Risâle-i Nur’un dost, kardeş ve talebe dairesine girenlerin ihmâl etmemesi gereken vazifelerinden biri de namaz tesbihâtıdır. Namaz tesbihâtını her hal ve şartta yapabilmek ise, onu ezberlemekle mümkündür. Namaz tesbihâtı bütün bölümleriyle az bir gayretle iki-üç günde rahatlıkla ezberlenir. Gençliğimizde bu ezber meselesini ihmâl edersek, tesbihâtı bir ömür boyu kitapçığa bağlı kalarak yapmak zorunda kalırız.
Aziz Üstadımız namaz tesbihatını tarikat-ı Muhammediye (asm) olarak nitelendirmiştir. İmam-ı Rabbânî Hazretleri de seyr-i sulûk-u ruhânîde en parlak, en nurani sözlerin Hz. Muhammed’den (asm) mervî sözler olduğunu ifade etmektedir. Öyle ise namaz sonrasında, Asr-ı Saadetten bu zamana, hatta kıyamete kadar gelen ümmet-i Muhammediye içinde Hz. Muhammed’in (asm) riyaseti altında küllî bir daire içindeki şahs-ı maneviye dâhil olarak, küllî ubudiyete mazhariyet için namaz tesbihatına büyük önem vermeliyiz.
Hizmetle ilgili işler dahi tadil-i erkân ile namaz kılmaya ve tesbihatı ihmale bahane olmamalıdır.
Namaz tesbihatının ruhları cezbeden manevi etkisine dair bir hadiseyi paylaşmak istiyorum. Geçmiş yıllarda birkaç arkadaş, birlikte ev tutarlar. Gayeleri, hem Nur Risâlelerini okuyarak manevi feyz almak, hem de namaz tesbihatlarını düzenli olarak yapmaktır. Ev işlerini taksimü’l-a’mâl ile paylaştırıp, günlük-haftalık temizlikleri aksatmadan yaparlar. Dışarıdan gelen insanlar, her yeri tertemiz olan ve düzenli bir hayatın yaşandığı bu bekâr evini görünce hayretlerini dile getirirler.
Bu Nur talebeleri; “Bir tek adam seninle hidayete gelse, sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır” hadis-i şerifinin ifade ettiği mana gereğince, kendilerinin manevi dertlerine derman olan Nur Risâlelerinden istifade etmesine vesile olmak için Kemal ismindeki arkadaşlarını da evlerine misafir etmeye karar verirler. Evde kalmayan başlayan Kemal, alınan karar gereği, hiçbir ev işine karışmaz. Kemal ile zaman zaman sohbet edilerek ilgilenilir. Fakat ders vermek kastıyla değil, fıtrî sohbetlerdir bunlar. Kemal’in namaz bilinci yoktur. Namaz vakitlerinde evde herkes namaz kılarken, Kemal’in de kılması için ısrar edilmez. Yapılan yalnızca lisan-ı hâl ile örnek olmaktır.
Bir gün sabah namazı kılınmış ve tesbihat yapılmaktadır. Misafir Kemal yine namaza kalkmamış, yatağında yatmaktadır. Sabah tesbihatını yapan kişi bir yerde tesbihatı karıştırır; Kemal yorgandan başını kaldırır, tesbihatın doğrusunu hemen hatırlatır. Arkadaşlarına der ki: “Kardeşim! Siz nasıl insanlarsınız, bana bugüne kadar namaz kılmam için ısrar etmediniz. Ben bu günden sonra sizinle birlikte ibadetlerimi yapacağım.”
O günkü sabah namazı, Kemal için yepyeni bir başlangıç olur. Kemal, o zamana kadar hiçbir namaza kalkmadığı halde her sabah tesbihatı dinlemiş ve ezberlemiştir.
Bu yaşanmış hadise ispat etmektedir ki, tesbihatın manevi bir cazibesi var.
Namaz tesbihatındaki “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin bi adedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ” üç defa tekrar edilerek, Peygamberimize (asm) dert ve devâlar adedince salât ve selâm getirilmesi, her tesbihat yaptığımda dikkatimi çekmekte, hastalık ve şifaların sınırlı sayıda olabileceği zihnimi kurcalamaktaydı. Bu salâvâtın nasıl bir külliyeti ifade ettiğini hakkıyla idrak etmek istiyordum. Şifahanede kaldığım günlerde bu dert ve devâların nasıl küllî bir mana ifade ettiğini az da olsa anlama fırsatı buldum. İnsan, âlemi ancak kendi penceresinden görüyor.
Hiç hastalık çekmeyenler, her gün binlerce insanın hastanelerde dertlerine devâ aramasını ve Şafi-i Hakikî’nin onlara şifa ihsan etmesini anlayamıyor. On doktorun ortalama 100 vizite yaptığı küçük bir poliklinik bile günlük ortalama bin (10 x 100=1000) kişinin derman merkezidir. Yeryüzündeki altı milyar insandan yüz milyonlarcası günlük hastanelere müracaat ederek dertlerine devâ aramaktadırlar.
Dert ve devâlar, sadece hastanelerle sınırlı değildir. Yeryüzü hastanesi ve eczanesinde sayısız dertlere devâlar sunulmaktadır. Dert ve hastalıklar, belki belirli sayıda olduğu düşünülebilir. Fakat devâ ve âfiyetlerin herhangi bir sınırı yoktur. Hastalanmayan her bir insan ve mahlûkatın hayatı, deva ve sağlıkla devam etmektedir. Ömrümüzün sağlıkla geçen günleri de, hastalık sonrası devaya mazhariyetle geçen günler gibi devaya mazhardır. Demek devâlı günler hastalık öncesini ve sonrasını kapsamaktadır.
Tesbihatta küllî dert ve devâları nazara almak gibi pek çok tefekkür sırları vardır. Cenâb-ı Hak, tesbihâtı şuurlu bir şekilde yapmayı bizlere nasip etsin. Şirket-i mâneviyeden hissemizi ziyade eylesin.
Âmin.
- Risale-i Nur’la Kur’an hizmetinde taksimü’l a’mal - 21 Ocak 2015
- Ben Ömer’in kulağıyım - 28 Haziran 2014
- Ben Ömer’in gözüyüm - 8 Haziran 2014