Tohum

Tohum

İngiltere’de bir vakıf uluslararası çapta faaliyet gösteren Milenyum Tohum Bankası (Millenium SeedBank) Projesi geliştirmiş. Projenin amacı, tohumların yok olma riskine karşılık dünyadaki mevcud tüm bitkilerin tohumlarını saklamak ve gelecek kuşaklara aktarmak. Proje insanlık için gerekli midir, değil midir yeterli bilgiye sahip alanında uzman kişiler tartışabilirler. Projeyi başlatanlar bitkilerin yok olmaması gerektiğini düşünüyor ki böyle bir uğraşta bulunuyorlar ve %25’e yakın bir başarı elde etmişler.

Türkiye’de bu banka fazla gündeme gelmedi (geldiyse de görmedim) ama benzer bir uygulamanın pandalar için yapıldığı birçoğumuzun malumudur.

wwf

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye) 2015 yılında yayınladığı İklim Değişikliğinin Türler Üzerindeki Etkisi Raporu’nda pandaların sayısını 1.864 olarak belirtiyor. Ana besin kaynağı bambu olan pandalar ormancılık faaliyetleri, inşaat ve turizm gibi etkenlerden dolayı tehdit altında. Özellikle pandalar için WWF, Çin’in Sichuan, Gansu ve Shaanxi eyaletlerindeki toplam altı tabii alanda çeşitli çalışmalar yürütüyor. Sadece pandalar için onlarca kişi seferber oluyor.

Örneği bilindik olsun diye pandalar üzerinden verdim ama pandalar gibi binlerce hayvan ve bitki türü tehdit altında. Milyonlarca insan da hem para hem de emek harcayarak bu türleri korumaya çalışıyor. Tabiatı korumak ve gelecek nesillere aktarmak adına faaliyette bulunan çok sayıda kuruluş var ve çoğu da uluslararası faaliyetlerde bulunuyor.

Dünyanın tabii çevresinin bozulmasını durdurmak ve insanların tabiatla uyum içinde yaşadığı bir gelecek kurmak için çalışan vakıfların faaliyetlerini okuduğunuzda hemen gönüllü olasınız geliyor. İşte tam o anda bir şimşek çakıyor kafamda. Oluşan tehditlere bakıyorum da tamamına yakını insandan kaynaklanıyor. Peki, insan sadece tabiata mı zarar veriyor? Tabiata verilen zararı ölçmek kolay. Şu kadar hayvan yok oldu, bu kadar ağaç kesildi vs. Peki, ne kadar insanın kalbi kırıldı? Elde sadece vefat edenlerin, yetim-öksüz kalanların listesi var. Ne kadar insan mutsuz ve ne kadar mutsuz, nasıl ölçeceğiz?

mezhep savaşları

Bitkilere, hayvanlara ve insanlara yani kendimize verdiğimiz zararları anlatarak yazıyı karamsar bir şekilde sürdürmek istemiyorum. Beni yeis bataklığına çeken karamsar tablo karşısında Hutbe-i Şamiye’den aldığım el-emel dersi imdadıma yetişiyor. Rahmet-i İlahiye içimdeki ümit tohumumu yeşertmeye başlıyor. Nasıl Avrupa’daki meşhur mezhep savaşları son bulup huzur ortamı tüm Avrupa’ya egemen olduysa aynen öylede İslam coğrafyasına da huzur çok uzaklarda değildir umarım. Huzur kapısının anahtarı çevreci kuruluşlar gibi yapacağımız ihlaslı çalışmalarda saklı.

Geniş daireden bakarsak mevcud mezhepsel çatışmalardan ve vefat eden insanlardan; dar daireden bakarsak dini gruplar arasındaki mevcud sorunlardan ve İslam’ın yanlış anlaşılmasından her birimiz küçük veya büyük derecede mesulüz. İttihad-ı İslam’ın sağlanması için büyük çaba gösteren vicdanı rahat kardeşlerimize ne mutlu ama yetmiyor ve yetmediği ortada. Müslümanlar arasındaki sorunlar bitse bile Afrika’nın bir dağındaki iki gayrimüslim kabilenin arasındaki savaşı bile nihayete erdirmek en başta bizim ödevimiz değil mi?

Savaşları bitirmek, yeni savaşlara ve düşmanlık hislerine mahal vermemeyi gerektiriyor. Düşmanlık hissi insanlara gerek televizyon gerekse kötü çevreyle veya aileyle aşılanıyor. Ailedeki ahlaki eğitim çok önemli bir yer teşkil etmekte. Anne babasına üf/öf diyen bir çocuk, aslında devletine isyan edecek bir tohumu içinde barındırmakta. Doğru ahlaki eğitim verilmezse ailede veya çevrede yetişen bireyler ilerleyen süreçte birbirini ötekileştirmekte, hatta tekfir etmekte.

atom

Teknolojiyi doğru kullanmak çok önemli, doğru kullanılmayan teknolojiyle Hiroşima’daki gibi bir facia yaşanabiliyor. Televizyon ve teknolojinin ilerlemesiyle cebimize kadar giren internet düşmanlık hissimizi artırabiliyor. Misalen spor (takım oyunları) içerikli reklamlarda kardeşliğe veya sporun birleştirici yönüne vurgu yapılır ama taraftarlar arasında hep küfürleşmeler ve kavgalar bulunmaktadır. Reklamların aksine spor (takım oyunları), ağırlıklı olarak ayırıcı bir özellik gösteriyor.

Medya belirli kuruluşların kontrolünde yayınlara devam ederken internette durum farklı. Artık herkesin kendine özel bir kanal açabildiği interneti kontrol etmek çok zor. Başında manevi yasakçı bulunmayan internet kullanıcılarının paylaşımlarını kontrol etmek imkânsız hale geldi. Sorumsuzca yapılan paylaşımlar çok büyük felaketlere yol açabiliyor. Misalen beyaz perde, babasının intihar videosu yayınlanan bir çocuğun yaşadığı psikolojik sorunlar nedeniyle nasıl bir caniye dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Kurmaca bir hikâye olmasına rağmen paylaşımlarımızdan ötürü bu hikâyenin gerçekleşmeyeceğinin ya da bir benzerinin gerçekleşmediğinin kim garantisini verebilir?

Televizyon dizileri, oyunlar veya internetteki popüler sayfalar bize sanal bir dünya oluşturuyor. Yanı başımızdaki savaşları unutturuyor. Kulaklığımız sokağımızdaki silah seslerini duymamızı engelliyor. Sahile vuran insanları görmezden geliyoruz. Üç yaşındaki bir kardeşimizin cansız bedeni kıyıya vurdu, dünyanın konuştuğu bir fotoğraf karesiydi o. Kimileri onu da kalktı kendi siyasetine alet etti. Hangi siyaset bir insan canından daha değerli ki? Her şeye rağmen büyük bir uyanışa vesile oldu bu ve benzeri dramlar. Eleştirdiğim teknoloji doğru kullanıldığında çok büyük yardım kampanyalarına da vesile olduğunu gösterdi.

Başarıya ulaşan bir internet kampanyasına değinecek olursak. Misalen Paris’te 130 kişinin ölümüne neden olan terör saldırısı sonucu ABD’li bir siyasetçi Müslümanların ülkeye girişinin yasaklanmasını istedi. ABD başkanı da dâhil birçok kişi bu siyasetçiye tepki gösterdi. Hatta İngiltere’de yüz binlerce kişi “İngiltere’ye gelmek hak değil, ayrıcalıktır” diyerek adı geçen siyasetçinin İngiltere’ye girişinin yasaklanması için imza kampanyasına katıldı.

ABD’li nefret söyleminde bulunan siyasetçi ve onun gibiler elimizdeki sevgi tohumlarını tüketmek için büyük uğraş veriyor. Düşmanı bize muzaffer kılmayan Rabbimize hamdolsun ama bitki tohumları gibi sevgi tohumları da her an tükenme riskiyle karşı karşıya. Barış, kardeşlik, sevgi tohumlarını korumak ve gelecek nesillere aktarmak adına gönüllülere hem de çok fazla gönüllüye ihtiyacımız var.

Zalim medeniyet insanın ihtiyacı olmayanı da insana ihtiyaç yaptırdı. Bir spor takımını tutmak gerektiği, popüler iki ideolojiden birini seçmek gerektiği, bir diziyi seyretmek gerektiği, yapılan esprileri anlamak için bazı internet sayfalarını takip etmek gerektiği gibi yığınla gereksiz şeyi bize zaruri ihtiyaç kabul ettirdiler. Nefsimizin hoşuna gitti, biz de girdik bu yola. Allah affetsin bu yolda ben de birçok arkadaşımla saçma tartışmalara girip kalp kırdım. Allah nasip ederse kırılan kalpleri tamir etmeliyim ve de etmeliyiz.

iran namaz

Ocak 2015’te İran’da yapılan Vahdet Konferansı’nda Şiiler ve Sünniler bir camide farklı cemaat oluşturup ayrı ayrı namaz kılmışlardı. 2015’in Aralık ayında yapılan Vahdet Konferansı’nda ise Diyanet İşleri Başkanımız Şii imamın arkasında namaza durarak önemli bir adım attı. Bizler de bu adımın devamını atmalıyız. Emeklemekten ziyade koşmalıyız.

Bugün her zamankinden daha çok çalışmalıyız. Mezhep savaşlarını, gruplaşmaları, birbirine sataşmaları sona erdirmek için bugün ve yarın ve kıyamet kopana kadar durmak yok. Her geçen gün ümmetin ittihadını, uhuvvetini, dünya barışını sağlama vakti daralıyor. Ben şu garip halimle ne yapabilirim demek yok. “Zira hastalık duanın vaktidir; şifa duanın neticesi değil.” Hiç değilse bu kötü hava şartlarında tohumlarımızın yeşermesi için dua etmek elimizden gelir. Şifaya, barış ortamına bu dünyada ulaşamazsak bile ahirette ebedi bir huzur bizi beklemektedir. Muzafferiyet Allah’tan deyip gıybetten, yalandan uzak bir şekilde ümitle, ihlasla yola devam etmeliyiz, vesselam…

Tevfik Ertem
Latest posts by Tevfik Ertem (see all)
Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.