Biz insanlara akıl ve şuur verilmiş. Diğer canlılardan farklıyız bu sebeple. Ama ne oluyor da aklı ve şuuru olmayan tüm canlılar görevlerini aksatmadan tam yerine getirebilirken biz insanlar bunca üstün yeteneklerimize rağmen görevlerimizi hakkıyla yapamıyor, aksatıyor, hatalı davranıyor ve eksikliklerden bir türlü kurtulamıyoruz?
İnsan ne olduğu, neler yapabileceği, güçlerinin ve kuvvetlerinin neler olduğu hakkında -kimisi mesleği itibariyle, kimisi edindiği bilgilerle ve kimisi de sadece konuşmak için- insan hakkında bir sürü doğru/yanlış tanımlamalar yapar. Bilgilerini çevresine aktarır.
Yine insan yaratılışı gereği diğer tüm canlılardan üstün bir varlık olarak aklı sayesinde geçmiş, bugün ve gelecek hakkında araştırmalar yapar. Sadece insanın yapısını çözebilmek için bir çok bilim dalı (tıp, genetik, psikoloji vs.) ve bunların uygulanımı için birçok teknolojik cihazlar yine insanlar tarafından keşfedilmiştir. Bunun sonucunda da farklı bir çok meslekler (doktor, biyolog, mühendis, hemşire, öğretmen vs.) ortaya çıkmıştır.
İnsanlar zamanının çoğunu bilgisini artırmak için okuyarak ve araştırarak, fizyolojik ihtiyaçlarını gidermeye ve güvenliğini sağlayabilmeye çalışarak geçirmelidir. Çünkü insanlara akıl ve şuur araştırmak, keşfetmek ve niçin dünyaya gönderildiğini anlayabilmek için verilmiştir. Bu insanın fıtratına ve genlerine konulmuş; biz insanlara nice sorumluluklar yüklenilmiştir. Her anımızı değerlendirmek ve değerli işlerle geçirmekle mükellefiz.
İnsana ancak çalıştığı vardır. [Necm, 53/39].
İnsan kasibdir (iradesi ile işi kazanır). Yüce Allah da işi yaratır. Bu dünya bir imtihan âlemidir. Yüce Allah hikmeti gereği olarak insanlara güç ve kudret vermiştir. Bu sebeple de kulu sorumlu ve yükümlü tutmuştur. İnsan yaratıcısının bu ihsanını hayırlı işlere harcarsa hayır (mükâfat) görür. Kötülüğe harcarsa azaba düşer. Bunun için insanların görevleri kendi hayatlarını kurtarıp parlak bir hayata kavuşmak için hem dünyaya, hem de ahirete ait işlerini güzelce yapmaya çalışmaktır. Yoksa: “Kaza ve Kader ne ise, o meydana gelir” deyip bu çalışmayı terk etmek asla caiz olamaz. İslam dini tembelliğe ve gevşekliğe cevaz vermez. [Büyük İslam İlmihali, s. 37].
Kur’an’da çalışmak, araştırmak üzerine birçok uyarılar vardır biz insanlara. Sadece Kur’an’da değil; gelmiş geçmiş birçok veliler ve âlimler de bu konuda Kur’an’dan feyiz alarak hünerlerini ortaya koymuşlar, insanların çalışması ve araştırmaları hakkında. Evet, çalışmanın ve araştırmanın ne derece önemli olduğunu biliyoruz, ama üzerimize düşeni gerektiği gibi yapıyor muyuz? Bu soruyu hem aklımıza hem de vicdanımıza soralım. Çünkü bazen akıl yanıltabilirken, ölmemiş bir vicdan ise asla yanılmaz ve yanıltmaz.
İşte son zamanlarda herkesin yapabildiği ve kendine bir nevi “meslek” edindiği bu şey boş vakittir. İnsana verilen ömür sermayesini birçoğumuz –bir ahirzaman hastalığı manasında- internet, facebook, whatsapp, twitter, youtube, tv gibi sanal ortamlarda tüketiyoruz. Zamanını boş geçirmek konusunda öyle uzmanlaşanlar var ki günün yarısı olan gündüz ona yetmediği gibi, diğer yarısı ve uyku için ayrılan kısmı olan gecenin geç vakitlerini bile çalıp vücudunu ve ruhunu, hatta hayallerini bile bu yolda sarf ediyor. Kaçırmamak için gününü ve saatini adeta beynine kazıdığı diziler ve filmler uğruna ahiretin elmasları harcanıyor. Bir de izlemekle kalmayıp seyrettiklerini çevresine büyük bir marifetmiş gibi anlatanlar da cabası…
Sonra lüzumlu işlerin vakti geliyor. İşte o zaman işini yapması gerekenler asli vazifesini yapamıyor, belki usanç gösteriyor; yapsa da ucundan tutarak yapıyor. Öğrenci ise sınavlarına çalışmadan giriyor. Okuluna kalkamadığı için gidemiyor. İbadetini aksatıyor, son vakte kadar erteliyor, hatta mazereti varsa terk ediyor. Sorumluluğu dâhilinde olan başka işlerini de yetiştiremiyor. Okunması gereken kitaplar okunamıyor. Fakat yine de bazı insanların bilgi düzeyi çok ileri (!) seviyelerde; öyle ki her konuşmaya, eleştiriye, kimin ne olduğunun tanımlamasını yapmaya, herkese cevap yetiştirmeye, kısaca gevezeliğin her türlüsüne maharetli bir profil çiziyor. Sonuçta insan nelerle meşgul oluyorsa kabiliyetleri ve latifeleri de o yönde gelişiyor.
Evet, Üstad da bu konuda birçok kaideler söylemiş ve onların bazılarında şöyle söylemiş:
Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut ta zîhayat ve dünya dairesine kadar birbiri içinde daireler var. Her bir dairede her bir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasib- vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, malayani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harb boğuşmalarını merak ile takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur. [Asa-yı Musa, s. 20]
Meşagil-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzuli bir surette karıştığın ve karıştırdığın malayani meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz malûmat ile vakit geçiriyorsun. [Sözler, s. 271]
İnsan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. [Lem’alar, s. 206]
İşte biz tekrardan aklımızı gerçekten başımıza alıp mukayesemizi tekrardan yapıp, asli mesleğimiz neyse onu yapmaya çalışmalıyız. Bırakın zamanını boş –fani- şeylerle geçirmek isteyenler istediği gibi geçirsinler. Önemli olan kişinin kendisinin ne yaptığıdır. Bu sebeple bizler asıl vazifemizi yapmakla meşgul olmalıyız.
Ancak o zaman insan da diğer canlılar gibi hiç aksatmadan vazifesini yapabilir.
Ancak o zaman ağlayanlar gülebilir.
Ancak o zaman göç edenler göç etmeyebilir.
Ancak o zaman işsizler bir iş sahibi olabilir.
Ancak o zaman vatanını terk etmeye mecbur kalanlar vatanına gülerek dönebilir.
Ancak o zaman herkesin dört gözle beklediği nurlu nesiller yetişebilir.
Ancak o zaman hizmet etmek isteyenler gerçekten hizmet edebilir.
Ancak o zaman başkalarını eleştirenler de hakkıyla eleştirebilir.
Ancak o zaman çocuklarımız beklediğimiz yarınların tohumları olabilir.
Ancak o zaman devletimiz ve milletimiz her yönüyle medeniyet yolunda ilerleyebilir.
Ancak o zaman ilişkilerimiz düzelebilir ve sosyal bağlarımız kuvvetlenebilir.
Ancak o zaman “bir”lerimiz çoğalabilir.
İşte ancak o zaman…