İnsanların en hoşlanmadığı şeylerden biri de kandırılmış olmaktır. Kandırıldığını, aldatıldığını açık seçik öğrenen insan, içinde bulunduğu ilişkinin (kişiler arası ilişkilerin tümü) yoğunluğuna göre öfkelenir, bunu kendine yediremez, ruhsal bir dalgalanma yaşayabilir ve bunu –her şey ayan beyan ortada iken bile– kabullenmek istemez. Aldatılmışlık nispeten küçükse unutmaya çalışır, hayatını etkileyen bir kandırılmışlık varsa ve ilişkinin devamı hayati bir öneme sahipse, karşı tarafın hatasına/hatalarına sürekli kılıf bulur. Bunu belli yaşa gelmiş hemen her insan küçük veya büyük çapta yaşamış olmalıdır. Böyle bir tecrübe kişiye, o kişinin mevcut ilişkiye yüklediği anlam ve önem derecesinde bir hasar verir. Bu anlam ve önem ne kadar büyük olursa, aldatılmışlık veya kandırılmışlığın o kişi üzerindeki menfi etkisi de o denli büyük olacak, telafisi oldukça çetinleşecektir. Hele ki, kendini böyle bir kandırılmaya asla layık görmeyen ve aldatılmışlığını, pek yoğun bel bağladığı kuvve-i akliyesine büyük bir hakaret sayan nefs-i emmaresi bunu (aldatılmışlığı) kabul etmemekte direnecek, dolayısıyla kişi aklen, kalben ve ruhen yıpranacaktır.
…
Sosyal psikolojide romantik ilişkileri ele alan “yatırım modeli”, ilişkilerde doyum ve bağlanımı inceler.[1] Doyumu, kişilerin ilişkiye yüklediği çekicilik ve olumlu duygular olarak tanımlayan bu model, bağlanımı da ilişkiyi sürdürmek olarak adlandırır. Karşılıklı bağımlılık modeli ise ilişkinin kişileri doyuma ulaştırdığı ölçüde güçlü olduğunu ifade eder. Bu doyum maddi olabileceği gibi (şehevani duygular ve diğer maddi ihtiyaçların karşılanıyor olması) manevi duyguları da (akli, kalbi ve ruhi noktada insanı tatmin eden duygular) içerebilir. Bu doyum devam ettiği sürece ilişki devam eder ve kişiler bu ilişkiden kopmak istemezler. İlişkinin devamı için elden gelenin yapılması ve doyumun devam etmesi de “yatırım” olarak adlandırılır. Yani şahıslar mevcut ilişkiye yatırım yaparlar ve yaptıkları yatırımın büyüklüğü nispetinde anlam yükledikleri bu ilişkinin sona ermesini istemezler.
Sosyal psikolojide romantik ilişkiler için öne sürülen bu yatırım modelinin sadece romantik ilişkilerin değil insanlar arası bütün ilişkilerin açıklanmasına ışık tutacağını söyleyebiliriz. Şunu demek istiyorum: başta kendimizi gözden geçirdiğimizde, irili-ufaklı bütün ilişkilerde (günlük iletişim ve etkileşimi hariç tutarak genel manada ilişkiden bahsediyorum) ilişkiye yaptığımız yatırım ölçüsünde ilişkinin güçlendiğini ve ondan kopmak istemediğimizi –hatta bazen kopamadığımızı– rahatlıkla görebiliriz.[2] Sosyal bir varlık olarak yaratılan insan için diğer insanlarla iletişim halinde olmak ve onlarla bağ kurmak kaçınılmazdır ve bunun da faydası çoktur. İhtiyacı gittikçe artan fertlerin diğer fertlerle bu ihtiyaçların temini ve tatmini için etkileşim sağlamaları ve sosyal bağ oluşturmaları bir gerekliliktir. Fakat her şeyde olduğu gibi, bunda da hayır cihetinin yanında şer ciheti, vasatın yanında ifrat ve tefrit boyutları bir arada bulunmaktadır. Dosdoğru yolu bulma noktasında hayrı takip etmek için dua ve tevekkülden; şerden uzak kalmak için istiğfar ve tevbeden asla vazgeçilmemelidir.[3] Aksi halde, maazallah, hayır umulan ilişki, kendinden kopulamayan ve katmerli şerleri intac eden bir hal alabilir. Dolayısıyla, amacından sapacak ölçüye geldiğinde dahi bizi kendinden kopmayı engelleyecek derecede kuvvetli bir ilişki için yoğun yatırım yapmış olmaktan Allah’a sığınmak ve gerekli fiili duayı yapmak ise elzemdir. Yoksa…
Evet, yoksa kötü şeyler olabilir. Ne mi olur? Mesela, akil-baliğ olmanın öncesinden başlayarak ileriki yaşlara kadar bütün benliğinizi, hayatınızı, işinizi, eşinizi, ailenizi, çocuk çoluğunuzu, inancınızı kısacası bütün dünyanızı ve dünyanın ötesine ait inanç ve değerleri bağladığınız; yani bütün “grand” yatırımları yaptığınız bu ilişkinin karşı tarafı gün geldiğinde, başta inandığınız dünyevi ve uhrevi bütün değer ve prensiplere aykırı işlere kalkışırsa siz artık bu ilişkiden vazgeçemez hale gelirsiniz; çünkü, hayatınızın her alanını doldurmuş bir ilişki artık sizin hayatınız olmuştur ve ondan vazgeçmek sıfırdan “ama gerçekten sıfırdan” bir hayata başlamanızı zorunlu kılar. Bu ise öyle kolay değildir. Hayatını ve hatta ötesini yatırdığı bir ilişkide yanıldığını, karşı tarafın onu aldattığını –şimdiye kadar bu ilişkinin fırsat maliyetinin büyüklüğünü de göz önüne alarak– düşünmek ve bunu kabul etmek öyle yenilir yutulur bir şey değildir. Hele hele ilişkinin karşı tarafı sizi diğer insanlardan akıl ve basiret olarak üstün ve geleceğin dünyasına hakim olacak “altın nesil” olarak tanımlayıp nefs-i emmarenizi yıllar yılı okşadıysa… Hele hele sinsi plan ve hareketler neticesinde ilişkinin karşı tarafı devletin mahremlerine kadar girdi ve sahip olduğu gücü alttan alttan size hissettirdiyse… Bu ilişki sayesinde dünyevi ve sözde uhrevi yüksek mevki ve makamlara geldiyseniz… Bu ilişki maddi noktada zenginliğinize zenginlik, şöhretinize şöhret kattıysa… Hele hele ilişkiye yaptığınız devasa yatırımlar ilişkiyi küresel bir boyuta taşıyıp bu “dünya hakimiyeti” hayalini kuvvetlendirir bir noktaya taşıdıysa… Hele hele inancınıza açıkça ters düştüğü halde karşı tarafın verdiği sözde fetvalarla –bu da yine aklını bir tarafa koyarak biat yoluyla karşı tarafa yapılmış yanlış mana yüklemelerinin bir sonucudur– inancınıza muhalif hareket edip kul hakkını ve insan hukukunu ilişkinin lehinde olarak ayaklar altına aldıysanız… Hele hele nefsiniz, ilişkinin karşı tarafının mütemadiyen sizi pohpohlamasıyla yanlış yaptığınızı kabullenmede önünüze Çin Seddi gibi çıkıyorsa… Hele hele bu ilişkinin devamı mahiyetinde girdiğiniz ilişkilerde “değersiz, kullanımlık, basireti kendi basiretinden kat kat az, hedefleri itibariyle kendinden ‘bin merdiven aşağı’da” görerek kullanmaya çalıştığınız ve belli noktaya kadar kullandığınız insanlar, kullanıldıklarını anladıklarında ve sizi yanlıştan döndürmeye çalıştıklarında, bu “aşağı, hor ve hakir, gaye-i hayali oldukça sınırlı” insanları dinlemek sizin o “ulvi ama mütevazı ve de gaye-i hayal noktasında nihai noktada” bellediğiniz nefsi emmarenize oldukça ve oldukça zor ve ağır geldiyse… Siz bu ilişkiden kolay kolay vazgeçemezsiniz.
Daha safi bir nazarla bakıldığında da bu ilişkiden kopmak öyle kolay olmayacaktır. Ki mesela bu ilişkinin mistik-romantik bir tarafı varsa… Mesela “iyi” şeyler yapılıyor olduğuna inandırıldıysanız… Toplumun hoşuna giden şeyleri yapan ve insanların beka (dünyevi noktada) sorununu çözüyor olduğunu sandığınız bir ilişkiyse bu… İlerde “büyük adam” olacağınıza inandıysanız… Masa tenisi oynayıp halı saha turnuvasına katıldınız, arkadaşlarınızla bir araya getirilip ders çalıştırıldıysanız… İlişkinin karşı tarafının sürekli –araçsallaştırılmış– va’zü nasihatlerine maruz kalmışsanız… Kahvaltıda yumurtalı patates yerken dini bir müzik size eşlik edip manevi haz verici bir halet-i ruhiye içine girdiyseniz… Maklube davetleri alıp çiğ köfte buluşmalarına katıldıysanız… Belki evde anne-babanızdan, öz abi, abla ve kardeşinizden görmediğiniz ilgi ve alakayı ilişkinin karşı tarafının sunduğu abiden, abladan gördüyseniz… Ve bu abi ve ablaların adeta insanüstü vasıflara sahip olduğuna inandırıldığınız için hem onlara biat edip hem siz de ilerde ilişkinin bu pozisyonuna heveslendiyseniz… Ve hakeza… Yani artık bu ilişki sizin hayatınızın her alanını boyasıyla boyadıysa… Attığınız hemen her adımı bu ilişkiniz şekillendirdiyse… Ortada yıllar süren bir yaşanmışlık varsa… Kimi çocukluğunu, kimi delikanlılık çağını, kimi orta yaşlara kimi daha ilerki yaşlara kadar birçok şey paylaşmışsa bu ilişkide… İşte o zaman bu ilişkiden vazgeçmek, o yaşanmışlıkları yok saymak ve yapmış olduğunuz onca “yatırım”ı bir kenara bırakmak elbette ve herhalde zor olacaktır. Ve son bir yıldır gözlemlediğimiz kadarıyla zor oluyor da.
Evet bir yıl önce tanıklık etmiş olduğumuz ihanet sonrası hainleri hala destekleyenlerin var oluşu bir vakıa. Fakat, yanlış anlaşılmasın. Amacım bu insanların bu noktadaki tavırlarını temize çıkarmak kesinlikle değil. Amacım “Durumu nasıl daha iyi tahlil eder?” ve “Nasıl çözümler üretebiliriz?” sorularını cevaplamaya katkı sunmak. Yani anlatmak istediğim bize düşenin “Ya nasıl olur da bunca olanlardan sonra hala insanlar böylesine bir ilişkiyi devam ettirirler? Nasıl olur da hala ikinci bir –bizce– ihaneti umutla bekleyebilirler? Nasıl olur da dış güçlere ve zalimlere bel bağlayıp aynı dine mensup olan öz ülke evlatlarını uluslararası arenada çeşitli suçlarla itham edebilirler?” gibi soruları sormaktan çok daha fazlası olması. Evet, üzerimize bundan çok daha fazlası düşüyor.
Peki, ne yapmalıyız? Öncelikle devlete düşen yargısız infaz yapmadan insanların adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamaktır. Bu işin planını yapan ve onu uygulamaya koyanlar en başta hukukun uygun gördüğü en şiddetli cezaya çarptırılmalı, zilleti hissetmeliler. Suça karışan diğer insanlara suça karıştıkları nispette cezaları verilmeli, birinin cezası bir başkasına/yakınına teşmil edilmemelidir.[4] Haksız, usulsüz, delilsiz ve mesnetsiz bir şekilde insanlar işlerinden alıkonmamalı, hapse girmemelidir. Adaleti mümkün olduğunca hassas bir şekilde tesis etmek devletin bu noktada asli görevidir.
Bizlere ise öncelikle, bariz bir suça karışmamış ancak bu ilişkiye şu veya bu biçimde girmiş ve yıllarca bunu sürdürmüş ve hala bu ilişkiye sempati beslediğini hissettiğimiz insanları hemen fikren mahkum etmemek düşüyor. Müslüman din kardeşini sever ve kardeşi hata yapınca ona merhamet eder, acır ve onu bu hatasından kurtarmaya çalışır.[5] Dolayısıyla belki bu noktada herkes en yakınından başlayıp “Ben bu kişi veya kişileri Allah’ın izni ile anlayacağım, onlara hakikati görebilmeleri için elimden geldiğince yardımcı olacağım, sahip oldukları düşüncelerin çarpık olduğunu biiznillah onlara göstermeye çalışacağım” diye niyetlenmeli ve çok dua etmeli. Adeta İslami, imani bir terapiye çalışmalıyız hep birlikte. Tabiri yerindeyse ıslah olmaları için dua etmeli, ıslah olmaya yanaşmayan ve –sadece fikren– ayak direyenleri de Allah’a havale etmeli, safi insanları da onların etkisinden uzak tutmaya çalışmalıyız. Eğer bunları yapmazsak, ne onları anlayabilir ne de meseleyi bir çözüme kavuşturabiliriz. Aksine uhuvvet bağlarımız zedelenir, fitne tohumları filizlenmeye başlar ve sıkıntı içinden çıkılmayacak bir hal alır.
Allah bizleri böyle bir duruma düşmekten muhafaza eylesin. Amin. Elfü elfi amin…
Dipnotlar:
[1] Rusbult, C. E. (1980). Commitment and satisfaction in romantic associations: a test of the investment model. Journal of Experimental Social Psychology, 16, 172-186.
[2] İlişkideki “doyum”dan bahsederken sadece dünyevi bir tatmin akla gelmemeli. Kişilerarası birtakım ilişkiler manevi-uhrevi noktada insanları tatmin edebilir- hakiki manada dini cemaat ilişkilerinde olduğu gibi.
[3] “Dua ve tevekkül meyelan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi istiğfar ve tevbe dahi meyelan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.” (Sözler, s. 432)
[4] En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7.
[5] Mektubat, s. 254.