Tüketim kültürü ve gençlik-1

Tüketim kültürü ve gençlik-1

1. Giriş

19. yüzyılda Sanayi Devrimi’nin olmasının ardından üretimin —makine gücünün kullanılmasıyla beraber— artması modern toplumu doğurdu. “Tüketim” çarkıyla dönen bu üretim sistemi insanoğlunun nihayetsiz arzularını zorunlu ihtiyaçlarıymış gibi göstererek çarkı çeviren “tüketim toplumu”nu oluşturmuştu. Bu toplumu oluştururken kullanmış olduğu en temel araç şüphesiz kitle iletişim araçlarıydı. Özellikle 1950’lerde yaygınlaşan televizyonla birlikte oluşan görsel reklamcılık bugün akıllı telefon ve internet sayesinde her an herkese ulaşabilecek bir durumda. Aynı zamanda kitle iletişim araçlarıyla oluşturulan ve yayılan moda ve yapılmaya değer şeyler olarak gösterilen popüler kültür öğeleri insanlar için yaşam amacı haline getirilmektedir. Nesiller yenilendikçe tüketim kültürünün etkisi toplum içinde daha da belirgin olmaktadır. Bu kültürün genç nesil tarafından yorumlanması toplumun değişimi için önem arz etmektedir.

2. Tüketim Kültürü

Kültür sözlük anlamı itibarıyla “tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde oluşturulan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları oluşturmada sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü”dür.[1] Kültür bir nevi toplumların yaşam tarzıdır. Çevreye ve hayata bakış açılarını ve bunlardan aldıkları verilere vermiş oldukları cevapların bütününü içeren bir ortak yapı ve paydadır. Her fert bulunduğu toplumun kültürü tarafından yetiştirilmiştir. Ve ister istemez bütün değer yargıları ve hayata bakış açısı bulunduğu ortama göre şekillenecek, onaylamadığı ve kabul etmediği değerler bile bu yönüyle ferdin zihin dünyasına etki edecektir. Bunun yanında kültür her ferdin düşünce ve davranışlarından etkilenecektir. Ancak fertler yetiştiği kültürün etkisinde davranışlarda bulunduklarından genç nesillerle birlikte ortaya çıkan yeni kültürel desenler eski kültürlerin yeni formları olacaktır.

“Tüketim kültürü” kavramına girmeden önce bu toplumsal durumu oluşturan tarihsel sürece bakmakta fayda var. Aydınlanma felsefesinin aklı ve insanı referans alan görüşleri, devamında pozitivist ve materyalist felsefeyle beraber oluşan bilim metodu Batı toplumlarında madde ve insanın maddi yönünü temel alan bir kainat tasavvuru geliştirdi. Sanayi Devrimi ile beraber üretim süreçlerinin değişip üretimin kolaylaşması ve serileşmesi makineleşen ve modernleşen toplumun başlangıcıydı. 20. yüzyılda kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla özelikle son otuz yıl içinde internet ve telefon teknolojilerinin gelişmesiyle beraber gelişen reklam sektörü kapitalist sistemin seri üretim ürünlerini çok daha kolay pazarlayabilmesini sağladı. Ayrıca Batı’da başlayan bu değişimler ve oluşan fikirler 19 ve 20. yüzyılda Batı hakimiyetindeki dünyaya yayıldı ve Batı toplumu ulaşılması gereken modern toplummuş imajına büründü. Bu noktada tüketim kültürü adına en önemli gelişme üretim merkezli sanayi/modern toplumun dünya savaşları sonrası —görünürde barış ortamı ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve gelişmesiyle— gerçekleşen küreselleşmenin etkisiyle tüketim merkezli topluma dönüşmesidir.

Sanayi toplumunda sosyal yapı üretim endeksli bir örgütlenme ve oluşum gösterirken tüketim toplumlarında sosyal yapı tüketim merkezlidir. Tüketmek için üretmek gerekeceğinden bu toplumların üretimlerinde bir azalma olmamış, aksine ürün yelpazesi ve metalaşan nesnelerde artış olmuştur. Tüketim toplumlarındaki “tüketim”i diğer toplumların tüketiminden ayıran temel şeylerden birisi de aslında budur: Metalaşma. Tüketim kültürü temel olarak metalaşma üzerinden toplumsal yapıyı oluşturur. Metalaşan nesne artık insanın ihtiyacını karşılamak üzere kullanılan bir nesneden ziyade sosyal yapı içerisinde “göstergesel iletişim”i sağlayan bir gösterge dilinin parçası olarak tüketilen bir gösterge/nesnedir. Bu göstergesel iletişim tüketim toplumundaki sosyal statüleri ve sınıfları oluşturur. Bu yolla birey toplum içinde tükettiği kadar var olmaya başlar. Nesnelerin kullanım değerinden ziyade gösterge (işaret) değerinden yararlanılır ve nesne değişim değerini gösterge değeri üzerinden kazanır. Nesneler bu gösterge değerini özellikle marka ve moda üzerinden kazanmaktadır.

Günümüzde kalitesinden ziyade gösterge değerinden ötürü tercih edilen ve metalaşan nesneler dünyasında metalaşan isimler olan birçok marka bulunmaktadır. Tüketim toplumlarında markaların metalaşan bu isimleri bireylerin bir nesneyi tüketirken amaçlarını bir ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade metalaşan markanın işaret diliyle toplum içinde sağladığı statü ihtiyacını karşılamak haline getirmiştir. Ancak metalar işaret değerlerini kendi varoluşsal özelliklerinden ötürü kazanmamaktadır. Toplum bu işaret diline anlam verebilmek için “moda” kavramını oluşturur ve onu kabul eder. Nesneler modayı referans alarak işaret değeri kazanmaktadır. Hemen hemen her sektörde gözlenebilen moda etkisini en çok tüketim toplumlarında bireylerin kimlik inşasını sağladıkları nesneler üzerinde gösterir.

Bireye “tükettiğin kadar varsın” diyen bir toplum (bunu insanların içselleştirmiş oldukları değer yargılarından kaynaklanan davranışları aracılığıyla söyler) bireyin varlığını ve bu varlığın hangi özelliklere sahip olduğunu tükettiği nesneler aracılığıyla anlar ve kabul eder. Birey kendisine sunulan ürün ve hizmetlerde tercihler yaparak kendi kimliğini topluma kabul ettirir. Ancak alternatifler ve manipülasyonlar o kadar çoktur ki birey olduğu değil olmak istediği kimlik için tüketir. Moda ve reklam bu noktada tüketim toplumlarındaki iradenin tüketicide değil üreticide olmasını sağlayan en temel iki şeydir. Üretici, tüketicinin talebi doğrultusunda (tüketicinin kimliğiyle uygun) üretmek yerine moda ve reklam aracılığıyla ürettiği ürünün tüketici tarafından arzulanmasını ve ihtiyaç hissedilmesini sağlar. Moda sosyal statü piramidi içerisinde en tepe noktadan başlayıp aşağı doğru yayılır ve yayıldıkça “trend” olan ürünleri/nesneleri değiştirerek statü piramidinin korunmasını sağlar. Bu durumda bütün basamaklardaki bireyler sosyal konumlarını devam ettirebilmek için modaya uymak zorundadır. Ayrıca toplumda popüler kültür öğesi olarak rağbet gören şarkıcı, sporcu vb. kişilerin oluşturdukları yaşam tarzı modelleri kimlik inşasında özellikle gençlerin rol modeli olmaktadır. Reklamın da bu noktada iki fonksiyonu vardır: belirli kimlik ve “tarz” kalıpları oluşturmak, yeni nesneleri mutluluk getirici olarak tanımlayıp ihtiyaç hissedilmesini sağlamak. Sistem elit tabakayı ve modayı oluşturur, elit tabaka modayı takip eder, kitle iletişim araçları ve reklam ile moda yayılır, halk da elit tabakayı takip eder. Tüketim tercihi modayı oluşturan üreticinin üretim yelpazesi olmuştur. Üretim yelpazesini oluşturan tüketim tercihi değil.

3. Tüketim Toplumu

“Tüketim toplumu” tüketim kültürünü oluşturan düşünsel ve işlevsel boyutların içselleştirildiği toplumdur. Bu toplumların tüketim endeksli bir yapılanma gösterdiğini söylemiştik. Ekonomik ilişkiler, kültürel faaliyetler hatta insanlar arasındaki ilişkilerde bile bu tüketimvari yapılanmayı görebiliriz. Genel olarak bu kültür liberal düşünce tarzında yayıldığı için bireye yapılan vurgu had safhada. “Herkes istediğini tüketmekte özgürdür” ve “her şey tüketilebilir.” Tabii yeterince paranız varsa. Eğer tüketecek paranız yoksa hiç sorun değil, tüketim toplumunda tüketmek için özgürce çalışıp para kazanabilirsiniz. Size sunulan seçenekler arasında özgürce seçim yapabilirsiniz. Tıpkı marketlerde sunulan onca ürün arasında yaptığınız seçimler gibi.

Tüketim toplumlarında bireyler hayali bir özgürlük ve serbestliğe sahip. Ancak bu özgürlük ve serbestliğe karşın ciddi kısıtlamalar ve şartlanmalarla karşı karşıyalar. Amacımız bu toplumu diğer toplum şekilleriyle (geçmiş toplumlar) kıyaslayıp daha iyi ya da daha kötü olup olmadığı sonucuna ulaşmak değil. Özgürlük, serbestlik, eşitlik söylemlerinin (sosyal ve siyasi anlamlarından ziyade bireysel bir manada) oluşturduğu illüzyonu incelemek. Tüketim kültürünü hazırlayan faktörlerden bahsetmiştik. Rönesans ve reform dönemlerinde Avrupa’da başlayan bu söylemler başlangıçta kilisenin baskısına karşı oluşmasına rağmen laikliğin insan hayatına da girmesiyle (insanların yaşamlarında laik davranmaya başlaması) bu söylemler içten içe tanrıya karşı da söylenmeye başlandı. Sonraki süreçlerde Batı toplumlarında başlayan bir sekülerleşmeye şahit oluyoruz. İnsan—kainat—Yaratıcı üçgeninden Yaratıcı kopartılarak bu üçgenin dışına atıldı. Yaratıcıdan uzaklaşma (hem Avrupa’da hem de 20. yüzyılın başlarından itibaren Müslüman coğrafyalarda) hedonist yaşam tarzları ve hedonist düşüncenin yaygınlaşmasını sağladı. Böyle bir düşünsel temelde özgürlük ve serbestlik anlayışı, “Hazlarının peşinde koş” söylemine denk düşüyor. Ancak materyalist felsefe maddesel hazdan başkasını reddettiği için manevi hazlar bile maddesel formlarda tüketiliyor. Kastettiğimiz illüzyon aslında tam da bu noktada. Sekülerleşmenin kısıtlayıcılığı bizi metalaşan nesnelere sahip olmaya şartlıyor.

Sanayi toplumlarının ardından oluşan tüketim toplumları büyük kentlere ve artan nüfuslara sahip. Ayrıca sektör çeşitliliği inanılmaz derecede artmış durumda. İnsanlara tüketmeleri için sunulan şeyler sadece nesneler ve teknolojik ürünlerle kısıtlı değil. İnsanlara yapabilecekleri etkinlikler sunuluyor. Üretilen her yeni ürüne/metaya ateist, materyalist, hedonist düşünce temelinde verilen değer haddinden fazla oluyor ve insanlar özgürlük söylemiyle üretip tüketirken tükettiklerinin esiri olma yolunda ilerliyorlar. Sektör ve nüfus çokluğunun olması üretimsel ve tüketimsel açıdan tercih yelpazesinin fazla olmasını sağlayıp özgürlük illüzyonuna katkıda bulunuyor. Ve insanlara ürünlerin değil etkinliklerin satılması onların zamanlarını (hayatlarını) da tüketmelerini sağlıyor.

Metalara verilen bu haddinden fazla değer insanın en derin arzularından olan sonsuzluk ve mutlaklık arzularıyla ilişkili. Bir şeylere sahip olmak/bağlanmak, bir şeylerle uğraşmak ve bunları yaparken de mutlu/tatmin olmak istiyoruz. Ancak insanı yalnızca ezeli ve ebedi tek varlık olan Allah tam manasıyla tatmin edebilir. Tüketim toplumu içerisinde oluşan metalar ve onların metalaşmasını sağlayan dinamikler ise insana Yaratıcıyı unutturdu. Ancak bizim için bir gerçeklik olan beka arzumuzu ortadan kaldırmak için yapabilecekleri bir şey yok. Bundan ötürü Yaratıcı aranıp bulunması gerekirken metalara ulaşılmaya çalışılıyor. Ona verilmesi gereken sevgi/değer metalara veriliyor. Ancak beklenen tatmin alınamıyor. Sürekli bir sonraki aşamada aranılan mutluluğa ulaşılacağı düşüncesiyle yaşanıp ömürler tükeniyor. Bu kısır döngünün sonucunda sürekli dünya için çalışan ancak aradığını bir türlü bulamayan ve sürekli yeni şeyler deneme arzusuyla yanan ve bunun peşinde koşan, tüm bu sözde aydınlanma ve medeni ilerlemelere rağmen hayatından bezmiş ve sürekli sıkılan bir toplumla karşılaşıyoruz.

(Yazının devamı için tıklayınız: Tüketim kültürü ve gençlik-2)

[1] “Kültür”, TDK, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=KÜLTÜR, (Erişim tarihi: 8 Temmuz 2017).

Ali Osman Çetin
Latest posts by Ali Osman Çetin (see all)
Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.