Yıl 2012, aylardan Nisan, cemre toprağa düşmüş, âlem terütaze esma tecellileriyle yeni bir haşr-i bahari ile raks ediyor.
Büyük ama mütevazi bir salona girdim. Dış kapıdan itibaren tanıdık lahuti bir koku. Mütebessim ve emin simalar, sanki dünyada cennet bahçesi gibi bir mekân.
Gidiş gayem malum, mahiyeti kısmen meçhul olan toplantı ruhumu uçuracak gibi bir haşyet veriyor.
İçeri girdim, o lahuti ve deruni mana havzının menbaı olan salon kalabalık, hâkim bir noktada büyükce bir masada Aziz Üstadımdan bizzat ders almış aziz talebelerinin tamamı oturuyor.
O esnada fasih ve gür bir şekilde okunan İhlas Risalesi, salona mana âleminin büyüklerini ve melaikeyi davet ediyor gibi. Başta Peygamberimiz (ASM) olmak üzere selef-i salihinin ruhaniyatının orada olduğuna en gabilerden olan benim dahi yakinim kat’i.
“Aziz ve muhterem kardeşlerimiz,
‘Kur’anın mucize-i manevisi olan, ehl-i imanın imanının imdadına gönderilen hakaik-i Kur’aniye Risale-i Nurların ilan ve neşri için tertip edilen meşverete icabetinizi bekleriz.”
Diye başlayan bir mektubun altında hayattaki ağabeylerin hepsinin imzası var ve umum nur talebelerine gönderilmiş.
Bütün Nur talebelerini temsilen heyetlerin davet edildiği bu meşveret davetine herkes icabet etmişti ve heyecan verici bir kalabalık okunan dersi dinliyorlardı.
İhlas Risalesi hitam bulup fatihadan sonra Vüzera-i Mehdiden bir ağabeyimiz konuşmaya başladı.
Herkes nefeslerini tutmuş mahiyeti meçhul olan bu meşveretin hikmetini merakla bekliyordu. Suskunluğu bozan ise bazı katılımcıların hıçkırıklarından başkası değildi. Herkesin gözleri parlıyor ve kalbleri yerinden çıkacak gibi heyecanla bekliyorlardı.
“Aziz ve muhterem, sadık ve sebatkâr kardeşlerim” diye başladı konuşmaya.
Ey Risale-i Nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları!
Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevinin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz.
Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (ASM) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz.
Elbette dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.[1]
Aziz kardeşlerim…
Üstadımızın şahsiyet-i maneviyesi ve ehl-i imanın Nurlara olan ihtiyacı hepimizin malumu. Ümmetin ve insanlığın hakikat-i haldeki vaziyeti de hepimizin malumu.
Üstadımız buyuruyor ki:
Risale-i Nur, bu Anadolu memleketine, belaların def’ine ehemmiyetli bir vesiledir.
Sadaka nasıl belayı def ediyor, onun intişarı ve okunması külli bir sadaka nevinde semavi ve arzi belaların def’ine çok emareler ve çok hadiselerle tebeyyün etmiş.
Hatta Kur’ân ın işaretiyle tahakkuk etmiş.[2]
Ehl-i imana nokta-i istinad olan Nur talebeleri olarak
“Gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş.”[3]
Bu yük ve mesuliyetin şuurunda olarak vazife-i asliyemizi deruhte etmek mecburiyetindeyiz.
Her Nur talebesinin vazife-i asliyesi Risale-i Nurların ilan ve neşridir.
Beşinci halifenin devamı olan mesleğimiz mazide pek çok badireler atlattı. Vukuat-ı ahirzaman ve dehşetli tahripçilere karşı iman hizmetini îfa etmeye devam ettik. Bizzat Üstadımız bu gaye uğruna hapis, sürgün ve suikastlere rağmen yılmadan ahir zamanın fitne alevleri içindeki evlad-ı ümmeti kurtarmaya çalıştı.
Ölüm haktır, baki hakikatler fani şahıslar üzerine bina edilemez. Risale-i Nurun şahs-ı manevisi masumdur.
Nur Talebelerinin şahs-ı manevisi olarak birlik ve beraberliğimizi koruyamadık. Parçalar halinde ki şahs-ı manevilerle iman hizmetine devam ettik. Kara, deniz ve hava birlikleri misüllü pek çok nurani hizmetlere izn-i ilahi ile vesile olduk.
Rabbimizden niyazımız hepimizin dâhil olduğu bu şahs-ı manevilerden hâsıl olan hizmetleri yekûn olarak yazması ve cümlemizi Nurun şahs-ı manevi-i ekberindeki hasenata ortak etmesidir.
Kardeşlerim…
Üstadımızı dar-ı bekaya uğurladıktan bu güne kadar bu hizmetler ayrı ayrı isimlerle yapılsa da Nur Talebeleri ünvanı hepimiz için şeref levhası oldu. Bu kudsi nişan için çoğumuz pek çok bedel ödedi. Cümlemizin malumu olan Üstadımızın şu ifadesi maksad-ı kelamı izaha kâfidir.
Şimdiye kadar hiçbir zaman tarih göstermiyor ki Risale-i Nur gibi, pek çok taifelere ve mesleklere hücum eden, bu derece, pek az ve hafif tenkitle kurtulmuş olsun.
Hatta yüz derece daha az zahmetle, yüz derece kudsi hizmet ve mücahede mukabilinde, küçük ve muvakkat ve netice itibarıyla hayırlı bir iki hapis ve iki üç inayetli ve fütuhatlı musibet gördüler.”[4]
Hulasa-i Kelam
Son zamanlarda ifsat komiteleri dostlarımızı alet etmek suretiyle Risale-i Nurun sadeleştirmesi üzerine dehşetli bir plan hazırladı.
Aziz Üstadımızın varislerim diyerek ismini zikrettiği ağabeylerimiz buradalar. Lakin Üstadımızın buyurduğu gibi,
“Talebeliğin hâssası şudur ki: Yazılan Sözlere kendi malı gibi sahip olmalıdır. Kendisi telif etmiş ve yazmış nazarıyla bakıp neşrine ve ehil olanlara iblâğına çalışmaktır.” [5]
Hükümet-i Cumhuriyenin mevcut yasaları ne ismi zikredilen ağabeylere ne de umum Nur talebelerine resmi olarak hak sahibi olmaya imkan vermemektedir.
Kıyamete kadar ehl-i hakikate bâki bir rehber olan Nurların orijinalinin muhafazası için tedbir almak icab etmektedir.
Hal-i hazırda dört orijinal nüsha dört ayrı yayın evi tarafından basılmaktadır. Sair yayın evlerinin ekserisi bu nüshalara göre basarak ilan, neşir ve iblağına çalışmaktalar. Nüshalarda mana itibariyle bir farklılık veya zıtlık söz konusu değildir hepside aziz üstadımızın tashihinden geçmiştir.
Malumunuz Aziz Üstadımızın sonradan neşredilsin dediği Risaleler, gayr-i münteşir mektuplar gibi meşveretle halli lazım gelen konular bulunmaktadır.
Bu sadeleştirme musibetinin netice itibariyle güzelliği böyle bir meşverete vesile oldu. Nurların muhafaza ve neşri ile alakalı sizlerin reylerinize sunduğumuz teklifimiz illet ve hikmetleri ile şöyledir.
- Yirmiden fazla yayın evinin neşrettiği Risale-i Nur Külliyatının metin, sayfa, tanzim gibi farklılıklarını izale etmek;
- Sonradan neşredilsin diye tehir edilen bazı Risalelerin neşri
- Gayr-i münteşir mektupların ayrı bir kitap halinde neşri
- Şimdiye kadar yapılan ve yeni yapılması icab eden tanzimlerin düzenlenmesi ve tespiti
- Metin, sayfa ve eklenmesi veya çıkarılması icap eden düzenlemelerle ORTAK BİR NÜSHANIN hazırlanması.
- Ortak Nüsha Külliyatın üç ayrı modeli olacak.
- Latin harfli ortak nüsha
- Osmanlıca ortak nüsha
- Latin ve Osmanlıca beraber ortak nüsha
- Dört ayrı nüshayı tevhid edip tek nüsha haline getirmek ve ortak nüsha çalışmasını “şerh, izah ve tanzim” sınırlarına dikkat ederek yapacak bir heyetin teşkili.
- Risale-i Nuru, iman hizmeti gayesiyle neşreden ve cemaati olan yayın evlerinden müteşekkil bir vakıf çatısı altında tüzel bir hüviyetin teşkili. (Risale-i Nur Vakfı)
- Hükümet-i Cumhuriyenin yetkilileri ile görüşüp Risale-i Nurların orijinalinin muhafazası için teşkil olunan vakfın hukuki olarak yetkilendirilmesi için lüzumlu yasa değişikliklerinin yaptırılması.
- Hususiyetleri itibariyle ittifak edilen ortak nüshanın Diyanet tarafında da neşredilip hem ülkemizde hem İslam aleminde hem de dünya genelinde Risale-i Nurun iade-i itibarı ve muhtaç olanlara daha kolay ulaştırılmasına vesile olacak bir çalışmanın başlatılması.
- Risale-i Nuru, ortak nüshaya (mizanpaj, nüsha karşılaştırmalı dipnotlar vs ) sadık kalmak şartıyla basmak isteyenlere müsaade ve müzaheret edecek Risale-i Nur Vakfı bünyesinde hususi bir heyetin kurulması.
- Risale-i Nur’un satışından tahsil edilecek muayyen miktardaki telif ücretlerinin Risale-i Nur Vakfı bünyesinde teşkil edilecek bir heyetin kontrolünde Külliyat merkezli çalışmalar ve vakıfların nafakası için kullanılmasının takibi.
Hem benim şahsımın, hem Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinin sermayesini, kendilerini Risale-i Nur’un hizmetine vakfedenlerin tayınlarına vermek, hususan nafakasını çıkaramayanlara vermek lâzımdır.[6]
Aziz ve muhterem kardeşlerim niyet hayır, akibet hayır inşallah.
İnayet-i ilahi ile inşallah bu hayırlı hizmette muvaffak olup bu vesile ile mevcut hizmetlerimize devam etmekle beraber yekvücut olarak Nurun şahs-ı manevisi altında Nur talebelerinin şahs-ı manevisini müfritane irtibat ve tesanüdle yeniden ihya ve inşasına zemin olur inşallah.
Bu konuşma benim gibi orada bulunan herkesi heyecanlandırdı, duygulandırdı. Yıllardır beklediğimiz, hasretini çektiğimiz bir tabloydu. Ahirzamanın dehşetli şahs-ı manevisi karşısında Nur Talebelerinin şahs-ı manevisi de Nur merkezli bir toparlanma emaresi görünmüştü.
Bu nurani ortamdan ve bahşolunan kudsi hizmetin muhtevasından olacak ki Nur Talebeleri birbirlerine sarılıyor, ağlıyor, şükür secdelerine gidiyorlardı.
Kim bilir fecr-i sadığın en kuvvetli emarelerinden biriydi belki de.
En nihayet vüzera-i Mehdiden başka bir aziz ağabey mikrofonu aldı.
“Kardeşlerim” dedi.
“İnşallah hep beraber bu hayırlı hizmetin hadimi olup, mahşerde yüzümüz ak, yükümüz hafif olarak diriliriz.
Sizler şimdi gidin cemaatlerinizle bu meseleyi meşveret edin. İçinizden ehil heyetler seçin. Kardeşlerimiz hizmet-i imaniyenin fütuhatı ve fecr-i sadığın zemini için çalışmaya başlasınlar.”
Ben tevafuken ve yalnız geldiğim için kenardan izlemeye devam ettim. Meşverete iştirak eden heyetler birbirlerini tebrik ederek gözlerinin içleri parlayarak büyük bir şevk ve gayretle ayrıldılar.
Evet aziz ağabeylerim, ablalarım, kardeşlerim, bacılarım…
Hak adına birşeyler söylemeye niyet ettim, lakin batıl olan keşkelerin ortasında mengenedeki ruhumun ızdırabını üç yıl önce olmasını murad ettiğim bir hakikat-i hayali paylaştım.
Evet bu sadece bir hayal ve maalesef gerçek değil.
Peki ne olurdu bu hayal gerçek olsaydı?
Yaşananları yaşamasaydık, söylenenleri söylemeseydik, duyulanları duymasaydık.
Nur talebeleri, hislerinden azade kendi namusları olan Risale-i Nur ile ilgili bu basma ve muhafaza etme meselesini kendileri çözebilselerdi.
Risale-i Nurun devlet tarafından neşrini alkışlıyoruz. Diyanetin Külliyatı neşretmesini büyük bir faal-i hayır olarak görüyoruz.
Muhafaza ve neşir yetkisinin Nur Talebelerinin tamamının temsil edildiği sivil bir Vakıfta olmasının daha sıhhatli ve istikametli olacağına inanıyoruz.
Lakin puttu pottu derken, 59 baskısı 67 baskısı derken, nüshalar derken, benim hakkım onun hakkı derken elde kalan nedir?
İhtilaf, itiraz, tenkit, tahkir, red, inhisar vesair ithamlar…
Böyle bir toplantı yapılmadı, ama yapılması için ne mani?
Aziz ağabeylerimiz hayattayken böyle kudsi bir hizmete vesile olsalar. Bütün Nur talebeleri elbirliği ile bu işe müzahir olsalar. Ortak ve orijinal bir külliyatımız olsa. Risale-i Nurdaki düsturlar muvacehesinde lügatnameyi, dipnotları, metinleri, mizanpajı vs. ne gerekiyorsa kendimiz kendi içimizde meşveret etsek kötümü olurdu?
Nefis ve şeytan, sizi kardeşinize karşı itiraza ve haklı olarak tenkide sevk ettiği vakit deyiniz ki “Biz, değil böyle cüz’î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünyevî saadetimizi Risale-i Nur’un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz.
O bize kazandırdığı netice itibariyle dünyaya, enaniyete ait her şeyi feda etmek vazifemizdir” deyip nefsinizi susturunuz. Medar-ı niza bir şey varsa meşveret ediniz.
Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrepte olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak şimdi elzemdir. [7]
Ben ki vasıfsız sıradan bir Nur talebesiyim. Haddim olmayarak bir hayal kurdum nurun şakirtlerinin ekserisinin duygularına tercüman olmaya niyet ettim. Hata ettim belki ama bilesiniz hakikat-i halden çok muzdarib ve zarardideyiz.
Amma velakin bilesiniz ki tez vakitte lazım gelen tedbirler alınamaz ve Nurun ilan ve neşri muhafaza ve iblağı tehlikeye girerse VARİSLER MİRASLARINA sahip çıkmasını bilirler.
Allah için ihlas, insaf, uhuvvet, tesanüd düsturlarını hatırlatıyorum.
Kaynakça:
[1] Lem’alar, s. 165.
[2] Emirdağ Lahikası, s. 32.
[3] Lem’alar, s. 164.
[4] Emirdağ Lahikası, s. 155.
[5] Barla Lahikası, s. 172.
[6] Emirdağ Lahikası, s. 417.
[7] Kastamonu Lahikası, s. 181.
- Yeniden biat ama bu kez Akabe’ki gibi… - 21 Nisan 2020
- Sessiz bir çığlık… - 29 Ekim 2019
- Gayyadayız… - 24 Eylül 2018
İsmail kardeşim, asil kardeşim. Bu güzel temennine tüm zerratımla amin diyorum.