerini anlatırken tebliğ vazifesi yapanların dünya malıyla ilgili gözetmesi gereken önemli ilkeleri hatırlatır.

Bunlardan birisi dışa dönüktür. Dışarıdan (ehl-i dalalet) ilim/din ehline yöneltilen ilmin ve dinin geçim/menfaat kaynağı olarak kullanılması ithamının fiilen tekzip edilmesi gerekmektedir. Buradan anlıyoruz ki dışarıdan gelen eleştirilere kulak tıkamak her zaman doğru değildir. Haklı gerekçelere dayanan ithamların –dışarıdan da gelse– dikkate alınıp fiilen tekzip edilmesi gerekmektedir. Kaldı ki artık günümüzde ithamların yalnızca dışarıdan geldiğini söyleyemeyiz. Dinin ticaret metaı olması karşısında –çok haklı olarak– dindarların da bu eleştirilere katıldıklarını görebiliriz. Fiilen tekzip, şeffafiyet ilkesiyle doğrudan ilgilidir. Suçlayan tarafın ve bu suçlamalardan haberdar olanların tekzibin gerçekliğinden emin olmaları gerekmektedir. Bu ise suçlanan tarafın şeffaf olması ile sağlanabilir. Şeffaf olmayan fiilen tekzip edemez. Olsa olsa kavlî bir tekzipten söz edilebilir ki bu da tatmin edici bir tekzip olmaktan uzaktır.

Bir diğer ilke istikameti tayin eden örneklikle ilgilidir. Peygamberlerin örnekliğinde ise tebliğde istiğna esastır. Yunus, Hûd ve Sebe’ sûrelerinde geçen “Benim mükâfatımı vermek ancak Allah’a aittir” âyetleri tebliğ faaliyetini yapanlara yönelik bir istiğna hatırlatması iken Yasin sûresinde geçen “Doğru yolda olan ve sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere tâbi olun” âyeti tebliğin muhataplarına bir ittiba hatırlatmasıdır. İstiğna etmeyene ittiba edilmez. Birinci sebeple irtibatını kurarsak müstağni olmayanlara ittiba edilmesi ithamlara kuvvet verecektir. Davet edildiği programlardan ulaşım ve barınma ihtiyacının karşılanması haricinde binlerce avro alan şöhretli hocaları ve bunları meşru görüp davet eden ve bile bile salonları dolduranları düşündüğümüzde âyet-i kerimelerin hatırlatmalarına ne kadar muhtaç olduğumuz aşikar hale geliyor. Kimimiz istiğna sınavında kimimiz de ittiba sınavında sınıfta kalıyoruz.

Tebliğde bulunan kişi belki de herkesten daha çok tevekkül, kanaat ve iktisat ilkeleriyle hareket etmelidir. Tebliğini ticarete çevirip daha çok kazanmak için insanlardan ahz-ı mal etmesi bu hazine ve definelerini kapatması anlamına gelir. Kazanırken kaybeden durumuna düşer. Dahası minnet gibi bir yükün altına da girmiş olur. Bu ise en başta onun tebliğine zarar verir. Minnet altında iken hakikat ne ölçüde anlatılabilir?

Bugünleri görselerdi kim bilir neler düşünürdü Bediüzzaman, İbn-i Hacer gibi büyük zatlar? Verdikleri bir iki saat vaaza mukabil yüklü miktarlarda para alan hocalara kim bilir neler söylerlerdi? Dinin ticaret metaı haline getirildiği yönündeki ithamları fiilen tekzip etmesi gerekenlerin, bu itham sahiplerini fiilen tasdik etmelerindeki muhteşem performanslarını görselerdi hamiyetlerine dokunmaz mıydı? “Âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette” yiyip en başta dine zarar verenlere veyl olsun demezler miydi?

Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.