YİRMİ SEKİZİNCİ MEKTUB’UN Altıncı Meselesinde, Vehhâbîlikle ilgili bir soruya verilen altı nükteli cevabın üçüncü nüktesinde, muhtelif düşünce ekolleri için de geçerli olabilecek şu kaide sunulur:
Meslekler, mezhepler ne kadar bâtıl da olsalar, içinde ukde-i hayatiyesi hükmünde bir hak, bir hakikat bulunur. Eğer âsârına ve neticelerine hükmeden hak ve hakikat ise ve menfî cihetleri müsbet cihetlerine mağlûp ise o meslek haktır. Eğer içinde hak ve hakikat neticelere hükmedemiyor ve menfî ciheti müsbet cihetine galebe ediyorsa o meslek bâtıldır. Onun ehli ehl-i bid’a ve dalâlet olur.
Bu kaideyi esas aldığımızda bir taraftan toptancı değerlendirmelerden uzak kalıp bâtıl mesleklerdeki hak cihetleri veya hak mesleklerdeki bâtıl cihetleri görme imkanı bulurken diğer taraftan bir mesleği hak veya bâtıl olarak tanımlama kıstasını da elde etmiş oluruz. Bir diğer ifadeyle bu kaide sayesinde mutedil bir zihin açıklığına kavuşma imkanını buluruz. Toptan reddiyeci ve toptan teslimiyetçi gibi uç tavırlara savrulmaktan da kurtuluruz.
Modern düşünce akımlarına da bu zaviyeden bakmanın daha makul olduğunu düşünüyorum. Çıkan akımlara kapılmadan onlardaki hak ve bâtıl cihetleri temyiz edip istifade etmenin yollarını bulmak gerekiyor.
Somut bir örnek üzerinden devam edelim: Müslümanca düşündüğümüz takdirde insanlık tarihini bir kadın düşmanlığı (universal misogyny) tarihi olarak görmek ortak paydasında buluşan çeşitli feminizm varyantlarını bâtıl birer akım olarak tanımlayabiliriz. Nazife Şişman’ın da belirttiği gibi “Bugün feminizmin geldiği noktayı sadece sıradan bir siyasal haklar mücadelesi üzerinde temellendirmemiz güçleşmiştir. Zira bugün gelinen noktada; sadece cinsler arası eşitlik ve cinsler arası rol paylaşımı değil, cinsiyetin, cinselliğin tanımı, hatta bundan da öte bedenin tanımı ve sınırları tartışılmaktadır.”[1]
Bununla birlikte bu akımların ukde-i hayatiyesi hükmündeki birtakım hakikatleri ve müsbet cihetleri olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. Feminizmin ukde-i hayatiyesinin neler olduğunu düşündüğümüzde ise başlangıçta “bir hakka istinad” ettiklerini söyleyebiliriz: erkekler gibi kadınların da doğal haklara sahip oldukları, kanun önünde eşitlik, mülkiyet ve oy kullanma hakkı, doğum ve çocuk emzirme izni gibi haklar onların mücadele ettikleri konulardan bazılarıydı.
Bâtıl mesleklerin hak cihetleriyle karşılaştığımızda yitik malımız olan hikmetle karşılaştığımız ihtimalini hesaba katmamız gerekir. Yakın zamanlarda feminizmle irtibatlı bir araştırmacının ortaya koyduğu bilgilere rastladığımda bir müslüman olarak bu bahsettiğim ihtimali hesaba katıp o bilgiyi almaya daha hak sahibi olduğumu düşündüm. Bir gazetenin feminizmle ilgili haber bülteninde özetini verdiği araştırmasında Laura Carpentier-Goffre biz erkeklerin –bana kalırsa aslında sünnet-i seniyye ile olan mesafeli– dünyalarına ayna tutmuş.
Mezkur mesafeyi anlamak için ilk önce Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın hayatına baktığımızda tevazuuyla ilgili şu güzelim tavrını görürüz. Yusuf Sıdkî Mardinî tarafından tercüme ve şerh edilen İhyâ-i Ulumi’d-din’de “Ve hane-i saadetlerinde hâcetlerinde ehli ile beraber işlerdi, hidemât-ı beytiyyesinde ehli gibi hizmet ederdi ve ehline yardım ederdi” ifadesine rastlarız.
Riyâzü’s Sâlihîn’de ise Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın ailesine nasıl yardım ettiğine dair muhtelif rivayetlerden süzülen şu tabloyla karşılaşırız: kendi elbiselerini temizler, koyunlarını sağar, yırtığını yamar, pabucunu tamir eder, evi süpürür, devesini bağlayıp yemini verir, hizmetçi ile beraber yemek yer, onunla hamur yoğurur, çarşıdan aldıklarını kendisi taşırdı.
Günümüze geldiğimizde nebevî tevazuun aksine erkeklerin gurur ve tembelliğine tutuluyor aynalar. Erkeklerin ev işleriyle ilgili olan durumlarına odaklanan sosyolog Laura Carpentier-Goffre ev işlerini yapmamak için ürettikleri stratejileri inceler. “Salyangoz” stratejisinde erkek yapması gereken işi öylesine erteler ki kadının sabır taşı çatlar ve en nihayetinde işi o yapar. “Ölü” stratejisinde tam iş yapılacak sırada erkeğe ani bir yorgunluk düşer veya amansız bir hastalığa yakalanır. İş yine eşe düşer. “Kum taciri” stratejisinde ise laf cambazlığı yapan erkeğin eli değil dili çalışır haldedir; sözde yardım etmeyi çok istiyordur ama işi yapan yine kadındır. Bu görece pasif savsaklama stratejileri işe yaramadığında ise kimi erkeklerin tehdide ve şiddete de başvurduğunu ortaya koyuyor bu araştırma. Kendi adıma söyleyecek olursam olması gereken ile olan arasındaki mesafeyi göstermesi açısından manidar bulduğum bir çalışma.
“Her neyse… Her bâtıl bir mesleğin her bir ciheti bâtıl olmak lâzım olmadığı gibi her bir hak mesleğin dahi her bir ciheti hak olmak lâzım değildir” diyerek bitirelim.
__________________________________
[1] Nazife Şişman, Emanetten Mülke | Kadın, Beden, Siyaset, İstanbul, İz Yayıncılık, 2016, s. 90.