Hayatımızda pek çok soru(n) ile karşı karşıyayız ve onlara verdiğimiz cevaplara göre bir yön çizeriz. Benim uzun zamandır kafamı kurcalayan ve etrafıma dikkatle incelediğimde fark ettiğim kiminin tarafgirlik, kiminin bağlılık, benim ise hastalık diye nitelendirdiğim bir konu üzerinde epey düşündüm. “Acaba ben bu sorunun neresindeyim?” diye kendimi de ciddi manada sorgulamam gerektiğini düşündüm.
Etrafımızda çoğunluk baz alındığında kime “Arkadaşlıkta önceliğin din kardeşin mi, futbol arkadaşın mı, siyaset yoldaşın mı?” diye bir soru yöneltilecek olsa büyük bir kesimin “elbette din kardeşim” karşılığını verdiği malumdur. Peki, gerçekten öyle mi? Sorgulanması gereken bir mesele… Ben bu konuyu Kader Risalesindeki Cebriye ve Mutezile ayrımına benzetiyorum. Günümüzde bu itikadi mezheplerin mensubu birini bulamasanız bile zihniyet olarak fazlaca sayıda kişi onların fikirlerini taşımaktadırlar. Onun gibi de acaba biz de din kardeşimizi sözle seçerken özümüzde de böyle hissedip uyguluyor muyuz? Kafa yapısı olarak din kardeşim demek bizi mutmain ediyor mu?
Bilin ki ırkçılık İslamiyet’in mutlak manada reddettiği bir kavramdır. İslami dünya görüşüne mutlak zıttır. Öyle ise bir Müslüman kavim ve kabilesini tutamaz mı, sevemez mi?
Kavim ve kabilesini geçmişi, hali veya geleceği itibariyle İslamiyeti mizanıyla ve İslamiyet milliyetine hizmete vesile olabilen meziyetleri ve vasıflarıyla tutabilir. Mensup olduğu milleti sevmek, onun menfaatini düşünmek, iyiliğini düşünmek, değerlerine saygılı olmak menfi milliyetçilik manasında olmasa gerektir. Nazarımda çok meziyetli fakat inançsız bir Türkten, meziyetsiz fakat inancı ve akidesi sağlam bir Afrikalı bin defa daha itibarlıdır, daha şereflidir. Çünkü insanın şerefi iman iledir; malla veya mezheple değildir. Elbette insan yakınında olanları daha iyi tanır ve daha çok sever. İmanlı olmak şartıyla kendi akrabasından ve milletinden birini sevmesinin bir menfi tarafı yoktur.
Irkçılık fikri çok eski zamanlara dayandırılabilse de felsefi temelleri ilk olarak Darwin tarafından temellendirilmiştir. Darwin’e göre bazı ırklar üstündür. Üstün ırk kavramı ise metaryalizmin bir sonucudur. Metaryalizm Allah’ın varlığını yok sayar. Materyalist düşünce en başta yakın tarihimiz olmak üzere birçok ırkçı diktatör katilleri netice vermiştir.
İnsanın şerefi iman iledir; malla veya mezheple değildir.
Peygamber Efendimiz’in (ASM) bu sözünü dikkate alarak ben bir Türk kardeşime diyorum ki eğer Kürt kardeşim iman noktasında benden üstünse onu bana tercih etmelisin. Çünkü Kürt ve Türk olmayı seçmek bizim elimizde değildir, lakin din-i mübin-i İslam’ı seçmek ise elimizdedir.
“Milletin selâmeti için her şey feda edilir.” Milliyetçilik bu ifadeyi esas alır. Fakat bu anlayış hem İslami hem de insani değildir.
Unsuriyet ve milliyet esasları, adaleti ve hakkı takip etmediğinden, zulmeder, adalet üzerine gitmez. Çünkü unsuriyetperver bir hâkim, millettaşını tercih eder, adalet edemez… Rabıta-i diniye yerine rabıta-i milliye ikame edilmez. Edilse adalet edilmez, hakkaniyet gider. [Mektubat, On Beşinci Mektup]
Günümüzde menfaat üzerine dönen, yalancılığa revaç veren ve şeytanı melek, meleği şeytan gösteren en kirli sahne siyasettir. Menfaat uğruna dava arkadaşlığını unutturup dinsiz birisiyle kişiyi yoldaş yapabilecek çok karanlık bir kuyudur. Zaman iman kurtarmak zamanı olduğundan siyaseti bir kenara bırakıp İslamiyet’in galebesine uğraşmak eftaldir. Üstad Bediüzzaman’ın kendisini dünyaya çağıranlara “Ben iman cereyanındayım” demesinde bu önemli hakikat vardır.
İki elimiz var. Yüz elimiz de olsa, ancak nura kafi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok.
Bu demek değildir ki hayat-ı siyasiyeden elimizi bütünüyle çekelim. Bu konuda da bize dengeli bir çizgi belirlenmiştir:
Benim nur ahiret kardeşlerim ehvenüşşer deyip bazı biçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler, daima müsbet hareket etsinler. Menfi hareket vazifemiz değil
Bediüzzaman Said Nursi kendi zamanında “ehven-i şer” gördüğü Demokrat Parti’ye oy vermiş, “azamüşşer” gördüğü Cumhuriyet Halk Partisi’ne fikir vermiştir. Bir partiye oy vermiş olması prensip bazında kalmış, asla bir siyasi partinin partizanı gibi hareket etmemiştir. Bundan dolayı diğer partileri kendine siyasi bir rakip olarak görmemiştir. Bu hassasiyetini o derece korumuştur ki siyasete girmek isteyen talebelerine Nur talebelerinin şahs-ı manevisi namına değil, şahısları namına siyasete girebileceklerine ancak müsaade etmiştir.
Netice olarak, arkadaşlıkta önceliğin gerçekten din kardeşliği olması gerekir. Spor, siyaset, etnik unsurlar gibi sebeplerle hakiki kardeşlerimizi ötekileştirmemeliyiz. Tarafgirlik, bağlılık kılıflarıyla karşımıza çıkan bu menfi milliyetçilik hastalıklarından kendimizi kurtarmalıyız.
- Bir Müsbet Hareket: Risale-i Nur’a Giriş ve Vukufiyet Programları - 8 Mart 2017
- Utan(ma) dostum… - 18 Mayıs 2016
- Burada hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz - 13 Nisan 2016