Azların çoklara üstünlüğü

Azların çoklara üstünlüğü

AHİR ZAMANIN en büyük fitnelerinden biri de elindeki hakikate çoklar talip olmayınca hakikatten uzaklaşmak ve çoklar neredeyse oraya tâbi olmaktır.

Ama peygamberler tarihine baktığımızda tüm peygamberlerin yanında hep azınlığın olduğunu görürüz.

Ey sevaba hırslı ve a’mâl-i uhreviyeye kanaatsiz insan! Bazı peygamberler gelmişler ki mahdut birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı halde yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etba ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır.
Yirminci Lem’a

Yani peygamberliğin ücretini kemiyet belirlememiş. “İman edenleri çok ise o peygamberlik haktır” diye bir kâide konmamış. Demek ki Allah’ın nazarında kul üzerine düşen görevi yapmış mı, önemli olan budur. Diğer kulların ona karşı nasıl vaziyet takınıp nasıl tepki verdikleri önemli değildir.

Ahir zamanda ise her şey sayıyla hesaplanır oldu. Akımlar çıktı hem de pek çok. Ne kadar çok insan o akıma uyarsa o akım o kadar kıymetlendi. Birçok kıymetli hakikatler ise bu akım denen hakikatsiz hareketlerin arkasında gizli kaldı.

İnsanlar neyi neden yaptığını, neden aldığını, neden giyindiğini, neden okuduğunu bilmeden “en”lerde takılı kaldı. En çok okunanlar, en çok satanlar alındı. En kıymetli olanlar unutuldu. Sosyal medyada en çok beğenileni beğenip en çok tıklanana tıkladık. Çoklukta bir hakikat vardır zannına kapılıp aldandık ve ihlastan, rıza-yı İlâhî’den adım adım uzaklaştık. İçimiz en çok beğenilme, tıklanma isteği ile doldu.

Oysa bunların hepsi fâni, iki gün sonra unutulacak şeylerdi. Onlar unutulunca bizler de unutulacaktık. Unutulmaması gereken ve asla unutulmayan tek merci olan Rabbimizi unuttuk. Ve Rabbimiz bizden kemiyet değil keyfiyet bekliyor. Eğer biz O’nun rızası için yola çıktıysak, kemiyeti elde edemiyorsak gayretimizi artırmalıyız. “Nice azlar nice çoklara galip gelmiştir” deyip az olanlarla yola devam etmeliyiz. Bunun en güzel örnekleri asr-ı saadetin gazvelerinde vardır. Peygamber Efendimiz aleyhissalatu vesselam çok az sayıda sahabesiyle kendilerinden kat kat fazla kalabalık oluşturan orduları mağlup etmiştir.

Demek hüner, kesret-i etba ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki böyle hırsla “Herkes beni dinlesin?” diye vazifeni unutup vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenab-ı Hakkın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.
Yirminci Lem’a

Yani hüner çokları toplamakta değilmiş. Öyle olsaydı insanlığın en hünerlisi olan peygamberlerde bunu görürdük. Asıl hüner Allah’ın rızasını kazanmak. Özellikle ahir zamanda iman sahibi olabilmek ve Allah’ın rızasını kazanabilmek hünerlerin en üstünü ve en zorlusudur. Onun için hedefimiz, gayemiz hep O’nun rızası olmalı, çokların olduğu yerde olmak olmamalı. Az da olsak “O razı olsun” diyebilmek marifet. Rabbim bizi bu niyetler ile donatsın.

Gayret bizden, tevfik Allah’tan.

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.