Demokrasiyle alakalı tartışmalar hep olagelmiştir. Ancak bu tartışmalar, özellikle son yüzyılda, demokrasinin teorik temelleri üzerinden değil, uygulamadaki hatalar üzerinden olmuştur. Şu anda kime gitsek demokrasi, hak ve özgürlük dersi verebilir. Herkes demokrasiye taraftar olur ve onu destekler. Peki herkes gerçekten demokrasi, hak ve özgürlükler konusunda söyledikleri ve yaptıklarıyla tutarlı bir tavır sergiler mi derseniz? Bu sorunun cevabı elbette hayırdır. Maalesef insanoğlu her zaman bir olmuyor ve olamaz da. Bazen duygularına hakim olamaz ve istemeden mantıksız işler yapabilir. Bu gayet normal bir durumdur ve böyle durumdaki bir insan zaten büyük ihtimalle yaptığı hatadan özür dileyecektir. Problemin ortaya çıktığı yer, insanların bu ihlalleri farkında olarak ve niyetli bir şekilde yapmasıdır.
Bu tip kasıtlı ve art niyetli ihlaller hakkında bir teorik örnek verip onun üzerinden sorular sorabiliriz sanırım. Mesela herhangi bir millet veya devlet, parasını ben veriyorum diye memurlarına istediklerini yaptırabilirler mi? Memurlar milletin veya devletin kölesi midir? Onların söz söyleme hakları yok mudur? Veya onlar gördükleri haksızlıklar hakkında söz sahibi değiller midir? Millete ve devlete hizmet eden memurlar, hizmetlerinin ehemmiyeti derecesinde, o milletin ve devletin efendisi değiller midir? Umumun selameti için dahi olsa en ufak bir memurun dahi hayatı veya hakkı feda edilebilir mi? Hak ve hukuk meseleleri mecliste oylama konusu olabilir mi? Yani mesela bir memurun seçme ve seçilme hakkı oylama konusu olabilir mi? Veya o memurun bulunduğu topluluktan atılması gibi en temel hak ve özgürlük mecliste oylamaya sunulabilir mi? Hadi diyelim ki bu fert bu duruma razı bile olsa oradaki insanların bu haksızlığa dur dememeleri insaniyetin sukutu ve kardeşliğin öldüğünü bizlere göstermez mi? Daha da önemlisi bu memura çamur atanlar değil de, memurun ceza görmesi o topluluğa Allah’ın gazabını celp etmez mi? Peki bütün bu olayların yaşandığı bir topluluğun unvanının demokrat olması o topluluğu demokrat yapar mı?
Sanırım bu soruların hepsinin cevabının hayır olduğunu hepimiz kabul ederiz. Öyleyse daha tanıdık bir konu üzerinden tartışmaya devam edebiliriz zannediyorum. Benzer soruları muhterem ağabey ve kardeşlerime yöneltmek istiyorum. Vakıflar, cemaatin paralı köleleri midir? Cemaat onlara istediklerini kayıtsız şartsız yaptırma hakkına sahip midir? Bu cemaatin erkanları ve hasları bu cemaate hakiki hizmet eden vakıflar değil de kimdir? Cemaatimizin bu mümtaz şahsiyetlerinin fikirleri ve oyları el üstünde tutulması gerekirken bu hakkın onlardan alınması demokrasi, hak ve özgürlük ihlali değildir de nedir? Onların bu hakkının ellerinden alınması meşveret konusu yapılabilir mi? Bu haksız kararı olan bir meşveretin meşruiyeti zedelenmiş olmaz mı? Bu kararı alan meşverete, meşveret-i şer’i denebilir mi? Bir ferdin dahi hakkı ve hayatı, umumun selameti dahi söz konusu olsa feda edilebilir mi?
Sanırım bu soruların cevaplarını vermek birincisi kadar kolay değil, nefsimize ağır geliyor değil mi? Siz hiç yorulmayın lütfen, ben bu soruların cevaplarını uzun uzun sizin için Risale-i Nurlar’dan referanslarla vereceğim, benim muhterem abilerim, kardeşlerim.
Öncelikle bu cemaati ideolojik tekgörüşleriyle ipoteği altına almaya çalışanlara diyorum ki: Risale-i Nur cemaatlerinin asli unsurları vakıflardır ve hizmet konularında görüşlerinin ve reylerinin büyük bir ehemmiyeti vardır. Dışarıdan hiçbir şey yapmadan devamlı onların hizmetlerini eleştirip onlara çamur atmak hizmete ihanettir ve bu tip hizmeti sekteye uğratacak, canla başla hizmet eden Vakıfların şevk ve heyecanlarını kaçıracak davranışlarda art niyet olduğunu düşünürüm. Nur cemaatleri neden bir araya gelir? İdeoloji kaygısıyla mı yoksa insanların imanlarını kurtarmak gibi ulvi ve değişmez bir hakikat için mi? Daha açık olursak bizim ilk vazifemiz siyasetçilerin bayraktarlığını mı yapmaktır yoksa iman ve Kur’an hizmeti mi yapmaktır? Elbette ki demokrasiyi ve hürriyeti savunacağız fakat bir parti lokali gibi tarafgirane değil, hakikat adına savunacağız. Eğer biz bu Risaleler etrafında bir şahs-ı manevi oluşturduysak ilk vazifemiz insanların imanlarını kurtarmaktır, yoksa partizanlıkla iman hizmetini gölgelemek değil.
Hakaik-i imaniye, her şeyden evvel bu zamanda en birinci maksad olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci vazife, medar-ı merak ve maksud-u bizzât olmak lâzım iken; şimdiki hal-i âlem hayat-ı dünyeviyeyi hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhâssa hayat-ı siyasiyeyi ve bilhâssa medeniyetin sefahet ve dalaletine ceza olarak gelen gazab-ı İlahînin bir cilvesi olan harb-i umumînin tarafgirane, damarları ve a’sabları tehyic edip bâtın-ı kalbe kadar, hatta hakaik-i imaniyenin elmasları derecesine o zararlı, fâni arzuları yerleştirecek derecede bu meş’um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki; Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan bir kısım sathî belki de bir kısım zaif veliler; o siyasî ve içtimaî hayatın rabıtaları sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp o cereyanların hükmüne tabi olarak hemfikir olan münafıkları sever, kendine muhalif olan ehl-i hakikatı, belki ehl-i velayeti tenkid ve adavet eder, hatta hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tabi yaparlar. Tarihçe-i Hayat, s. 299.
Adalet-i İlahiye, İslâmiyet’e ihanet eden mimsiz medeniyete öyle bir azab-ı manevî vermiş ki bedeviliğin ve vahşiliğin derecesinden çok aşağıya düşürtmüş. Avrupa’nın ve İngiliz’in yüz sene ezvak-ı medeniyesini ve terakki ve tasallut ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadi korku ve dehşet ve telaş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş. İşte böyle bir zamanda en lüzumlu, en ehemmiyetli, en birinci vazife imanı kurtarmak olduğundan; bu zamana ve bu seneye bakan beşaret-i Kur’aniye ve فَضْلاً كَبِيرًا ٭ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ âyetlerin müjdesi en büyük bir fütuhat suretinde Risalet-ün Nur’un manevî fütuhat-ı imaniyesini gösteriyor. Kastamonu Lahikası, s. 22.
Aslında şu anda yazacağım şeyden yazarken bile dehşete kapılıyorum ve çok rahatsız oluyorum, fakat maalesef Vakıfları paralı köleleri gibi gören bir güruh var. Bu kişiler Risale-i Nurlar etrafında insanlara hizmet için hayatlarını ve zamanlarını kemal-i rahat ve sürur-u kalple feda etmiş Üstadın hakiki varisi olan şahsiyetlerdir.
Bir kavmin efendisi onlara hizmet edenlerdir. (Deylemi, Müsned, 2, 324)
Bu hadise göre, eğer bir hürmet sırlaması yapılacaksa Vakıflar -ihlasları ve hizmetleri derecesinde- en fazla hürmete layık şahıslardır; çünkü başta Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine ve tüm insanlığa hizmet eden onlardır.
Üstadımızın Vasiyetnamesi
Hem benim şahsımın, hem Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin sermayesini, kendilerini Risale-i Nur’un hizmetine vakfedenlerin tayinlerine vermek, hususan nafakasını çıkaramıyanlara vermek lâzımdır.
Şimdiye kadar birkaç senedir tayinatları verilen Nur talebeleri, haslara malûm olmuş. Ben de yanımda şimdi bulunan kardeşlerimi kendime vâris ve benim vazifemi yapmaya çalışmak lâzım. Tesanüdü de tam muhafaza etsinler.
Evet, bu vasiyetnameyi tasdik ediyorum.
Said Nursî
Emirdağ Lahikası-2, s. 200.
Evet şiddet-i fakr ve istiğna ile hediye almamakla beraber Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki yasak olmayan daktilo makinesi ile intişar eden Risale-i Nur’un verdiği sermaye ile şimdi manevî Medresetü’z Zehra’nın dört-beş vilayetinde hayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebelerinin tayinatına acib bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiatı olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki altmış-yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler. İnşâallah Risale-i Nur’un tab’ serbestiyeti olsa, o düstur daha fazla inkişaf eder. Emirdağ Lahikası-2, s. 216.
Peki bütün gayret, yetenek, istidat ve zamanlarını insanların imanlarının kurtarılması yolunda harcayan Vakıfları iftiralarla çürütmeye çalışmanın düsturlarını Risale-i Nur’dan gösterebilen var mıdır? Uhuvvet, ihlas, tesanüd, muavenet düsturlarını, yapılan hakaretlerin ve iftiraların neresine koyabiliyoruz? Üstadın emanetine sahip çıkmak onun bize vedia bıraktığı Risalelere sadık kalmak bu şekilde midir? Şahsi garaz ve menfaatlerle Vakıflara ilişmek hizmete ilişmektir, onlara yapılan iftira ve hakaretler Üstad’a yapılmıştır.
Fakat hayat-ı içtimaiyede çok tecrübelerle mahiyeti bilinmeyen, benim vârislerim genç Said’lerin bir kısmını Nur’un zararına iftiralarla çürütebilirler diye o telaştan bu ehemmiyetsiz hayatımı ehemmiyetle muhafazaya çalışıyorum. Emirdağ Lahikası-2, s. 14.
Hem unutulmayan, her vakit yanımda bulunan kardeşlerim, Risale-i Nur’a sizin gibi pek ciddî sahib ve muhafız ve vâris ve hakikatbîn ve kıymetşinas zâtların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlaslı olarak vazife-i Kur’aniye ve imaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemal-i ferah ve sürur ve itminan ve istirahat-ı kalb ile ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum, bekliyorum. Kastamonu Lahikası, s. 5.
Aziz, sıddık sebatkâr kardeşlerim ve hakikî vârislerim!
Bugünlerde Risale-i Nur’a sû’-i kasd edenlerin ve sizlere sıkıntı verenlerin haklarında, bana verdiği bir hiddet neticesinde bedduaya teşebbüs ettim. Birden Isparta’ya kıyamadım. Kaç defadır niyet ettim, Isparta’daki iyilerin yüzünden sû’-i kasdçılar kurtuldular. Kıyamadım, beddua yerine; “Ya Rab! Madem Isparta Risale-i Nur’un bir Medreset-üz Zehrasıdır, sen oradaki fena memurları dahi ıslah eyle ve hüsn-ü akibet ver” diye dua eyledim ve ediyorum. Kastamonu Lahikası, s. 139.
Şimdi en çok bildiğimiz ve devamlı ahkam kestiğimiz konuya gelelim. Bir insanın seçme ve seçilme gibi en temel bir hakkının elinden alınması; demokrasi, hak ve özgürlük kavramlarıyla kesinlikle açıklanamaz. Bir şahsın bu hakkının elinden alınıp alınmaması meşverette oylama konusu olamaz. Ki eğer bir de hakkı alınacak şahsiyetler bu hizmetin ve Üstadın hakiki varisleri olan Vakıflarsa, bu dünyadaki, şeriatteki, Risalelerdeki hiçbir kanun ve düstura bina edilemez. Eğer edilirse Risalelerin şahsi garaz ve menfaatler adına kullanılması demektir. Bu kararı alan meşveret meşruiyetine ciddi manada zarar vermiştir ve meşveret-i şer’i ünvanı zedelemiştir.
Peki herhangi bir ferdin hakkı ve hukuku toplumu korumak adı altında elinden alınabilir mi? Ki hele bu itham edilen “suçlar”ı ispatlanamamış ve masumiyetleri gayet açık olan Vakıflarsa, onların hizmete müteallik hakları ellerinden alınamaz.
Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez. Mektubat, s. 54.
Gelen gençlik kuru gürültüye, iftiralara, haksızlıklara karşı çok müdakkiktir. Usa vurmadan, propaganda sözleriyle yanılmaz. Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine ve özelde cemaatimize fitne sokmaya çalışan baykuşlar korksunlar ki nur bu gençlikle birlikte geliyor. Eğer yok olmak istemiyorsak gençlerin gidişatını çok iyi izlememiz gerekiyor, yoksa gelecek kuşakta yalancılıkla ve kötü olarak yad edilmek tehlikesi vardır. Gençlerden korkarak bir yere varılamaz. Gelen Nur gençliği hizmet, insanlık ve gerçek “demokrasi” için bütün gayretiyle çalışacak Üstadın müjdelediği gençliktir. Gelen Risale-i Nur gençliği her şartta haksızlığın karşısında ve hakkın yanındadır.
Son olarak, bu yapılan haksızlıklara taraftar olmak değil, yapılan zulümlerin karşısında olmamakla da mes’ul duruma düşeriz. Eğer önümüzde bir cinayet işleniyor olsa, o durumda tarafsızlık diye bir seçenek söz konusu değildir. Eğer cinayete engel olmaya çalışmazsan cinayeti hoş görmüş olursun ve otomatik olarak cinayete taraftar olmuş olursun. Vakıflık müessesesi üzerinde oynanan oyunların farkına varmamız lazımdır. Yapılan ithamlar tahkik edilmeden, sorgu ve sualsiz kabul edilmemelidir. Hizmet fikri olan abi ve kardeşlerim de tahkik ve tetkik etmeden sadece hatır-gönül işleriyle karar vermemelidirler ve yapılan hatanın telafisi için birlik olmalıdırlar. Bu dakik problemlerin çözüme kavuşması için de, tek amacı Risale-i Nur hakikatlerinin neşri olan ve meseleleri Vakıflara yönelik iftiralar merkezinde ele almayan bir şahs-ı manevinin toplanıp mevcut problemler üzerinde açıkyüreklilik, açıksözlülük ve hoşgörüyle düşünüp tartışması gerekmektedir.