Zalim kim?

Zalim kim?

Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Hûd 11/113.

Birinci Dünya Savaşı bitmiş, Devlet-i Âl-i Osmani parçalanmış, İslam âlemi tesbih taneleri gibi dağılmış, harim-i İslama şenaetli eller uzanmış.

Ufukları zulmet bulutları kaplamış.

Yeis sâri bir illet gibi bütün kalpleri sarmış.

Ümit kuru bir çubuğa dönmüş.

Zayıf istibdattan sonra komite istibdadıyla beraber karanlıklı ve necis bir rahim hazırlanmış ve İslam Deccalının zuhuru ve zehirli bir kaptaki mutlak istibdadının zulmeti her yeri yavaş yavaş kaplamaya başlamış.

İnsanlık tarihinin en büyük bozgununun arifesinde herkesin “artık bitti” dediği bir vakitte Bediüzzaman hazretleri yakazada manevi bir meclis-i muhteşemeye katılır.

Daha sonra “Rüyada bir hitabe” başlığıyla Sünuhat isimli eserinde neşredeceği bu muhaverede hal-i âlemle ilgili sualleri cevaplar.

Bu suallerden birinde şunları ifade eder:

Tekrar biri sordu:

– Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir.

– Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti?

– Musibet-i âmme ekseriyetin hatâsına terettüp eder.

– Hazırda mükâfatınız nedir?

Milyonlarca Müslüman vefat etmiş, vatanlar istila edilmiş, bayraklar indirilmiş, sancaklar yere düşmüş. Namuslar pay-i mal olmuş.

Musibet cinayete ceza olarak gelir ve nihayette verilecek mükâfatın bidayetidir.

Ne yaptınız ki, kader böyle bir musibet için fetva verdi? Böyle umumi bir musibeti netice veren umumun hatası neydi?

Bu musibetle beraber gelen mükâfat nedir?

Dedim: Mukaddemesi üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: salât, savm, zekât.

Evet, o dönem bilad-ı İslamdaki Müslümanların ekseriyeti namaz, oruç ve zekâtı ihmal etmenin bedeli olarak beş yıl sürünerek namaz kıldırılmış; açlık ve kıtlıkla oruç tutturulmuş. Kırkta bir veya onda bir zekâtı cimrilik edip vermeyerek birikmiş zekâtı toptan ödemek zorunda kalmış.

Evet, umumi hatalar umumi musibetleri beraberinde getiriyor. Ama musibet beraberinde mükâfatıyla geliyor.

“Günahkâr bir milletin humsu (1/5) şehit ve gazilik makamına çıktı” diyerek Üstad hazretleri hem hadiselerin tespit ve teşhisini yapıyor, hem de karanlığın ümitsizliğin en koyu yerinde ümidi görüyor ve gösteriyor.

Benim asıl dikkatimi çeken İslam’ın dördüncü şartının ihmalinin izahını yaptığı “Rüyanın Zeyli” bölümündeki ifadeler.

Rüya hacda sükût etti. Çünkü haccın ve ondaki hikmetin ihmali musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü’z-zünub değil, kessâretü’z-zünub oldu.

Evet, ilk üç emirdeki ihmal musibeti celb etti. Musibetin hazırdaki mükâfatı günahlara kefaret olması ve daha bu dünyada iken rahmetiyle temizlemesi.

Lakin haccın hikmetinin ihmali musibeti değil gazab ve kahrı celbetmiş.

Gazab ve kahrın bedeli ise günahların temizlenmesi değil, aksine daha da çoğalması olmuş.

İşte bugün hâlâ içinden çıkmayı beceremediğimiz, vicdanlarımızı yakan bilad-ı İslamdaki zulümlerin sebebi İslam âleminin ve Müslümanların kırılma noktası tam da burası.

Haccın hikmetinin ihmali…

Bu öyle bir sarmal ki günahları çoğaltan bu ihmalin neticesi olan bu dağınıklık, iç savaşlar, nifak ve şikaklar, kâfir ve münafıkların mel’un ayakları boynumuzda olmaya devam ettikçe hikmet yerine gel(e)miyor. Hikmet yerine gelmediği müddetçe bu belalar bitmiyor, aksine artarak devam ediyor.

Haccın bahusus taarrüfle tevhid-i efkârı,

teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye

ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki,

düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.

Haccın hikmetlerinin ne olduğunun ifade edildiği bu metnin sonundaki ifade her mü’minin kanını dondurur herhalde.

İslam âlemini hercümerç eden, tedviş eden, İslamın izzetini yerle yeksan eden düşmanlara, İslamların kendileri yardımcı oluyor, buna zemin hazırlıyor.

Haccın hikmetleri olan fikir birliği, ekonomik ve siyasi işbirliği ile İslam birliğini tesis edemediğimiz müddetçe bu zulümler daha da şiddetlenerek devam edecek.

Bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı İslamdır” diye haykıran üstadın “Cemahir-i Müttefika-i İslamiye” hayal ve idealini hayata geçirmek zorundayız.

Bu gaye her Nur Talebesinin namus borcudur, vefa borcudur. Zira “Nur talebeleri ehl-i imana istinatgâhtır” ilk evvel kalplerimizden başlayıp sonrasında kendi aramızda ve en nihayetinde bütün Müslümanlar için “Tevhid-i imani elbette tevhid-i kulûbû ister” hakikatini hayata geçirmek zorundayız.

Bu dinsizlik şahs-ı manevisine karşı Şia ve Vehhabilerle dahi medar-ı niza olan konuları nazara vermeyip ittifaka mecburuz.

Aksi halde birleşmeyen su damlaları gibi bütün himmet ve gayretlerimiz gaflet çöllerinde heba olup gidiyor gidecek. Ve şiddetle mes’ul oluruz-oluyoruz.

Mü’minlerin üzerindeki bu şiddetli fırtına zamanında var olan ayrılıkları onarmak gibi farz bir vazifeyi terk edip vehmi, hayali, dünya ve ahiretimiz için zararlı yeni ihtilafları körüklememeliyiz, körükleyenlere fırsat vermemeliyiz.

Bugün bilad-ı İslam’da ağlamayan, zulüm görmeyen, namusları pay-i mal olmayan kaç memleket kaldı?

Müslümanların yavrularını, anne babalarını ya Avrupa kâfirleri öldürüyor veya Asya münafıkları ile birbirlerine öldürtüyor.

O çığlıkları boğazında düğümlenen anneler, kahırları yüreklerini dağlayan babalar, acıları kan olup gözlerinden yaş olarak akan çocuklar bizim kardeşlerimiz, annelerimiz, babalarımız değil mi?

Diri diri yakılanlar, organları alınanlar, köle pazarlarında satılanlar, namusları kirletilenler, etleri yenilenler, telef olmuş koyun sürüsü gibi üst üste gömülenler bizim kardeşlerimiz değil mi?

Hayvan muamelesi görenler, gözleri önünde eşleri kızları götürülenler, kocaları öldürülenler, gencecik evlatları parçalara ayrılanlar bizim kardeşlerimiz değil mi?

Nereye bu gidiş? Nereye kadar?

Yıllık umrelerini aksatmayanlar, hac için yollara dökülenler haccın hikmetini bilmek ve gereğini yapmak onlara farz değil mi?

STK’lar, medya, cemaatler, tarikatlar bütün Müslümanlar bu zillet için müspet hareket dahilinde “artık yeter” deyip kalplerindeki nefret ve kini bırakıp omuz omuza vermek zorunda değiller mi?

Daha ne kadar devam edecek bu iktidar savaşları, menfaat nizaları, gösteriş budalalıkları, riya ve şirkten öteye gitmeyen taraftar toplama yarışları, teveccüh-ü nas arzuları…

Bu halimizle bu zulümlere ortak olmuyor muyuz? Zulümden zalimden sakındıran kitap bizim kitabımız değil mi?

Meyilden de öteye varan bizzat zulmün ta ortası olan bu hal ile Cehennemin alevleri ve gazabının eteklerimizin ucuna, dünyamıza uzandığını göremeyecek kadar kör mü oldu gözlerimiz hırs-ı dünya ile?

İnat, tarafgirlik, ihtilaf, nifak, şikak gibi elîm ve fecî ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hadise-i müthişenin tespitlerinden bir metin…

İnat, bazan müfrit fırka müteassıplarına, dalâl ve batılı iltizam ettirir.

Şeytan birisine yardım etse, melek der, rahmet okutur.

Ötekinde melek görse, libasını değiştirmiştir der, lânet eder.

Su-i zan ve hüsn-ü zan nazarıyla, dürbünün iki tarafı gibi leh, aleyhtar…

Vâhi emareyi bürhan, bürhanı vâhi emare görür.

İşte şu zulümdür  sırrını gösterir.

Söylenecek çok söz var, lakin tâkat ve mecal yok. Yazdıkça yanıyor, söyledikçe utanıyorum.

Rabbim zulümden, zilletten muhafaza etsin. Tez zamanda ümmete intibah nasib etsin.

Amin..

İsmail Kartal
Latest posts by İsmail Kartal (see all)
Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.