Bir arkadaşım evlilik ve aşk üzerine düşüncelerimi merak edip sordu. Sence “aşk ve evlilik nedir?” dedi. O anki halet-i ruhiyem ve kalbiyemin ifade kabiliyeti nispetinde birkaç tanım yapmıştım. Şimdi yazacaklarım düşüncelerimin hülasasının hülasası nevinden…
Öncelikle bu gibi konularda tesirli bir tanım yapabilmenin birkaç faktörü var. Evvelen kişinin bu tanımlar üzerindeki manalara şiddetli ihtiyaç hissetmesi, saniyen soranın da anlama hissiyatının şiddetli olmasıdır. Kısacası her iki insanın soruya sadık kalıp cevabı aşk şiddetinde merak etmesi elzemdir ki doğru bir mana ortaya çıksın. Malumdur ki dinleyen söyleyenden daha ziyade manayı keşfeder. Bu konular üzerine çok şeyler yazılmıştır, lakin her insanın ruh aynasından farklı bir mana yansıdığı da bir gerçektir. Bakalım benim ruh aynamdan ne yansıyacak?
Evlilik kavramına girmezden evvel, muhabbet ve aşk üzerine bir parça durmak icab eder. Evliliğin tanım aralığının hem maddi hem de manevi bir ciheti olması hasebiyle öncelikle manevi cihetine dair bir şeyler ifade etmek gerekir.
Evvelen bir soru soralım “İnsan ne için sever?” diye.
Hakikaten biz her hangi bir şeyi niye severiz?
Sebeb-i muhabbet nedir?
İyi bir manayı, iyi bir sual ortaya çıkartır.
Sormak, istemek demektir.
Her soru bir istek, bir arzu halidir.
İstemeden, yani sormadan elde edilmiyor güzel bir mana. Her soru bir sondaj gibi mana ab-ı hayatını çıkarmalıdır gayb âleminden…
Bu hususta eski mütefekkirler birkaç husus sıralamışlar, keşfetmişler. Demişler ki sebeb-i muhabbet dörttür.
İnsan şu dört husus için sever; menfaat, lezzet, müşakelet (meyl-i cinsiyet) ve kemal…
Bir şeyden “lezzet” almaklığımız onu sevdirir.
Bir şeyden “menfaat” gelmesi onu sevdirir.
Bir şeyin “kemalatı” nispetinde onu seversin.
Bir de “evlada ve akrabaya” karşı bir fıtri sevgi hissedersin.
Bu gibi hususlardan dolayı insanın iç âleminden şiddetli meyiller oluşur. Sonra bu meyiller toplanır, muzaaf meyil olan ihtiyaç olur. İhtiyaçlar toplanır, muzaaf ihtiyaç olan iştiyak olur. İştiyaklar toplanır, muzaaf iştiyak olan incizab olur.
Başka bir ifade ile muzaaf ihtiyaç, iştiyaktır. Muzaaf iştiyak, muhabbettir. Muzaaf muhabbet dahi aşktır.
Aşk, meyillerin en güçlü halidir.
Aşk, bir incizab halidir.
Aşk, şiddetli bir muhabbet halidir.
Aşk, ism-i Vedud’un bir cilvesidir.
Aşk, muhabbet derelerinden akan suların toplanıp nehir gibi olup Bir’e akmasıdır.
Aşk, kesretten vahdete doğru bir yolculuktur, çoktan Bir’e gider.
Aşk, esmadan müsemmaya bir yolculuktur.
Birkaç hususa daha değinelim. İnsana Allah çok geniş bir sevgi ve muhabbet istidadı vermiş. İnsan bu sevgi kabiliyeti ile hadsiz bir yükselişe veya hadsiz bir sukuta girebilir.
Peki, insana bu sevgi kabiliyeti niye verilmiş?
Demiştik ya “Aşk bir yolculuktur” diye, işte aslında aşk bir arayıştır.
İnsan, büyük bir yolculukta ve çok kıymetli bir şeyi arıyor.
İnsan, muhabbet duygusu ile muhabbet kulvarında Allah’ı bulabilmek için sever esasında…
Yani, Allah’ı araması için verilmiş bu muhabbet ve aşk duygusu insana.
Muhabbet ile O’nu aramak, O’nu bulmak için…
Sadece bunun için mi verilmiş?
Hayır!
Bizatihi bunun için! Dolaylı olarak da farklı gayeleri için.
Biraz daha net ifadeyle muhabbet duygusunun bizatihi kullanım şekli, en saf hali ile Allah’a mahsustur. Ondan gayrı bizatihi sevilmez!
Peki, nasıl seveceğiz sevdiklerimizi?
O’nun namına seveceğiz. Bütün mesele bu zaten…
O’nun namına sevebiliyor muyuz, sevemiyor muyuz?
İşte bütün hataların başı burası…
Bizatihi sevmek ya da dolaylı olarak, yani Allah namına sevebilmek.
Dünyada, kâinatta o kadar sevebilecek şey var ki hepsi ben ve O arasında bir imtihan.
İncecik bir çizgi…
Belki varlığı bile yok.
Gelelim muhabbetin hakikatine…
Bir şeyin hakikat olabilmesi nedir?
Her şeyin bir hakikati var mıdır?
Öyleyse sevginin hakikati nedir?
Hatta muhakkikîn-i evliyanın bir kısmı demişler: Hakiki hakaik-i eşya, esma-i İlahiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir.
Bir şeyin var olabilmesi için en azından bir esma-i ilahiye o şeyde tecelli etmelidir.
Gelelim muhabbetin hakikatine, muhabbetin hakikati de -her şeyde olduğu gibi- bir esma-i İlahiyedir.
Yukarıda bir aşk tanımında demiştik, “Aşk, ism-i Vedud’un bir cilvesidir” diye.
Her bir duygu bir esmaya dayanır. Muhabbet duygusu da hakeza… Mesela şefkat duygusu ism-i Rahim’in bir tecellisidir. Aşk ise ism-i Vedud’un bir cilvesidir. Elbetteki burada birden fazla isme atıfta bulunabiliriz.
Bir husus daha var: Sevmek duygusu diyoruz, peki bu duygu Allah’ta var mı?
Yani Allah’a ait duygulardan bahsedilebilir mi?
Hâşâ ve kella böyle bir tanımlama çok tehlikelidir.
Yoktur!
Peki, Allah bizi seviyor, O’nun sevgisini nasıl tanımlamak gerekir?
Allah, şuunat-ı ilahisi ile sever. Aşk-ı mukaddesesi vardır. Muhabbet-i münezzehesi vardır. Ve hakeza…
Gelelim dolaylı olarak sevdiklerimize…
Peki, Allah’tan gayrı olanı nasıl seveceğiz?
Mesela insan eşini, çocuklarını, akrabalarını, dostlarını, peygamberleri, evliyaları, dünyayı nasıl sevecek?
Hepsini izah çok vakit alacağından bir tanesini ifade edelim.
İnsan eşini Allah için nasıl sevmeli?
İnsan eşini, Cenab-ı Hakkın latif, munis bir hediye-i Rahmanisi ve ikram-ı İlahisi manasında sevmelidir. Kimden hediyesi ve ikramı olduğunu bilmelidir. Eşini sevmek, eşini vereni hatırlatmalıdır.
Allah’ın kuluna verdiği bir hediye ile kulun kula verdiği hediye hiç bir olur mu?
İşte insan hediyeyi vereni bilmelidir.
Hediyeyi, verenden ötürü sevmelidir.
Eşini sevmesi Allah’ı hatırlatmalı, unutturmamalıdır!
Bir de muhabbetin ihtiyari olmama özelliği var ki bunu herkes hissetmiştir. Yani çoğu kimse esasında birini seçerek sevmez. Sevme duygusu, seçme duygusunu çok dinlemez. Hatta hiç dinlemez. Ben bu kişiyi “sevmek için seçiyorum” diyen birine rastlamazsınız. Bir garip haldir. Bir anda bir his uyanır ve seversin. Bazen de bu hissin uyanması yıllar sürer. Bu girift bir mevzu… Tamamen yukarıda bahsettiğimiz dört husustan kaynaklanan meyillerin ürünüdür bu hal.
Esasında bu meyilleri kontrol edebilecek tefekkür yapılabilse, aşk ve muhabbeti yanlış kullanmaktan kaynaklanan pek çok kalp acısına ilaç olabilir.
Yanlış seviyoruz!
Budur en büyük hatamız!
Gelelim evliliğe…
Nedir evlilik?
Evlilik karşı cinsle olan fıtri bir meyildir. Ekseri evlililikler maddi ihtiyaçlara bakar. En başta neslin devamı için zaruridir. Amiyane tabirle büyük bir kısmı cinselliktir. Ama evlilik sadece cinsellik değildir. Evliliğin maddi-manevi bir çok boyutu vardır. Manevi boyutu elbette en önemlisidir. Çünkü güzellikler ve zevkler geçicidir. İnsanın bu dünyada alacağı zevkin elbette bir sınırı vardır. Bu sınırı kimse aşamaz. Aşmaya çalışılması nice helaketlere sebep olur. Buna insanlık tarihi şahittir. Bu kısmı kısa kesiyorum.
İnsanın bu dünyadaki maddi saadetinin esasları mesken, ekl (yeme-içme) ve nikâh olmak üzere üçtür. Ve bu üç esasın derecelerine göre saadet-i cismaniye tebeddül eder. Ve bu kısım saadeti ikmal ve itmam eden hulûd ve devamdır.
Çünkü saadet devam etmezse, zıddına inkılab eder.
Evlilik ile ilgili en güzel tanımı yapan Bediüzzaman’a son sözü bırakıp hatime veriyorum:
Evet insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam -velev zihnen olsun- ister ki birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalplerin en latifi, en şefiki kısm-ı sâni ile tabir edilen kadın kalbidir.
İşaratü’l İ’caz, s. 145.
Istifade ettim guzel yazi.
Okunması gereken bir yazı. Cok guzel.
Eşini Allah’ın bir hediyesi olarak görmek çok hoşuma gitti. Allah razı olsun.
Evliliğe böyle bakan var mı ki hala?