Türkiye, sürekli patlamaların yaşandığı bir ülke haline gelmeye başladı. Yine de şükür ki Filistin, Irak veya Suriye kadar durumumuz kötü değil ama çok iyi de değil. Her şeyin normal seyrettiği bir vakitte, bir anda, bir bomba patlayabilir. Bir parti mitinginde, tren garında, turistik bir mekânda, Emniyet Müdürlüğü yanında, merkezi bir caddede, şehrin meşhur bir meydanında, köprüde, havalimanında, düğünde, otoparkta, stadyum yakınında, halk otobüsünde… Örnekleri çoğaltmak mümkün ve hepsi de gerçek örneklerdir. Yakında kırmızı üçgen çerçeveli “dikkat bomba tehlikesi” manasına gelen levhalar bile piyasaya sürülebilir.
Durum çok ciddi, buradan mizah çıkmaz. Ancak bu hâle sürekli ağlayacak da değiliz. Bombalı saldırıların veya intihar saldırılarının nedenini ve çözüm yollarını sorgulamıyorum. Birileri çokça yapıyor ve yapmalılar da zaten. Ben bu yaşananlardan benim hisseme ne düşüyor ona bakmaya çalışıyorum.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri lezzet almak için düşüncemizi güzelleştirmemizi Hakikat Çekirdekleri’ne yazmış. Bunun için de güzel görmemiz veya benim anladığım kadarıyla hikmeti görmemiz gerektiğini en baş kısımda tutmuş.
Hikmeti görüp ibret almakta zorlananlar çevrelerinden yardım alabilirler. Mesela annenizden, eşinizden veya kardeşinizden vs. Evden çıkarken bize “aman dikkat et”, “kalabalıktan uzak dur”, “tehlikeli yollardan gitme” demiyorlar mı? Demiyorlarsa acilen sizi seven insanlar edinin. Eğer Japonya’da çalışıyorsanız sizi sevseler dahi demezler. Ya da Kırşehir’de tarlada çalışıyorsanız da demezler, oralarda bomba, patlama ve terör ne gezer?!
Doğrudan ölümden bahsedilmesinin bizi germesi gibi sürekli yapılan “dikkat et” telkinleri de bizi sıkabilir. Önemli nokta şu ki bizler ölümün adem, hiçlik, idam ve tesadüf değil bir terhis veya tebdil-i mekân olduğunu biliyoruz. Bilmiyorsak da bilelim. “Nasihat istersen ölüm yeter” deniliyor. Birazcık düşündüğümüzde hakikaten de öyle. İman edenler olarak bizi her türlü günahtan ve dünya sevgisi gafletinden sadece biraz sonra öleceğimiz düşüncesi kurtarır. Misalen çok sevdiğiniz bir yiyecek var önünüzde ve birisi de kafanıza silah dayamış “seni öldüreceğim” diyor. Afiyetle o yiyeceği yiyebilir misiniz?
Zannımca ölümü çok sık unuttuğumuzdan dolayı kaderin fetvasıyla terör gibi çeşitli musibetler başımızdan eksilmiyor. Şualar’da belirtildiği gibi “kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtar” olan akıl, tevhid sırrını kaçırıp şirk ve küfre düşse “geçmiş zamanın elim hüzünlerini ve gelecek zamanın vahşi korkularını insanın başına toplattıran meş’um ve sebeb-i taciz bir alet-i bela olur.” Evet, ortada bir kaos varsa bunun yüzlerce sebebi olabilir. Önemli olan nefsimize düşen hissesi nedir diye kendimize sormak. Aklımızı biraz çalıştıracağız ki hayvandan farkımız ortaya çıksın. Çokça kafa yoracağız ki bu musibetler neden bizi buluyor anlayalım.
Rüyada bir Hitabe‘de geçen, “Musibet şerr-i mahz olmadığı için bazen saadette felaket olduğu gibi, felaketten dahi saadet çıkar” sözü musibetlerin Müslümanların yaşadığı topraklarda hiç bitmeyeceğini bana fısıldıyor. İmtihan sona erene kadar musibetler hiç bitmez, eksik olmaz. Bu musibetlerden dersler çıkarıp çok elem çekmemekte bizim işin hikmetini fark etmemizle alakalı işte. Kastamonu Lahikası‘nda Risale-i Nur’un dairesine sadakatle girenler için şöyle denilmiş:
Çünkü bunlar Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkiki derslerinin nuruyla ve gözüyle her şeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemal-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-i İlahiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki elem ve azap çeksinler.
- Hilal ile hilalin savaşı - 15 Mart 2019
- İslam’da veganlık - 23 Kasım 2017
- Nur Menzilleri (Batı-2017) - 11 Temmuz 2017