İnsanı diğer yaratılmışlardan ayıran ve üstün olmasını sağlayan unsurlardan biri dilidir. İnsanlar dilleri sayesinde bilgilerini, tecrübelerini ve hikâyelerini yeni nesillere aktarırlar. Bu sayede medeniyet inşa ederler. Hikâyelerini kendinden sonrakilere aktaramayan ve sadece anı yaşayan mahlûkatın tarihte bir medeniyetinden bahsedilmez. İnsanların ise kadim geleneklerinden bugün bahsetmekteyiz. Hele bir de konuşmalarını yazıya aktaranlar hakkında ise daha detaylı bilgiye sahibiz.
Dünyanın, sözün faniliğini görenler sözlerinin kaybolmaması için yazıya yönelmişlerdir. Bediüzzaman, “Her insan kıymetli bir sözünü ve fiilini bâkileştirmek için iştiyakla kitabet ve şiir, hatta sinema ile hıfzına çalışır” derken Sadi de, “Yazmaktan maksat, lisanın söylediklerini bâkîleştirmektir. Çünkü şu fânî dünyada hiçbir şey ebedî değildir” şeklinde insanın fıtri olan muhafaza ihtiyacına dikkat çeker. Bu muhafaza gereği bir gelenek, kültür ve medeniyet inşa edilmektedir.
Konuşmak, söylemek, yazmak insanlık için bu kadar önemliyken insanların çoğunluğu, bırakın yazmayı çoğu zaman konuşmaktan ve kendini ifade etmekten bile aciz durumdadırlar. Özellikle bizim toplumumuz da “söz gümüş ise sükût altın” düşüncesiyle susmak, konuşmamak yüceltilmektedir. Bu düşünce aynı zamanda yazmanın, düşünmenin ve konuşmanın bazen rahatsızlık sebebi olabileceği vurgusunu da içermektedir. Tehlikeyi herkes göze alamamaktadır. Bu durumda altını tercih etmek daha akıllıca görünmektedir.
Tehlikeyi göze almamak, rahatın bozulmamasını istemek, “olduğu gibi görünmeyen insanları” üretmektedir. Bu yapı “ilm-i siyaset” bilmeyi de kutsamakta ve insanları siyasi davranmaya zorlamaktadır. Yaşanılan bu durum “Suskunluk Sarmalı” kuramını hatıra getirmektedir.
Elisabeth Noelle Neumann’ın, Almanya’daki seçimler öncesi kamuoyu araştırmaları sırasında “Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratlar” arasındaki oy farkını ölçümlerken geliştirdiği “Suskunluk Sarmalı” kuramına göre, “Kişi, içinde yaşadığı topluluğun ya da toplumun nabzını tutarak, genele aykırı düşen düşüncesini yalıtımdan ya da zarar görmekten çekindiği için açıklamaz. Ancak kendi düşüncesi bir başkası tarafından dile getirildiğinde ona destek olur.” Kuramda önemli bir nokta ise kişinin bu “suskunluk sarmalından” çıkabilmesidir.
Kuramın sayıltıları beş başlıkta toplanabilmektedir:
- Toplum, sapkın bireyleri yalnız bırakmakla tehdit eder.
- Bireyler devamlı yalnızlık (dışlanma) korkusuyla yaşarlar.
- Bu yalnızlık (dışlanma) korkusu bireylerin her zaman kanaat ortamını değerlendirme çalışmalarına sebep olur.
- Bu değerlendirmelerin sonuçları kamu önündeki davranışları özellikle de düşüncelerin açıkça ifadesini veya gizlenmesini etkiler.
- Son varsayım diğer dört varsayımın bir bileşimidir.
Bu model aynı zamanda bireyin içinde bulunduğu her türlü grupta grubun hâkim eğilimlerine göre hareket edeceğini, farklı düşünce ve davranış sergilediği zaman dışlanma tehdidi altında kalacağını, bu nedenle genellikle suskunluğun tercih edildiği sosyal gerçeğini de vurgulamaktadır.
Bir gruba ait olmak, bir bütünün parçası olmak kişilerin düşünmesi, yazması ve konuşması üzerinde belirleyici olmaktadır. Ne yazacaksınız? Nasıl yazacaksınız? Ne konuşacaksınız? Bunları belirlemek çoğu zaman kişinin elinde olmamaktadır. “Nefsü’l emirde” gruplardan ve topluluktan bağımsız bir hakikat olduğunu, hakikatin sayı ile taayyün etmediğini haykırabileceklerin sayısının “azınlığı” teşkil ettiği sosyal bir gerçekliğimizdir. Çoğunluğun, birileri düşüncesini açıkladıktan sonra duruma göre konumlandıklarına şahit olmaktayız.
Suskunluk sarmalından çıktığımız, düşüncelerimizi söz ve yazıyla ifade edebildiğimiz, söz ve yazıyla düşüncelerini ifade edenlerin sayısının arttığı, kimsenin düşüncesinden dolayı dışlanmadığı, ötekileştirilmediği ve etiketlenmediği günleri hayal ediyorum…
- Anlamak - 7 Ocak 2022
- Dağılmak - 13 Temmuz 2021
- Cevapsız kalan sorular… - 21 Haziran 2021