Bediüzzaman’ın siyaset mesleğinden iman mesleğine geçişine dair

Bediüzzaman’ın siyaset mesleğinden iman mesleğine geçişine dair

Bediüzzaman hazretlerinin meşhur olmuş bir cümlesidir: “Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım.” Aslında hayatı ve eserleri vesilesiyle kesin olarak biliriz ki Eski Said klasik manada bir siyasetçi değildi. O bir din âlimiydi ve bütün amacı siyaseti vesile kılarak dine hizmet etmekti. Ama sonra her ne olduysa, bu mesleğin pek çok müşkülâta sebep olduğunu anlamış, ihlâsı ve şeffafiyeti esas tutan bir “din-i mübîn”e bu yolla hizmet etmenin pek de selametli olmadığına karar vermişti.

Elbette bu kararın pek çok hikmetleri mevcuttu. Zaten Üstad hazretleri de bu konuda açıkça şöyle izahatta bulunuyordu:

Bir zaman bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhâlif bir âlim-i sâlihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârâne medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, “Eûzu billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyase” dedim, o zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.
Mektubat

Üstad bilfiil siyasetten çekilmekle kalmamış, siyasetin sohbetini bile terk etmiştir. Vermiş olduğu kararı hayatının bütün safhalarına tatbik etmiş, yeni halini küllî bir hayat tarzı haline getirmiştir. Bu şekilde sözü başka fiili başka olanlardan olmamış, bütün Müslümanlar için nadide bir örneklik teşkil etmiştir.

Hem siyasete giren ya muvafık olur veya muhalif olur. Eğer muvafık olsa madem memur ve mebus değilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki beyhude karışayım. Eğer muhalif siyasete girsem ya fikirle veya kuvvetle karışacağım. Eğer fikirle olsa bana ihtiyaç yok. Çünkü mesail tavazzuh etmiş, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır. Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhalefet etsem, husulü meşkuk bir maksat için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terk etti.
Mektubat

Bediüzzaman’ın siyaset mesleğinden iman mesleğine geçmesinde pek çok hikmet mevcut demiştik. Benim aklıma gelen bir hikmet de siyasetin zan mesleği iken imanın yakîn mesleği olmasıdır. Bediüzzaman hazretleri herkesin kısmen haklı kısmen haksız, her bilginin kısmen doğru kısmen yalan olduğu zannî bir meslekten; herkese açık seçik hitap edebilen ve her kesimin şiddetle muhtaç olduğu yakînî bir mesleğe geçiş yapmıştır.

Evet siyaset zannî bir meslektir çünkü siyasette daire geniştir, saflar belirsizdir, yalan ile doğru omuz omuzadır, at izi it izine karışmış haldedir, günlük konjonktüre göre şekil almak gerekir ve hakeza… Böylesine dumanlı bir atmosferde Kur’an’ın nurundan gelen bir yakîn ile konuşmak, yazmak ve hizmet etmek elbette çok zordur. Kur’an’a ayna değil perde olmak ihtimali çok kuvvetlidir. 

İman mesleğinde ise yakîn esastır. İmanın temeli doğruluğunda hiçbir şüphe bulunmayan kesin bilgidir. Zaten “iman etmek” ile “emin olmak” köken olarak birdir. İmanda şüphenin yeri yoktur. Saflar nettir. İman ile küfür arasında sonsuz bir mesafe bulunduğu gibi mümin ile kâfir arasında da nihayetsiz bir mesafe vardır. Arada olmak diye bir durum yoktur. Arada takılanlar bizzat Kur’an tarafından münafık olarak damgalanmıştır. Dolayısıyla iman mesleği netlik isteyen bir yakîn mesleğidir. Mü’min adamın (şuur-ı imanla yaptığı) her işi yakînîdir.

Bediüzzaman hazretlerinin siyasi bir makam ile imanî bir hakikati kıyaslayarak hangisine ne derece ehemmiyet verdiğini gösteren şu cümlesi de oldukça ezber bozucu, pek bir dikkat çekicidir:

O iddiacı bilsin ki bir tek hakikat-ı imaniyeyi dünya saltanatıyla değiştirmeyiz. Ve bir tek nükte-i Kur’aniyenin bir paşalık rütbesinden daha ziyade yanımızda ehemmiyeti var.
Şualar

Said Nursi hazretlerinin iman mesleğine talip olan talebelerinin de bu noktada çok hassas olmaları zaruri ve elzemdir. Bir siyasetçi gibi gizli kapaklı değil bir iman neferi gibi hâlis ve şeffaf şekilde yol almalı, insanlar duruşumuzdan emniyet hissi duymalıdır. Aksi takdirde Kur’an nurlarına perde olmak gibi büyük bir zulûmata vesile olunur ki bu durum iki dünyada da hesabı verilemez dehşetli bir hâldir. Allah böyle bir cürümden son nefese kadar bizleri muhafaza eylesin. Âmin.

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.