4. Tüketim Toplumunda Gençlik
Tüketim toplumu, bilimsel/teknolojik ilerleme ve nesil değişimi arasında sinerjik bir ilişki var. Sanayi Devrimi’nden önce insanların yaşam tarzlarındaki değişiklik bir insan ömrüne sığmayacak derecede yavaş oluyordu, belki de hiç olmuyordu. Ancak Sanayi Devrimi’nden itibaren insanların yaşam tarzlarının değişim hızı çok fazla. Özellikle nesiller arasında belirgin adaptasyon farklılıkları görülüyor. Bu da mevcut toplumsal yapının genç nesil tarafından daha dinamik bir biçimde yorumlanmasına olanak sağlıyor.
Yıllar geçtikçe kitle iletişim araçlarındaki hızlı gelişme moda ve reklam faktörünün etkilerini öylesine artırdı ki özellikle genç nesillerde tipikleşen karakterler ve yaşamlar görüyoruz. Dünyaca ünlü bazı markaların dünyaca ünleşebilmesi buna küçük bir örnektir. Toplumsal iletişimin tüketilen nesnelerin gönderdiği mesajlar üzerinden gerçekleşmesi arzulanan kimlik doğrultusunda tüketmeye sevk ederken, özgürlük söylemi doğrultusunda ürün yelpazesinin genişlemesi bu iletişimi çeşitlendiren bir faktör. Ancak farklı kelimelerin söylenmesi dili ve arkasında yatan mantığı farklı kılmıyor. İster bir futbol fanatiği, ister basketbol fanatiği isterse de bir dijital oyun fanatiği olsun, sonuç bir gencin bir eylem uğruna hayatını adamasına çıkıyor. Özellikle dizi, film, spor, müzik gibi sektörlerin dar gruplar tarafından yönetilmesi bu tarz etkinlikleri kendilerine neredeyse yaşam amacı haline getiren insanların güdümlü bir hayat yaşamalarına sebep oluyor. Hazlarının peşinde koşan, onların esiri olan, ancak hazları başkaları tarafından güdümlenen bir gençlikle karşı karşıyayız.
Hazzın bittiğinde elem vermesi, hayatın haz veren şeylerin çevresinde şekillenmesine neden oluyor. Etkinlik bazında değerlendirdiğimizde yukarıda bahsettiğimiz sonuç ortaya çıkıyor:
Hayatın haz veren şeyler uğruna adanması. Basit nesne, etkinlik bağımlılığından; doğrudan toplumsal yapıya zarar verme ihtimali de olan uyuşturucu, alkol, şiddet bağımlılığına kadar değişen bir grup bağımlılık. Said Nursi bunların hepsini gaflet ve sefahat olarak değerlendirir.
Bugün bunları yalnızca Avrupa’da değil, Müslüman toplumlarda kendisini dindar olarak tanımlayan gençlerde de görebiliyoruz. Toplumsal yapının ve altında yatan düşüncelerin sürekli olarak haz devrelerini manipüle etmesi bağımlılıkların oluşmasını ve ilerlemesini sağlıyor. Ergenlik döneminde Yaratıcıya ulaşması gereken insanlar kendilerini tatmin edeceği söylemiyle başka şeylere yönlendiriliyorlar. Bu döngü insan-kainat-Yaratıcı üçgeninden Yaratıcının daha da uzaklaştırılıp sekülerleşmenin daha da artmasına neden oluyor.
5. Said Nursi’de İktisat ve Tüketim
Tüketim tanımı gereği insanın çevresini kullanmasıdır ve tamamıyla insan-çevre ilişkisidir. Bu ilişkiye yaklaşım tarzımız iki soruya verdiğimiz cevaplar çevresinde şekilleniyor aslında. Birincisi, insanın neden var olduğu; ikincisi, kainatın neden var olduğu. Said Nursi bu sorulara Kur’an’dan ve sünnetten cevap arar ve insan çevre ilişkisini ontolojik/imani düzlemde ele alır. Onun sözleriyle
“Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca , o Sultan-ı Zişan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; ta nasın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını hem kendi sanatının harikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip, göstersin. Ta cemal ve kemal-i manevisini iki vecihle müşahede etsin: Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaik- aşinasıyla görsün; diğeri, gayrın nazarıyla baksın.”[1]
Kısaca insanın yaratılış amacı Allah’ı tanımak(gayrın nazarıyla kendisine bakması), kainatın yaratılış amacı ise Allah’ı tanıtmaktır. Tüketim bu noktada çok özel bir yere sahiptir, çünkü tüketim başlı başına tarif edilemez bir deneyim olmakla beraber hayatın ve hayattar olmanın bir şe’nidir. İnsan ve kainat arasındaki tanıma ve tanıttırma ilişkisi tüketim çevresinde olmaktadır. Cemal ve kemalini göstermek isteyen Zat, kainattaki sanatını anlamamız ve hissetmemiz için bize bu bedeni ve içeriğindeki cihazları vermiştir. Yine Said Nursi’den dinleyecek olursak;
“Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Aya, zannediyor musunuz ki, vazife-i hayatınız yalnız terbiye-i medeniye ile güzelce muhafaza-i nefs etmek, ayıp olmasın, batn ve fecrin hizmetine mi münhasırdır? Yahut, zannediyor musunuz ki, hayatınızın makinesinde derc edilen şu nazik letaif ve maneviyat ve şu hassas aza ve alat ve şu muntazam cevarih ve cihazat ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yeganesi, şu hayat-ı faniyede, nefs-i rezilenin, hevesat-ı süfliyenin tatmini için istimaline mi münhasırdır? Haşa ve kella! Belki, vücudunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların gaye-i idhali, iki esastır: Biri, Cenab-ı Mün’im-i Hakikinin bütün nimetlerinin herbir çeşitlerini size ihtisas ettirip şükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip şükür ve ibadetini etmelisiniz. İkincisi, aleme tecelli eden esma-i kudsiye-i İlahiyenin bütün tecelliyatının aksamını, birer birer, size o cihazat vasıtasıyla bildirip, tattırmaktır. Siz dahi tatmakla tanıyarak, iman getirmelisiniz.”[2]
Bu satırlarda gördüğümüz üzere Said Nursi şükür, ibadet ve esma-i ilahiyi tanımak maksatlarıyla kainatla ilişki kurmakta ve tüketmektedir. Onun için lezzet ancak ve ancak şükür için istenilmelidir. Lezzetler uğruna yaşanılmamalıdır. Ona göre hakiki mülk sahibi Allah’tır ve insanlar kainattan ancak onun izin verdiği ölçüde ve izin verdiği amaçlar doğrultusunda yararlanabilirler. Bu amaçlar dışındaki tüketim emanete hıyanettir. Lezzetin Allah’a giden yolda araç olması gerekirken amaç haline gelmesi bize emaneten verilen bu vücudun yalnızca nefis hesabına kullanılması demektir ve böyle bir kullanım yasaklanmıştır.
Tüketimden lezzet almamızın sebeplerinden birisi(belki de önemli sebebi) maddi-manevi ihtiyaçlarımızın karşılanması. Dolayısıyla tüketme fiili ve bundan alınan lezzet doğrudan ihtiyaç algımızla ilintili. Temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak tüm insanlığın yapmış ve bundan lezzet almış olduğu bir tüketim. Bunun yanında farklı toplumların farklı kültürel kalıpları çevresinde şekillenen birçok farklı tüketim kalıbı(çevreyle ilgisi olan bütün tüketim eylemleri) insanlar tarafından ihtiyaç hissedilip yapılmış veya yapılmaya çalışılmıştır. Yani ihtiyaç algımız yaşam tarzımızı ve fiillerimizi belirliyor diyebiliriz. Said Nursi bu noktayı yine imani/ontolojik düzlemde değerlendirir:
“Faniyim fani olanı istemem. Acizim aciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim fakat bir yar-ı baki isterim. Zerreyim fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim fakat bu mevcudatı umumen isterim.”[3]
diyerek ihtiyaçlar konusunda iki temel önermede bulunmakta: Birincisi, insan aklı ve şuuru sayesinde bütün kainatla ilişki içerisindedir ve güzeli ve iyiyi arzu edebildiği için bütün kainatı ihtiyaç hissedip arzu edecek bir potansiyele sahiptir. İkincisi, bütün bu arzularına rağmen onlara ulaşabilecek hiçbir kudrete sahip değildir, sonsuz bir acz içerisindedir. Bu iki önerme ışığında asıl ihtiyaç olan şey kainat değil, kainatın bize anlatmak istediği şeydir:
Allah.
İnsanın sonsuz aczi ve fakrı karşısında onu ancak tüm ihtiyaçlarını karşıyalabilecek, en temelde ise onu sonsuz sevebilecek bir yaratıcı tatmin edebilir. Yaratıcının dışındaki bütün ihtiyaçlar yaratıcıya giden yolda bir araçtır. Sonsuz aczine karşın her şeyde sonsuz ve mutlak bir yaratıcı insanı bitmez tükenmez bir şekilde tatmin edebilir. Bu bağlamda yaşamın(diğer bir deyişle ‘tüketme’nin)temel gayesi yaratıcıyla bağ kurmaktır.
“Şimdi görüyoruz ki, her şey nasıl rızkın etrafında toplanmış, ona bakıyor; öyle de, rızık dahi bütün envaıyla, manen ve maddeten, halen ve kalen şükür ile kaimdir, şükür ile oluyor şükrü yetiştiriyor, şükrü gösteriyor. Çünkü rızka iştiha ve iştiyak bir nevi şükr-ü fıtridir. Ve telezzüz ve zevk dahi gayri şuuri bir şükürdür ki, bütün hayvanatta bu şükür vardır. Yalnız insan, dalalet ve küfürle, o fıtri şükrün mahiyetini değiştiriyor, şükürden şirke giriyor.”[4]
Yani, şükür için tüketilmelidir; şükür için olmayan her tüketim bir nevi tüketilen şeye atfedilen kutsallıktır ve şirktir. Şükür için tüketmeyi, çevreye Allah’ı görmek amacıyla temas etmeyi Said Nursi ‘iktisat’ olarak tanımlıyor. Yaygın kullanımının aksine iktisat az tüketmek, tasarruf etmek değil; kasıtlı tüketmek, olması gerektiği kadar ve adaletli bir sekilde tüketmek gibi anlamlara geliyor. Said Nursi’nin iktisatlı tüketiminde kastı Allah’ı görmek, adaletin ve olması gerekenin belirleyicisi de Allah’ın emirleridir. Buda sünnet-i seniyye yoludur. Peygamberin (asm) hayatına baktığımızda hem toplumsal yapının en üstünde olmasına hem de kullukta en ileride olmasına rağmen çok sade bir hayat geçirmiştir. Ancak tüketim toplumlarında insanlar ya statü kazanmak için tüketmekte, ya da mevcut statülerine göre tüketmek zorunda olduklarını düşünmekteler. Said Nursi bu toplumsal yapıyı iktisat vurgusuyla eleştirir.
6. Sonuç
16. yy’dan bu yana Avrupa’da başlayan aydınlanma hareketleri çevresindeki fikir akımları bugün gördüğümüz tüketim toplumlarını şekillendirdi. Materyalist ve pozitivist anlayışla beraber hedonist gaye insan-kainat-Yaratıcı üçgeninden Yaratıcıyı uzaklaştırdı. İnsanlar hayatlarını özgürce ve istedikleri şekilde yaşama gayesi içerisindeler. Ancak bu istek insanların yalnızca Yaratıcıyı bulmak için bir araç olması gereken lezzetlerin esiri olmasıyla sonuçlanıyor ve onlara saadet-i ebediyeyi kazandıracak anahtarlar olmak yerine oraya ulaşmalarını engelleyen zincirler oluyor. Özellikle Müslüman gençliğinin üzerine düşen bir vazife bu kültürü İslami değerler ve sünnet-i seniye ışığında yeniden yorumlayıp insan-çevre ilişkilerini ve toplumsal yapıyı bir nevi müslümanlaştırmaktır.
(Yazının önceki bölümü için tıklayınız: Tüketim kültürü ve gençlik-1)
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, http://www.rne.com.tr/risaleinur-kulliyati, (Erişim tarihi: 28 Temmuz 2017).
[2] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, http://www.rne.com.tr/risaleinur-kulliyati, (Erişim tarihi: 28 Temmuz 2017).
[3] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, http://www.rne.com.tr/risaleinur-kulliyati, (Erişim tarihi: 28 Temmuz 2017).
[4] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, http://www.rne.com.tr/risaleinur-kulliyati, (Erişim tarihi: 28 Temmuz 2017).