Nur Menzilleri gezilerini genel hatlarıyla “Batı ve Doğu” diye iki kategoride isimlendirebiliriz. “Batı” derken Afyonkarahisar, Ankara, Burdur, Denizli, Eskişehir, Isparta ve Konya illerini ve “Doğu” derken Urfa, Batman, Siirt, Bitlis ile Van illerini söyleyebiliriz. Ancak bu kategorileme herkese göre farklılık gösterebilir, bu kategorilerde yer almayan birçok noktada mevcut, İstanbul, Kastamonu, Şam vs…
Ben her fırsatta Nur menzillerine gitmeye çalışıyor ve birçok hatırayı yerinde dinlemeye çalışıyorum. Çünkü, Nur talebeliğini talep edenler için Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi’nin çam ve katran ağaçlarının tepelerinde Risale-i Nur’la meşgul olurken “Ben bu menzilleri Yıldız Sarayına değişmem” dediği mekanları görmemek talebeliklerinde bir şeyleri eksik bırakacaktır diye düşünüyorum.
Üç kez Türkiye’nin batısında ve bir kez de doğusunda yer alan illere gitme imkanım olmuştu. Bu sefer 2017 senesinin baharında İstanbul Nur Talebeleri ile birlikte “fotoğraf çekmek” göreviyle yolum Batı’daki menzillere düştü. Fotoğrafçılık mesleğine olan saygımdan ötürü belirtmeliyim ki, bugüne kadar hiç fotoğraf eğitimi almışlığım yok. Elimden geldiğince güzel kareler yakalamaya çalıştım ama resimlerim oldukça amatör görünüyor.
Geziye ağırlıklı olarak lise ve üniversiteli Nur Talebeleri ile birlikte birkaç ağabeyimiz iştirak etti. Bir Cuma gecesi İstanbul/Fatih’ten yola çıktığımız geziyi üç gün sonunda Pazartesi akşamı Eskişehir’de tamamladık ve gece yarısı Fatih’e dönüşümüzü gerçekleştirdik.
Denizli
Üstadımızın Denizli’ye ilk gelişi yüz yirmi altı talebesi ile birlikte 1943 senesinde tutuklu şekilde oluyor ve üstadımız girdiği hapislerdeki mahpusları irşad ederek hapishaneleri birer “Medrese-i Yusufiye”ye dönüştürüyor. Bu hapishanelerin de Risale-i Nur Külliyatı’na dahil edilen meyveleri neşvü nema buluyor. Misalen Denizli Hapishanesi’nin meyvesi Meyve Risalesi‘dir.
Rehberimiz gezide kronolojik bir sıra uygulamadı. Zamandan tasarruf etmek için dairesel bir yol izledi. Bunun için ilk istikametimiz Denizli vilayeti oldu. Cumartesi sabahı otobüsümüz Denizli’ye ulaştı. Gökyüzü açıktı ve ısı olarak gayet ılık bir hava karşıladı bizleri. Yaklaşık on bir saat süren uzun yolculuğumuzun yorgunluğunu Denizli Nur Talebelerinin hizmet merkezlerinde bizlere ikram ettikleri kahvaltı ile bir nebze giderdik.
Kahvaltı sonrası şehir merkezinde yer alan kabristanlığa doğru yürüdük. İlk ziyaretimizi Risale-i Nur Talebelerinden Hafız Ali Ağabeyin kabrine gerçekleştirdik. Rehberimiz Mehmet Kaplan’ın merhum ağabey hakkında kısa bilgilendirmesinin ardından Fatihalar okuyup diğer kabre doğru ilerledik.
Kabristanlık’ta yer alan diğer bir Nur Talebesi Hasan Feyzi Yüreğil idi. Rehberimiz yine ağabey hakkında kısa bilgilendirmede bulundu. Sonrasında her iki ağabey başta olmak üzere umum Nur Talebeleri adına Yasin-i Şerif ve hatim duası okuyarak kabristanlıktan ayrıldık. Denizli’den sonraki durağımız 1925 senesinde Üstadımızın zorunlu ikamete tabi tutulduğu Burdur vilayeti idi.
Burdur
Cumartesi günü öğle vaktinde Burdur Hacı Abdullah Camii’ne ulaştık. 1925 senesinde cami yanındaki odada Üstadımızın bir müddet kaldığı bilinmekte. Burada öğle namazını eda ettikten sonra Burdur’un Risale-i Nur mesleği açısından tarihçesi ve önemi üzerine kısa okumalar yaptık. Üstadımız Burdur’a sürgün edildiği zaman ve sonra Barla’da bulundukları günlerde ona samimi talebe olmuş, ve Nur Risalelerini kendi el yazısıyla yazıp çoğaltmış olan Binbaşı Asım Bey’e değinmemek olmazdı elbette. Burdur ziyaretimiz Hacı Abdullah Camii ile başlamış ve bitmiş oldu. İkindiye yetişmek için Isparta’ya doğru yola koyulduk.
Isparta
Üstadımızın Burdur’da yaptığı derslerden ve halkın Üstadımızın etrafına toplanmasından rahatsız olanlar, onun Isparta’ya gönderilmesini emrediyor ve 1926’da Isparta’ya naklediliyor. Burada da derslerine devam eden Bediüzzaman’ın etrafındaki insanlar daha da çoğalmaya başlıyor ve sonrasında Barla…
Isparta Merkez’deki tek durağımız Üstadımızın ömrünün son yıllarında kaldığı ev oldu. Üstadımıza dair bazı hatıra eşyaları inceleme fırsatı bulduğumuz evde kısa bir süre kalıp ders yaptıktan sonra ayrıldık.
Sav (Sava)
Isparta merkezinden çıktıktan sonra Barla’ya geçmeden önce Isparta’nın doğusunda Davraz eteklerindeki yer alan “Nur’un ilk medresesi” ve “bin kalemli köy” olarak anılan Sav (Sava) köyündeyiz. Dalboyunoğlu Camii’nde ikindi namazını eda ettikten sonra caminin solunda (kapıya göre arkasında) yer alan Sav kahramanlarından Hacı Hafız Mehmed Ağabeyin kabri başında Fatihalar okuyarak Sav’dan ayrıldık.
İslamköy ve Kuleönü
Cumartesi gecesi Barla’da kalmayı planladığımız için İslamköy ve Kuleönü menzillerini hızlı geçmek zorunda kaldık. Birçoklarımız bilir ki Kur’an hizmetinin “Nur fabrikası” İslamköy’de kurulmuştur ve bu fabrikanın sahibi merhum Hafız Ali’dir. Yolunuz İslamköy’e düşerse Hafız Ali Ağabeyin dershanesinde, İslamköy’de yazılmış olan el yazması Risale-i Nur eserlerini incelemeyi ve Nur hizmetinin şehidlerinden olan Hafız Ali Ağabey’e Fatihalar okumayı lütfen ihmal etmeyin. Sadece içinden geçmekle ve birkaç hatıra ile İslamköy’den Kuleönü Kabristanlığı’na geçtik.
Kuleönü’nde hem akşam namazı için hem de akşam kumanyası için mola verdik. Hava kararmadan “Mübarekler Heyeti”nden Hacı Osman Gök, Büyük Ruhlu Küçük Ali Çelik ve onun ağabeyi Sarıbıçak Mustafa’nın kabirlerini ziyaret ettik. Akşam namazını kabirlerin yanında hasırlarda eda edip Barla’ya doğru yola koyulduk.
Barla
1926’da Isparta’ya nakledilen Üstadımız, burada da Burdur’da olduğu gibi derslerine devam etti ve etrafındaki insanlar çoğalmaya başladı. Evhamlananlar, bu defa da onu daha ücra bir köye naklederek insanlarla irtibatını kesmek istedi ve Isparta’dan sonraki durağı Barla oldu.
Barla yolu üzerinde Üstadımıza mühim bir vakitte çok ehemmiyetli bir kardeşlikte bulunmuş olan ve Üstadımızı orman koruyucusu yapan Santral Sabri Arseven Ağabeyin Bedre’deki kabrine yol ve vakit müsait olmadığından gidemedik. Cumartesiyi Pazara bağlayan gece Barla’ya varmış olduk. Barla Nur Talebeleri bizleri dershanelerinde ağırladılar. Tam günümüz yollarda geçmesi hasebiyle oldukça yorulduk. Yatsı namazını kılıp çayımızı içip dinlenmeye çekildik.
Pazar sabahı enfes bir hava vardı. Bahar, özellikle de Mayıs ayı Barla gezileri için en uygun vakitler. Sabah namazı için erkenden kalkıp -Üstadımızın olarak anılan evin yanındaki- Yokuşbaşı Camii’ndeki namaza yetiştik. Cemaatle sabah namazını eda edip güneşin doğuşu sırasında Barla sokaklarını turluyorduk.
Kaldığımız dershaneye gelip dershanede bulunan –Türkiye’nin dört bir tarafından okuma programı için gelen– kardeşlerle birlikte güzel bir kahvaltı yaptık. Bir çoğuyla tanışma ve hasbihal etme imkanı bulduk. Onlar yakın oldukları için sık sık geldiklerini ve okuma programları yaptıkları naklettiler. Aslında gezilerde gezmekten okumaya pek fırsat bulamıyoruz. İmkanlar el verdiği ölçüde daha çok okumak için gelmek lazım buralara.
Barla gezi programımız kahvaltı sonrası başladı. Dershanemize yakın olması sebebiyle önce Sıddık Süleyman Ağabey’in (Cennet) bahçesine indik. Ardından Üstadın 1926 senesinde kaldığı ev, Mus Mescidi (temsili), Ahmetağa Camii (Ak Mescid), Çeşnigipaşa Camii, Kabristanlık ve Üstadın 1953 senesinde kaldığı evi sırasıyla dolaştık. Kabristanlıkta Sıddık Süleyman Kervancı, Ali Uçar, Bayram Yüksel, Muhacir Hafız Ahmed Karaca, Marangoz Mustafa Çavuş (Güvenç), Şamlı Hafız Tevfik Göksu ve Şemi Güneş ağabeylerin kabirlerini ziyaret ettik ve ağabeylerimiz için Yasin-i Şerif okuyup hatim duasında bulunduk.
Öğle ve ikindi namazlarını herkes farklı noktalarda eda etti. İkindi sonrası için anlaşıp toplandık ve otobüsümüzle Çam Dağı’na gitmek için Barla’dan yola çıktık. Akşam kumanyamızı zirveye yakın bir noktada –Üstadın Barla Denizi de dediği– Eğirdir Gölü manzaralı bir alanda yedik. Akşam namazımızı da yeni yapılan mescitte eda ettik. Buralara kadar gelip zirveye çıkmamak olmazdı. Zirveye çıktığımızda hemen inmek hiç olmazdı.
Malumunuz üzere meşhur katran ve çam ağacı kesilmiş vaziyette idi. Ağaçların kesildiği yerlerde kısa okumalar yaptık. Yasin-i Şerif okuyup hatim duasında bulunduk. Gece yarısı Barla’da kaldığımız dershaneye ulaştık ve yatsı namazımızı eda edip yattık.
Pazartesi sabahı yine bir kısmımız sabah namazı için Yokuşbaşı Camii’ni tercih etti. Pazartesi gecesi İstanbul’a ulaşmış olmak için oyalanmadan kahvaltı akabinde hemen yola çıkıldı.
Emirdağ
Üstadımız, Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararına rağmen dönemin hükümetinin istibdadıyla Emirdağ ilçesinde zorunlu iskana tabi tutulmuştur.
Üstadımızın Emirdağ hayatı çok ağır geçmişti. Hukuki ve kanuni yollardan Üstadımızı alt edemeyenler, onu zehirleyerek imha etmek istiyorlardı ve birçok defa zehirlemişlerdi. Üstadımız hükümet binasının karşısında bir odaya yerleştirilerek camiye bile gitmesine izin verilmeyecek şekilde takip ve tarassut altındaydı. Kimseyle görüştürmüyorlardı. O zamanlar kaldığı oda yıkıldığı için Emirdağ’ına vardığımızda ilçenin tamamını görecek şekilde tepeye inşa edilmiş olan müze eve gittik. Müzede incelemelerde bulunurken rehberimiz de kısa bir ders yaptı.
Afyonkarahisar
Öğle vakti Afyonkarahisar’a ulaştık ve öğle namazını tarihi Ulu Camii’de eda ettik. Kalabalık bir şekilde camiye girip namaz kıldığımız için biraz dikkat çektik galiba. Namaz sonrası cami imamı yanımıza gelip bizle tanıştı ve tarihi ahşap camii hakkında bize bilgiler verdi. Camiden dışarıya adım attıktan sonra buraya gelme sebeplerimizden biri olan ve karşımızda yükselen Afyonkarahisar Kalesi’ne çıktık. Kale tepesinde bazı ufak kazalar da geçirdik ama yaralanmadan dersimizi okuyup inmesini bildik.
Afyonkarahisar, Üstadımızın Denizli hapsinden tahliye olduktan sonra geldiği vilayettir. Yetmişli yaşlarına gelen Üstadımızın tek başına kırık pencereli koğuşlarda bırakıldığı ve üstüne bir de zehirlendiği herkesin malumudur. Ama Üstadımız muhakkak buradan da güzel görmeyi başarmıştır. Afyon Hapishanesi’nin meyvesi de Elhüccetüzzehra olmuştur. Bizler de “güzel görme” ve “ümitvar olunuz” dersleriyle yolumuza devam ettik.
Eskişehir
İkindi kerahati girmeden Eskişehir Ak Camii’ye varıp ikindi namazımızı eda ettik. Üstadımız neredeyse her yere mecburi ikametle gönderilmiş. Gezimizin son durağı olan Eskişehir’e de Üstadımız 1935 senesinde Isparta’dan zorla getiriliyor ve bir süre Eskişehir Hapishanesi’nde kalıyor ve burada Otuzuncu Lem’a, Birinci ve İkinci Şua‘yı telif ediyor. Bina günümüzde ayakta değil. Bu nedenle Eskişehir gezimiz –Üstadımızın bir Cuma vakti ille de gideceğim dediği– Ak Camii ile sınırlı kaldı. Ancak hapishanenin karşısında yer alan ve Meyve Risalesi’nde bahsi geçen okulun yerine yeni bir okul yapılmış bulunmakta. Bizler de okulun karşında kısa bir tefekkürde bulunduk.
Yediğimiz içtiğimiz bize kalsın, gezdiğimiz yerleri kısaca yazmaya çalıştım. İnşaallah en yakın zamanda sizlerle birlikte bir “Doğu” gezisi yapma fırsatımız olur ve bana da yazmak düşer.
- Hilal ile hilalin savaşı - 15 Mart 2019
- İslam’da veganlık - 23 Kasım 2017
- Nur Menzilleri (Batı-2017) - 11 Temmuz 2017