ÜSTAD HAZRETLERİ Yirmi Altıncı Lem’a’nın On Birinci Reca’sında “Eskiden beri tahsil ettiğim ilme müracaat edip bir reca aramaya başladım” diyor. Ve bu müracaatı neticesinde “O felsefî meseleler ruhumu çok fazla kirletmiş ve terakkiyat-ı maneviyemde engel olmuştu” diyor.
Adeta biz de manevî terakkilerimizde hep kafamızı bir engele toslayıp olduğumuz yerde kalıveriyoruz. Tefekkürlerimiz hep nâkıs kalıyor. İşte bu engel aslında yıllardır aldığımız tahsilimizden de geliyor.
Yukarıda alıntıladığım cümlenin devamında ise Üstad müjdeyi veriyor:
Birden Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve keremiyle Kur’an-ı Hakîm’deki hikmet-i kudsiye imdadıma yetişti. Çok risalelerde beyan edildiği gibi o felsefî meselelerin kirlerini yıkadı, temizlettirdi.
Burayı okuduğum zaman bana da çok büyük bir reca oldu. Zira bende bu asrın evladı olarak çoğu zaman zihnimin, ruhumun kalbimin kirletildiğini hissediyorum.
Üstad başka bir yerde bu vatan evladının “bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid aletlerle dehşetli rahnelen“diğinden bahsediyor. O kadar çok yara almışız ve bizi geçmişten dinimize bağlayan bağlarımız o kadar acı ve hızlı bir şekilde kopartılmış ki ortada adeta “dımdızlak” kalmışız. Önce hakikatimizi boşaltmışlar, sonra maddiyatlarını doldurmuşlar zihinlerimize. Sonra da bizi maddeci, görmediğine inanmayan, her şeyi sebeplerden bilen ve san’at-ı İlâhiye olan tüm faaliyetlere tabii gözle baktıran bir eğitime tâbi tutmuşlar.
On Birinci Reca’da yine “Ezcümle, fünun-ı hikmetten gelen zulümat-ı ruhiye ruhumu kâinata boğduruyordu” diyor ve imdadına tevhid yetişiyor:
Tevhid, gayet parlak bir nur olarak bütün o zulümâtı dağıttı, rahatla nefes aldım.
İşte tevhide yer vermeyen eğitim sistemimiz bizi zulümat kuyularına atıyor ve kirlenmeye devam ediyorduk. Her şeyi planlayıp sinsi sinsi planlarını işliyorlardı genç neslin üzerinde.
Ben çoğu zaman üzerimizdeki bu dehşetli rahnelerin tamamen kapanamayacağını, en azından izinin kalacağını düşünüyordum. Ama On Birinci Reca’yı okuyunca Nur deryasına tam anlamıyla dalmayı başarırsak o kirlerin izinin hiç kalmayacak şekilde temizleneceğini düşündüm.
Karşı güruh planını inceden inceye işlerken kader-i ilahînin planı da intizamla işliyordu:
Üstadımız “Isparta vilayetinin Barla nahiyesinde nefiy namı altında işkenceli bir esarette yalnız ve kimsesiz, bir köyde ihtilattan ve ve muhabereden men edilmiş bir vaziyette, hem hastalık, hem ihtiyarlık hem de gurbet içerisinde gayet perişan bir halde iken…” Risale-i Nur filizleniyordu…
Demek ki derdi veren Allah dermanı da veriyordu.
“Güya o risale ona bir tiryak idi ki altı yedi sene zarfında aldığı bütün manevî yaraları tedavi etti” sırrınca ruhumuzda açılan yaraların dermanı olan Nur’ların intişarı başlıyordu.
Sen dahi Cenab-ı Hak’tan bir intibah iste ki senin fikrini Hakîm-i Zülcelal’in hesabına çevirsin, tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın. Lüzumsuz maarif-i fenniyen kıymettâr maarif-i İlahiye hesabına geçsin.
Barla Lahikası
Evet, zihnimiz çok malayâniyat ile dolu. Hele bu zamanın gençleri olan bizleri sefahate yöneltmek için çalışan komiteler yüzünden zihinlerimiz daha bulanık. Reklamlar, telefonlar, internet, eğlence… Hepsi bizi hakikat olan bilgiden uzaklaştırıp malayâni bilgiler olarak zihnimize hücum ediyor.
İşte biz de en çürük odunlar ile dolu olan zihnimize bir ateş verip nurlandırsak ve Nur hakikatlerine tüm varlığımızla yönelsek zihnimizdeki kirleri ve manevi yaralarımızı hiçbir izi kalmayacak surette temizleyebiliriz.
Binlerce elhamdülillah…
Masallahhhh