Dokuzuncu Söz’de namazın rükünlerinin mana ve hakikatleri-4: kuûd

Dokuzuncu Söz’de namazın rükünlerinin mana ve hakikatleri-4: kuûd

DOKUZUNCU SÖZ’DE namazın üç rüknü (kıyam, rükû ve secde) farklı vakitler bağlamında çeşitli açılardan tafsilli bir tarzda izah edilirken kuûdun tarif ve tasviri ise tek bir yerde mücmel olarak yapılmıştır. Sadece akşam vaktinde beyan edilen kuûdun hakikatine dair şu ifadelere yer verilmiştir:

Teşehhüd edip oturup bütün mahlûkatın tahiyyât-ı mübarekelerini ve salavât-ı tayyibelerini kendi hesabına O Cemîl-i lemyezel ve Celîl-i lâyezâle hediye edip ve Resul-i Ekrem’ine (asm) selam etmekle bîatını tecdid ve evamirine itaatini izhar edip ve imanını tecdid ile tenvir etmek için şu kasr-ı kâinatın intizam-ı hakîmanesini müşahede edip Sani-i zülcelalin vahdaniyetine şehadet etmek; hem saltanat-ı Rubûbiyetin dellâlı ve mübelliğ-i marziyâtı ve kitab-ı kâinatın tercüman-ı âyâtı olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselamın risaletine şehadet etmek…

Kuûd, teşehhüdünde öncelikle Mirac-ı Ekber’deki Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam ile Allah arasındaki konuşmaların hatırlandığı bir rükündür. Ettahiyyatü duasında okunan Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın Mirac-ı Ekber’inde Allah’a hitaben selam manasında söylediği dört mübarek kelime Dokuzuncu Söz’de tahiyyât-ı mübareke ve salavât-ı tayyibe terkipleriyle vurgulanmıştır. Namaz kılan kişi –Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamı örnek alarak– bütün varlıkların her türlü marifet, muhabbet, dua ve ibadetlerini kapsayan bu mübarek sözleri namazının kuûdunda külli bir şuur ve niyet ile tekrar etmektedir.

Kuûd Cemîl-lemyezel ve Celîl-i lâyezal olan Allah’a muhatabiyet makamı olmasının yanı sıra Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselama biat tazeleme vaktidir. Bu anlamda her namaz ve namazdaki kuûd kelime-i şehadetin tekrar edildiği dolayısıyla imanın hem tazelendiği (tecdid) hem de parlatıldığı (tenvir) en kıymetli ânlardır. Yukarıdaki kûud tarifinde Allah’ın birliğine (vahdaniyet) şehadet etmenin kâinatın düzen ve sistemine şehadet etmek manasında şuhudi bir iman olması gerektiği de vurgulanmıştır. Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın peygamberliğine (risalet) şehadet etmekte ise üç muhatabiyete dikkat çekilmiştir; i) saltanat-ı rububiyetin dellâlı, ii) mübelliğ-i marziyat, iii) kitab-ı kâinatın tercüman-ı âyâtı. Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam öncelikle tevhid ve vahdaniyet hakikatine yani Allah’ın varlığı, birliği ve her şeyin her ân Onun tarafından yaratıldığı gerçekliğine en mükemmel bir tarzda şahitlik etmiş ve bunu tüm kâinata tüm kâinatı şahit göstererek ilan etmiştir. Daha sonra Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam Kur’an-ı Kerim ile Allah’ın rızasının neler olduğunu hem beyan etmiş hem de o marziyat istikametinde istikrarlı bir hayat sürmüştür. Üçüncü olarak ise kâinatın da Kur’an gibi okunması gerektiğini, her şeyin ve her değişimin birer tekvini ayet olduğunu öğretmiştir. Bu anlamdaki bir namaz ve namazın kuûdundaki tevhid ve risalete şehadet ise ezeli kelam olan Kur’an’ın hakikatlerine ve kudret ayetleri olan kainatın gerçekliklerine istinat edebildiği nispette bir anlam ve derinlik kazanmaktadır.

Dokuzuncu Söz’de teşehhüd ve tahiyyat hakikati mücmel olarak ifade edilse de Bediüzzaman Said Nursi tahiyyat duasındaki dört mübarek kelimenin hakikatlerini üç eserinde (Altıncı Şua[1], On Beşinci Şua[2] ve Nur Âleminin Bir Anahtarı’nda[3]) birbirini tekrar etmeyen farklı perspektifler ile izah etmiştir. Altıncı Şua’da tahiyyatın hülasasının mübarekat, mübarekatın hülasasının salavat ve salavatın hülasasının da tayyibat olduğuna dikkat çekilmiştir. Tahiyyattın zihayatlarda, mübarekatın zihayatların menşelerinde, salavatın ziruhlarda ve tayyibatın da kâmil ziruhlardaki ubudiyetkarane hâllere işaret ettiğine de dikkat çekilmiştir. Nur Âleminin Bir Anahtarı’nda ise dört unsurdan toprak unsurunun tahiyyat, su unsurunun mübarekat, hava unsurunun salavat ve nur (ve nar) unsurunun da tayyibat dualarının külli dilleri oldukları vurgulanmıştır.

Bediüzzaman’a göre toprak, su, hava ve nur/nar birer ilahi arş mahiyetindedir:

Zat-ı Zülcelal olan Sahib-i Arş-ı Âzamın manevi bir merkez-i âlem ve kalb ve kıble-i kâinat hükmünde olan küre-i arzdaki mahlûkatın tedbirine medar dört arş-ı ilahîsi var: Biri hıfz ve hayat arşıdır ki topraktır. İsm-i Hafîzin ve Muhyînin mazharıdır. İkinci arş fazl ve rahmet arşıdır ki su unsurudur. Üçüncüsü ilim ve hikmet arşıdır ki unsur-ı nurdur. Dördüncüsü emir ve iradenin arşıdır ki unsur-ı havadır.[4]

Bu açıdan düşündüğümüzde et-tahiyyatü dediğimizde hıfz ve hayat arşı manasındaki toprak unsurunda gerçekleştirilen ilahi faaliyetlere ve ubudiyet hallerine odaklanarak tefekkür etmeliyiz. El-mübarekatü kelimesi fazl ve rahmet arşı olan su ile açılan tüm bereket kapılarını akla getirmeli ve onların ibadetlerine ayna olmalıdır. Es-salavatü kelimesi emir ve iradenin arşı olan hava sayfasındaki akılları hayrette bırakan ilahi tasarruflara odaklanmamızı sağlamalıdır. Et-tayyibatü kelimesi de ilim ve hikmet arşı olan nur unsuruna inkılap etmiş en yüksek kulluk hallerinin ve ibadetlerin farkındalığını netice vermelidir.

Tahiyyat: Bediüzzaman tahiyyatı bu üç eserinde tesbihat-ı hayatiye, fıtri hediyeler, ibadât-ı fıtriyeler, hayat hediyeleri ifadeleriyle tabir etmiştir. Ona göre zihayatların hayatlarının hal dilleriyle yaptıkları ve bir nevi “hayatlarının fiyatı”nı yaratıcılarına kulluklarıyla takdim edercesine sundukları bu fıtri ibadetler tahiyyenin zengin ve geniş anlam dünyasını oluşturmaktadır. Bediüzzaman On Beşinci Şua’da tahiyyenin daha iyi anlaşılması için “harika makine” temsilini kullanmıştır. Harika bir makinenin bir taraftan görenlerce ustasının alkışlanıp methedilirken diğer taraftan makinenin kendisinin de mükemmel bir şekilde çalışmasıyla hâl diliyle ustasını alkışlayıp methettiğini vurgulamıştır. Bunun gibi bir makineden çok daha muhteşem ve mükemmel bir tarzda vazifeler gören her bir zihayat da sanatkarı ve halıkı olan Allah’ı hâl diliyle methetmektedir ki bu ise tahiyyenin hakikatidir. Bediüzzaman’a göre her bir zihayat farklı bir tahiyye kelimesi iken toprak unsuru da bu kelimelerin dili mahiyetindedir.

Mübarekat: Bediüzzaman “mübarekat alemi”, “zihayatın hülasası olan mahluklar” şeklinde nitelediği bütün nutfeler, yumurtalar, tohumlar, çekirdekler ve danelerin tebrik vesilesi olup barekallah ve maşallah dedirdiğini belirtmiştir. Ayrıca “masum yavrucuklar”, “mübarek mahzencikler, sandıkçıklar” ifadelerini kullandığı bu varlıkların hem fert hem de nev olarak birden uyandırılışına ve yaratılış gayesine koşturulmasına dikkat çekmiştir. Bu sürecin ise on beş dil (nizam, mizan, tanzim, tevzin, temyiz, terbiye, tefrik, tezyin, tasvir, ihtilaf, nakışlar ve zinetler, kokular ve tatlar, kesret, sürat, vüsat) ile Allah’ın sonsuz kudretini ve ilmini gösterdiğini de vurgulamıştır. Allah su unsurunu mübarekat aleminin uyandırılışına ve vazifelerine sevk edilmesine vesile kılmıştır. Bu manada su unsuru külli ve azametli bir tesbihatın dili/lisanı olmaktadır. Bediüzzaman bu harikulade yaratılış faaliyetinin hal dilinin trilyonlar ve katrilyonlar sayısınca el-mübarekatü kelimesi hükmünde olduğuna dikkat çekmiştir. Buna hakikate binaen Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam bu mübarek kelimeyi Mirac-ı Ekber’inde söylerken bu gibi külli manalarını kastederek ve niyet ederek söylemiş olmalıdır.

Salavat: Bu mübarek kelimeyi dualar, niyazlar, recalar, şükürler, ibadetler, namazlar, salavatlar olarak geniş bir manada yorumlayan Bediüzzaman es-salavatü duasının hem el-mübarekatü’nün hülasası olduğu hem de zihayatın hülasası olan bütün ziruhlar ve zişuurlar tarafından yapıldığını belirtmiştir. Bu mübarek kelimenin kapsamındaki katrilyonlar belki kentrilyonlarca ibadet çeşitlerinin külli dilinin ise hava unsuru olduğunu vurgulamıştır. Buna binaen hava zerreleri ve onlara kaydedilip neşredilen kelimeler sayısınca zikirler, şükürler ve ibadetler es-salavatü ifadesinin kapsamında niyet ve tasavvur edilerek dergah-ı ilahiye takdim edilmelidir.

Tayyibat: Tayyibatı salavatın hülasası olarak değerlendiren Bediüzzaman bu mübarek kelimenin ziruhun hülasası olan “kâmil insanlar ve melaike-i mukarrebîn”in “nurani ve yüksek ibadetleri” olduğunu belirtmiştir. Ayrıca tayyibat ehli olan kâmil insanlar ve melaike-i mukarrebîn camiasını ise “ehl-i marifet ve iman ve külli şuur sahibi olan ins, cin, melek ve ruhaniler” olarak daha geniş manada da yorumlamıştır. Tayyibatın manası olan nurani ve yüksek ibadetler kapsamında ise “iman, marifet, tasdik, hamd, sena, medih, ubudiyet, hasene, hayır, kemalat” gibi ubudiyet hallerini zikretmiştir. Tayyibatın “cami istidatlar, harika cihazlar, dekaik-ı ilmiye” ve “aşk ve şevkle yapılan külli ubudiyetler” olduğunu da belirtmiştir. Bediüzzaman’ın et-tayyibatü kelimesini şu mana ve hakikatler çerçevesinde kapsamlı bir tarzda yorumlamıştır:

  • Güzel sözler
  • Güzel manalar
  • Harika güzel cemallar
  • Kainatın ve mahlukatının güzellikleri
  • Kainatın yüzünde cemalleri görünen ezeli esma-i hüsnanın cilveleri
  • Dünyanın üç yüzünden gayet güzel olan esma-i ilahiyeye ayinelik eden birinci yüzündeki sayısız güzellik ve tayyibeler
  • Dünyanın ahiretin tarlası olan ikinci yüzündeki sayısız hasenat, hayırlar, manevi meyveler ve güzellikler
  • Parlak iman ve geniş marifetler ve meth ü senalar
  • Ehl-i imanın imanlarından doğan güzel sözler, hamdler, şükürler, tevhidler, tehliller, tesbihler, tekbirler
  • Enbiyalar, evliyalar, asfiyalar ve bütün ehl-i imanın imanları
  • Arş-ı azam tarafına giden bütün kelimat-ı tayyibe

Hülasa, kuud üç rüknün (kıyam, rükû, secde) imtizac etmiş bir hâli gibidir. Kuudda, kıyamdaki dik duruş ve izzet, rükûdaki eğiliş ve tevazu, secdedeki toprağa yakınlık ve mahviyet cem edilmiştir. Kuudda Allah’a ve Resulü aleyhissalatü vesselama iman tazelenir. Bu rüknün teşehhüdünde namazın her müslüman için bir miraç olduğu hakikati Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın Mirac-ı Ekberindeki konuşmalar muvacehesinde hatırlanarak idrak edilir. Dergah-ı ilahiyeye cüz’i ubudiyet takdim edilirken kainattaki tüm manevi kulluk hediyelerini sunmayı istemek gibi bir külli niyet sahibi olunduğu da gösterilir. Ayrıca Allah’ın sonsuz zenginliği ve her şeyden müstağni olduğunun da farkındalığı olan külli bir itikad ile ilahi huzurda emre amade oluşun yüksek halleri de istidat ve kabiliyetler nispetinde sergilenir.


[1] Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, 6. Şua, http://www.erisale.com/#content.tr.4.132

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, 15. Şua, http://www.erisale.com/#content.tr.4.788

[3] Bediüzzaman Said Nursi, Nur Âleminin Bir Anahtarı, http://www.erisale.com/#content.tr.10.493

[4] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 28. Lem’a, 20. Nükte, http://erisale.com/#content.tr.3.452

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.